Dr. Abdulkadir TURAN
11 Eylül sonrası ABD'nin stratejisi
11 Eylül 2001'de Amerika'nın New York ve Manhattan Eyaletleri'nde gerçekleşen saldırılar, ABD açısından İslam dünyasına yönelik yeni bir dönem için başlangıç mı oldu? Yoksa ABD, Sovyetlerin yıkılmasından sonra değişen güç dengeleri içinde İslam dünyasına yönelik yeni siyasi yaklaşımına start vermek için 11 Eylül'ü bahane mi yaptı?
Öncelikle kabul edelim ki:
Henüz 11 Eylül vakası, tam anlamıyla açığa çıkmış değildir. Vakayı üstlenenler, bu eylem hakkında henüz hiçbir doyurucu açıklama yapmış değillerdir. ABD de o tarihten bu yana itham ettiği kesimlerle ilgili ikna edici kanıtlar öne sürmüş değildir.
ABD, olayın İslam dünyasında organize edildiğine inanmaktan çok, inanmış olmayı istemek gibi bir pozisyonda durmaktadır. ABD, o tarihten bu yana İslam dünyasına yönelik hangi konuda görüş beyan ederse etsen merkeze hep 11 Eylül'ü almıştır. Açık bir ifadeyle 11 Eylül kimin tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun, ABD tarafından politikalarını kolaylaştırıcı bir araç olarak kullanılmaktadır.
ABD, olayın üzerinden bir ay geçmeden 7 Ekim 2001'de İngiltere ile birlikte “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” adını verdiği hava operasyonlarını başlattı. Rusya, Çin, Türkiye gibi ülkeler operasyona derhal destek verirken İtalya, Almanya, Hollanda, Çek Cumhuriyeti, Gürcistan, Özbekistan, Tacikistan, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Filipinler, Yeni Zelanda ve Kanada da destek verebileceğini açıkladı; bu destek ve açıklamalarla konu “küresel” bir boyuta taşındı.
George W. Bush liderliğindeki ABD, “Bush Doktrini” ve “önleyici savaş” stratejisiyle bu operasyonun ardından 2003'te Irak'ı işgal etti. 11 Eylül'de İkiz Kulelerde öldürülenlerin intikamı Afgan ve Iraklı kadın ve çocuklardan alınmaya çalışıldı. Bugüne kadar da bittiği söylenemeyen her iki operasyonda yüz binlerce insan, bu intikam kisvesine büründürülerek öldürüldü.
Ne var ki meselenin bu tarafından daha vahimi ABD'nin Müslümanların kendisine yönelik bütün itirazlarını bu eylemi yapmakla itham ettiği grubun veya ona fikrî yakınlık içinde bulunanların itirazı gibi sunması, o itirazların meşruiyetini ortadan kaldırmaya çalışmasıdır.
Müslümanlar, ABD'nin teorisyenlerinin “tarihin sonu”nun geldiği, yerküredeki konumlarının bütün insanlık için kıyamet öncesi son konumlanma olduğu, insanlığın bu konumlanmayı olduğu gibi kabul etmek durumunda bulunduğu safsatası ve seküler tanrıcılık dayatmasını kabul etmediler. Tevhid dininin temsilcileri olarak ataları İbrahim gibi, bu beşeri bir tanrı üretme derdindeki teoriye “La” dediler.
Müslümanların Batı'yı insanlığın efendisi olarak dayatma kaygısında olan ABD'ye bu yöndeki itirazı, bütün insanlık adına yerinde olduğu gibi aynı zamanda onur vericidir de. Müslümanlar, kendilerinden daha güçlü olanlar varken bu konudaki önderliği kimseye bırakmamış, bedelini ödemeyi göze alarak ABD'nin karşısına dikilmişlerdir.
Neydi Müslümanların itirazları:
Batı, İlahî hâkimiyete karşı insanın hâkimiyeti mücadelesi adı altında 18. Yüzyılda kiliseye karşı verdiği mücadeleyi gittikçe insanın hâkimiyeti adı altında Batı'nın insanlık üzerindeki hâkimiyetine dönüştürdü. Tabir uygunsa Batı, kilisenin “tanrısı”nın insan üzerindeki hâkimiyetini yıkıp insanın hâkimiyeti adına kendini insanlığın tanrısı yapmaya çalışmaktadır.
Batı, insanlığı sömürerek zenginleşti; bu sömürüyü devam ettirmeye çalışıyor.
Batı, amaçları uğruna demografisini tüketirken kendi coğrafyası dışında da yüz binlerce insanı öldürdü.
Batı, insanlığa ışık tutan ilme karşı bilimi geliştirerek onun ürünü teknolojiyi insanı yakmak için kullandı, atom bombasını geliştirdi ve kullandı.
Batı, özgürlük adı altında insanın düşmanı olan nefsiyle işbirliği yaptı; insanlığı ahlaki değerler ve soyunun devamı açısından tüketme noktasına getirdi.
İslam dünyası özelinde ise,
Batı, ideolojik aydınlanma adı altında İslam dünyasında geniş bir irtidat alanı oluşturdu.
Batı, israil'i ihdas ederek Müslümanların mukaddesatına hakaret etti.
Batı, ümmetin en mukaddes coğrafyası Hicazı, bir kavme ya da geniş bir kabileye bile değil, bir aileye vererek ümmetin simgelerini ve dolayısıyla ümmet şuurunu katletme yoluna gitti.
Batı, demokrasi ve insan haklarından söz ederken İslam dünyasındaki despotları çıkarlarına hizmet ettikleri gerekçesiyle sınırsızca destekledi.
Müslümanlar, bu itirazların her birini açıkça ve en etkili şekilde dünyaya duyurdular; sadece inançları ile değil, talepleri ile de İslam'ı ayakta tutarak, Batı'nın dinsiz bir toplum üretme çabasında olduğu bir dönemde Müslümanlaşma sürecini hem de Batı'nın kalbinde sürdürdüler.
ABD, 11 Eylül'den sonra bu meşru itirazları ve İslam'ın yayılma gayretini mücadele geçmişleri olan, kadın ve çocukları katletmeyi amaçları uğruna meşru gören yapıların itiraz ve gayreti gibi öne sürdü, kaynağını öne sürerek itiraz ve gayreti bertaraf etme yoluna gitti.
İtiraz, talep ve gayretlerin kaynağını “kirletme”, ABD'nin İslam dünyasındaki asıl stratejisini oluşturuyor. Gerisi bu stratejinin sadece birer parçasını teşkil ediyor.
ABD, bu strateji doğrultusunda İslam'ın en mühim yönlerinden cihadı, birtakım ilkesiz çılgınların saldırıları gibi sundu, cihadı, eski zaman korsanlarının tutumlarına benzetme algısı oluşturmaya çalıştı. Sahte bir cihad ürküntüsü oluşturarak Batılıları İslam'a meyletmekten uzaklaştırdığı gibi Müslüman toplumların içinde de cihada karşı bir soğukluk oluşturma yoluna gitti.
ABD, İslam ülkelerindeki Batı menşeli yasal sınırlar içinde kalarak kendisine karşı duran veya durma ihtimali bulunan yapıları ise “yolsuzluk”la itham ederek gözden düşürme, kirletme mücadelesi verdi. Dünyanın her yerinde yolsuzluk vardır. Ancak yolsuzluk hiçbir zaman geniş çapta dindar insanların bir problemi olarak öne çıkmamıştır. Dindar topluluklar içinde yolsuzluk yaygın bir alışkanlık değil, nefsanî bir zafiyet olarak belirmiştir. İslam dünyasında yolsuzluğu yol edinenler, sermaye sahibi olmayı İslam dünyasının geleceğinde söz sahibi olmak için vazgeçilmez yol bilen Batıcılardır. Bu kesimler, askeri ve bürokratik olarak gayri meşru yollarla İslam dünyasında büyüdükleri gibi, sermaye toplama konusunda gayri meşru yolları büyümek için yol bilmişlerdir.
İyi bir araştırma yapılırsa İslam dünyasında, somut verilere dayanılarak yolsuzluğu ortaya konanların çoğunun ABD ile ilintili oldukları kolaylıkla görülecektir. ABD, bu tür tipleri ittifaklarla büyüme gereksinimi duyan Müslüman kesimlerin içine sızdırarak onların zafiyet noktası hâline getirmiştir. Nitekim 17-25 Aralık'ta yolsuzluk ithamı ailesi ile ilgili değil, doğrudan şahsı ile ilgili olan iki bakandan biri, geçmişte Beyaz Saray'da mütercim olarak çalışmıştır. Diğeri ise geçmişte Batılı ülkelerden Kraliyet Nişanları alan nadir bakanlardan biridir. Mesele, Pakistan bağlamında da buna çok uzak değildir.
Açıkçası ABD, yolsuzluğu bir savaş aracı olarak kullanmakta ve çıkarlarını gerçekleştirici bir araç olarak elinde tutmaktan memnun görünmektedir.
Bu durum, İslam dünyasında ABD argümanları ile siyaset yapmanın sakıncasını da ortaya koymaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.