Mustafa AYDIN
28 Şubat Süreci Gerçekten Bitmiş midir?
28 Şubat kuşkusuz Türkiye tarihinde yapılan darbeler içinde nev’i şahsına münhasır bir darbedir. Bundan dolayı olacak ki “post modern darbe” deyimi kullanılmıştır. 28 Şubat, askerlerin silah kullanmadan (tabi silahın namlusunu göstererek) yargıyı, bürokrasiyi, üniversiteleri, bir kısım siyasi partileri ve en önemlisi sözde sivil toplum kuruluşları olan sendikaları kullanarak, seçimle gelmiş bir hükümeti sivil(!) bir darbeyle alaşağı etmesidir. Bu darbenin de bizzat CIA ve MOSSAD tarafından planlandığını daha sonra ortaya çıkan belgelerle ortaya çıkmıştır. Bu da gösteriyor ki Türkiye’deki darbelerin asıl mimarları, içeride değil dışarıdadır. İçerideki ABD’nin piyonları ise sadece kendilerine verilen rolü oynamaktadırlar.
28 Şubat sürecinde özellikle dindar kesimler hedef haline getirilmiştir. “kamusal alan” diye tabir edilen ve adeta Kemalistlerin ibadethaneleri olan üniversiteler, okullar ve devlet dairelerinde başörtüsü avına çıkılmıştır. Bununla yetinilmemiş sokakta da başörtüsü yasağı için girişimlerde bulunulmaya çalışılmıştır. Bunun yanında devlet daireleri başta olmak üzere, toplumun her kesiminde fişleme furyası başlatılmıştır. Ekonomide bile dindar olanlar “yeşil sermaye” adı altında fişlenip takibat altına alınmaya çalışılmıştır.
Bunun yanında bir takım komplolarla dindar kesimler karalanmaya ve halkın gözünde korkunç insanlar olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Düzenlenen senaryolarla televizyonlar adeta naklen maç verir gibi, insanların evleri basılarak, bütün insan hakları ayaklarına altına alınıp mahremiyetler, canlı yayınlarla ülkenin tümünün gözünün önüne serilmekteydi. Sözde anayasada konut dokunulmazlığı hakkı olmasına rağmen!
28 Şubatçıların gözü o kadar dönmüştü ki kendi hedeflerini gerçekleştirebilmek için halkın yarısını öldürmeyi bile göze alabilmişlerdir. Bunun içinde darbeci generallerin sözcüsü durumunda olan Hürriyet gazetesi “Topyekün Savaş” naralarını atmaktan çekinmemiştir. Bu savaşın bin yıl süreceğini o dönemin generalleri tarafından dile getiriliyordu. 70-80 yıllık ömrü olan bu günahkar fanilerin 1000 yıllık plan yapmaları da işin garabet tarafıydı!
Aslında bütün bunlar 90 yıllık Cumhuriyet tarihi içinde garip karşılanacak bir şey değildi. Bu ülkede yaşayan dindarlar ve özellikle Kürtler sürekli bu muamelelere maruz kalmışlar, hatta daha ağırını görmüşlerdir. Darağaçlarında sallandırılmışlar, toplu kıyımlara uğramışlar, kendi memleketlerinden sürgün edilerek yabancı ellerde, kimsesiz ve sahipsiz bırakılmışlardır. Her darbede özellikle Kürtlerin önde gelenleri toplatılıp toplanma kamplarına gönderilmişlerdir.
Bundan dolayı da Cumhuriyet tarihi muhalifler, dindarlar ve Kürtler için Kemalistlerin iddia ettiği gibi aydınlık bir dönem değil, gerçekte Ortaçağ’dan bile daha karanlık bir dönemdir. O dönemin yaşanmış olaylarının belgelerinin önemli olanları hala açıklanabilmiş değildir. Normalde bir ülkede 50 yıl geçtikten sonra, gizliliği olan belgeler kamuoyuna açıklanır. Kemalist rejim, kendi geçmişine güvenemiyor olmalı ki, 90 yıl geçtikten sonra bile önemli sayılabilecek belgeler hala açıklanamamaktadır.
2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber ilk seneleri dışında, görecelide olsa bazı adımlar atılmaya başlanmış ve darbecilerle hesaplaşma sürecine girilmiştir. Dünyada ki konjoktörün etkisiyle de olsa, derin devletin kirli çamaşırları ortaya serilmeye başlanmıştır. (Aslında devletin derin veya sığ olmasından ziyade bizzat devletin kendisinin işlediği insanlık suçları ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Çünkü bütün yapılanlar bizzat o dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Genel Kurmay Başkanı gibi en üst düzeydeki yöneticilerin katıldığı MGK’da kararlaştırılmış ve onların emri ve bilgisi dahilinde yapılmıştır.)
Cumhuriyet tarihinde ilk defa sivil bir iktidar tarafından, eski Genel Kurmay Başkanı dahil bir çok general “darbeye teşebbüs suçu” gerekçesiyle mahkeme önüne çıkarılarak tutuklanmıştır.
Bütün bunlarla beraber çıkarılan bazı yasalarla da, bazı dindar kesimler rahatlamıştır diyebiliriz. Daha doğrusu sisteme entegre olan dindar kesimler rahatlamış, fakat muhalif kesim için bir anlamda 28 Şubat devam etmektedir.
Muhalif İslami kesimlere yapılanlara örnek olarak Elazığ, Malatya ve Adıyaman’daki bazı İslami sivil kuruluşlarına baskınlar yapılmış, kendilerinin derneklere yerleştirdikleri dokümanları, yakalamış gibi göstererek, suç unsurları oluşturulmuş ve bunlara dayanarak derneklerin üyelerine yüzlerce yıl ceza yağdırılmıştır. Mustazaf-der gibi bir çok yerde şubesi olan, bir sivil toplum kuruluşunu, bazı sudan bahanelerle kapattırarak, yöneticileri hakkında, Şéx Said’i anmak için yapılan ve mevcut yasalara göre suç olmayan basın açıklaması için, mahkemelerde davalar açılmaktadır. İlköğretim ve Ortaöğretim düzeyindeki başörtüsü sorunu hala devam etmektedir. Karma eğitim denilen ucube eğitim sistemini hala kimse tartışmaya cesaret edememektedir.
Yukarıda belirtiğimiz gibi AKP döneminde bazı olumlu gelişmeler olmasına rağmen, bunların köklü değişimler olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü yapılanların kontrollü bir müdahale şeklinde yapıldığı izlenimi vermesi, sistemin özüne dokunulmaması ve dışarıdan destek alan bir grubun yeni kurulan düzende kendi kadrolaşmasını oluşturup, bir takım rütuşlarla eski sistemi devam ettirmek istemesi bunun göstergeleridir. Bu grubunda ABD desteğini arkasına alarak bunu yapması, aslında esas amacın Batılı sömürgeci devletlerin çıkarları doğrultusunda, halkın genelinin tepki göstermediği, ılımlı İslam’a dayalı ve Batılıların üstünlüğüne ve çıkarlarına ses çıkarmayan, onların otoritelerini meşrulaştıran hatta kutsallaştıran bir sistem kurmaktır.
Tabi Batılı ülkeler her ne kadar kendi çıkarları için bir kesimi destekleseler de, daima yedekte tuttukları bir takım kartlarını da bulundururlar. Orduyu ve dolayısıyla da Kemalistleri, şu anda her ne kadar bir kenara koymuşlarsa da, tamamen gözden çıkardıkları da söylenemez. Ayrıca bunların güçlerini tamamen kaybettiklerini söylemekte safdillik olur.
Ülkeyi ilgilendiren önemli karalarda en son kararların verilmesinde, askerin etkinliği hala devam etmektedir. Bunun en somut örneği de eski Genel Kurmay Başkanı dahil bir çok generalin içeri tıkıldığı ve güya en güçlü iktidar dönemini yaşayan AKP’nin, eğitimle ilgili benimsediği zorunlu 12 yıllık eğitimde 4+4+4 sisteminde ilk 4’ten sonra, öğrencilerin isterlerse açıköğretim yoluyla kalan 8 yıllık süreyi tamamlamaları kararı, Milli Güvenlik Kurulunda 8. Yıldan sonra kalan 4 yıllık süreyi açıköğretim yoluyla tamamlamaları şeklinde değiştirilmiştir. Bu şekilde yine ilköğretim de başörtülü öğrencilerin önünü tıkamak için bir hamle yapılmıştır.
28 Şubatın bittiğini söyleyenler, genellikle yeni sistemden nemalananlar , bir takım palyatif çözümleri gerçek çözümmüş gibi gösterip, aslında rahat bir yaşama kavuştuktan sonra, daha önce savundukları değerlerinden taviz vererek, bir anlamda yeni duruma uyarlayanlardır. Bunlar için asıl olan inandığı gibi yaşamak değil, yaşadığı gibi inanmaktır. Yaşadığı gibi değil de, inandığı gibi yaşayanların ise daha çok çekecekleri görülüyor. Çünkü görünen köy klavuz istemez. Dolayısıyla da gerçek inananlar için rejimin özü değişmedikçe 28 Şubatlar hiç bitmeyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.