10 Muharrem, 29 Ekim, 6-7 Ekim

Tarihe mal olan üç önemli olay, üç önemli dönüm noktası.

Birçok yönü ile birden çok ortak noktayı bünyesinde barındırıyor.

Dinin dünyevileştirlmesi, hayatın dinden arındırılması, dinin tahrif edilmesi çabalarının yoğunluk kazandığı dönemler.

Bir diğer yön ise, tehlikenin dıştan değil, içten gelmesi.

Zulmün ecnebiler eliyle değil, kavim kardeşler-öz akrabalar eliyle icra edilmesi.

“Hayasızca” olarak adlandırılabilecek bu akınlar karşısında sayıları az da olsa bir avuç muvahhidin, kendi ırkdaşlarına ya da öz akrabalarına karşı “Qiyam”a kalktığı zor zamanlar.

Hz. Peygamber’in(SAV) makamına sahtekar, yalancı, zani ve ayyaş bir serserinin oturmasının ne tür felaketlere yol açabileceğini, ceddinin dininin nasıl tahrif edileceğini fark eden Hz. Hüseyin canı, malı ve evlad u iyali ile buna karşı çımıştır.

Dedesinin ravzasının yanı başında ya da Beytullah’ın en gözde mekanlarının birinde, ömrünün sonuna kadar ailesi ile birlikte taat ve ibadet içinde rahat bir yaşam imkanına sahip olduğu halde, İmam Hüseyin’in bunu reddetmesi, üzerinde durulması gereken asıl noktadır.

Yezid’e açıktan değil, kimsenin görmeyeceği bir şekilde, Medine valisinin elini kerhen sıkarak dahi olsa biat anlamına gelebilecek her türlü hareketten imtina eden İmam’ın, “Ceddim Muhammed’in(SAV) dini, kanım akmadıkça ayakta durmayacaksa, ‘Ey kılıçlar alın canımı!’ demeyi tercih etmiş olması başlı başına bir mekteptir.

Bedeli ağır olmuştur belki ama dedesinin, tarihin ve “Ed-Din”in ona yüklediği aziz misyonu yerine getirerek kazançlı çıkmıştır.

İmam’ın pak bedenine yüze yakın kılıç ve mızrak darbesi indirerek, mübarek naaşını at nallarına çiğneterek ve Hz. Peygamber’in(SAV) defalarca öptüğü, okşadığı ve kokladığı başı mızrağın ucuna geçirip diyay diyar dolaştırarak kinlerini ve hınçlarını kusanların, dünyevi iktidar hırsına kapılmış şuursuzların bu kazancı anlaması elbette mümkün değildir.

Kavmi tarafından taşlanarak mazlumca şehid edilen Habib-i Neccar’ın “Ya leyte qavmi ya’lemun” (Keşke nasıl kazançlı çıktığımı kavmim de bilseydi) dediği ebedi bir kazanç elbette. Bi’r-i Maune’de ihanete uğrayıp aldığı kılıç darbeleri ile yere düşerken “Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım!” diyen Haram bin Milhan’ın kazancı.

29 Ekim 1923 sonrası İngiliz, Fransız ya da İtalyanların dahi cesaret edemediği derecede dini dünyevileştirmeye, tahrif etmeye çalışan zalimler karşısında qiyam eden Şeyh Said Efendi, İskilipli Atıf ve on binlerce mazlumun “karşı devrimci, kontra” ilan edilerek mazlumca katledilmelerinin ebedi bir kazanca dönüşmesi gibi.

Kürdistan coğrafyasında Kemalizm’in teşebbüs ettiği ancak başaramadığı dini tahrifatı tamamlamaya çalışan, sinsi ve meymenetsiz yüzünü Kürt milliyetçiliği ile maskelemeye çalışan Apoizmin, mazlum Kürt halkını irtidada götürmeyi hedef edinen hayasızca akınlarına karşı durduğu için “karşı devrimci, kontra” ilan edilerek şehid edilen yüzlerce mazlumun kazancı gibi.

Emellerine ulaşmanın önünde engel olarak gördükleri İslami camia mensuplarına 6-7 Ekim günleri Diyarbakır’da Kerbala’yı yaşatan gözü dönmüş barbarların Yezid’den, mazlumca katledilenlerin ise İmam Hüseyin’den elbette hiçbir farkları yoktur.

Ceddinin makamına zani ve sarhoş bir serserinin oturmasına itiraz ettiği için Yezid’in; Şeriat-ı Garra’yı ilga etmesine karşı çıktığı için Kemalizmin ve Kürt halkının mürtedleştirilmesine göz yummadığı için Apoizmin zulümlerine maruz kalanlar, kavmiyet asabiyetinin etkisinde kalmayarak dinin dünyevileştirlmesi tehlikesini fark edenlerdir.

Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan halklarının imanını selamette görmek isteyen azizlerin  bu erdemli ve faziletli çabasına halel getirmek için uğraşanlara rağmen.

Dini dünyevileştirmeye çalışanların ortak özelliği ise, “cennet” gibi bir mükafatı unutturarak ya da en azından zihinlerden uzaklaştırıp bunun yerine dünyevi ikballer ihdas ederek hedefledikleri tahribat veya tahrifatı gerçekleştirmek istemeleridir.

Laik ve seküler bir Mısır taahhüdünde bulunan uşak ruhlu Sisi’ye alan açan güçleri “Üçüncü taraf” olarak ilan eden antiemperyalist(! ) PKK yöneticileri ile,  “Seküler Güçleri” göreve davet eden siyasi uzantılarının ne yapmaya çalıştığını asrın Hüseyinleri elbette iyi bilmektedir.

Ahirinde olduğumuzu düşündüğümüz şu zamanda yaşananlardan ders çıkarmayıp Yezid’e öykünerek tarihi tekerrür ettirmek isteyenler olduğu görülüyor.

Ama bilmek zorunda oldukları bir hakikat var:

Yezid varsa Hüseyin de vardır.

Ve Hüseyin’in kanı Yezid’in kılıcından çok daha güçlüdür.

haber diyarbakir

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.