“28 Şubat’ta ‘irtica’ adı altında İslam’a saldırdılar”
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz, “28 Şubat sürecinde, ‘irtica ile mücadele’ adı altında, İslam ve İslami değerlere saldırıldı.” dedi.
Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde HÜDA PAR Siverek Gençlik Kolları tarafından düzenlenen “Bu Son 28 Şubat Olsun” temalı panelde konuşan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz, “28 Şubat sürecinde, ‘irtica ile mücadele’ adı altında, İslam ve İslami değerlere saldırıldı.” dedi.
Sunuculuğunu Ömer Turan, moderatörlüğünü ise HÜDA PAR Şanlıurfa İl Başkanı Lokman Yalçın’ın yaptığı panele, konuşmacı olarak HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz ve Araştırmacı-Yazar Avukat Emin Güneş katıldı.
Faruk Öztürk’ün Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan panel, HÜDA PAR Siverek Gençlik Kolları tarafından hazırlanan sinevizyon gösterimiyle devam etti.
“İnşallah bu son 28 Şubat olur, zulüm biter ve sadece tarihle anılır”
Panelde ilk sözü HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz aldı. Yılmaz, “İnşallah bu son 28 Şubat olur. Bu zulüm biter ve sadece tarihle anılır bir hale gelir. Sonra gelenlere de ibret olur. 28 Şubat süreci, isminde de geçtiği üzere bir süreçtir. Sadece bir anda, olmuş bitmiş bir olay değildir. Resmiyetteki ismiyle 28 Şubat post modern darbesidir. Kime darbeydi? Dindarlara darbe, Müslümanlara darbe, İslami yaşama bir darbeydi. Toplumun İslamı yaşama isteğine bir darbeydi. Toplumun her alanında, sokaktan tutun da onların deyimiyle kamusal alana kadar her alanda İslami yaşamın nüveleri kendini göstermeye başladığı bir dönemde, bundan rahatsız olanlar, değişik bahanelerle bu görünürlüğü yok etmek istediler. Üniversitelerde başörtülülerin sayısı artmaya başlamıştı. Sokakta İslami kıyafetle gezenler ya da İslami yaşamın belirtisini üzerinde taşıyan insanların sayısında artma olmuştu. Camiye gidenlerde artma olmuştu. Sokakta, çetelerin eline düşen çocuklar, uyuşturucu bataklığına düşen, o dönemin modern oyunları olan atari salonlarına gidip de değişik çetelerle irtibat kuran çocukların yönü camiye dönmeye başlamıştı. O çocuklar artık yankesicilerin, hırsızların sokaktaki torbacıları olmaktan kurtarılmış, camilerde İslami yaşamı, abdesti, namazı, orucu, dini ve İslami değerleri öğrenen bir toplum, bir gençlik haline gelmeye başlamıştı. Bütün bunlar 28 Şubat sürecini başlatanları rahatsız etti. Kendilerine kılıflar aradılar.” dedi.
“28 Şubat süreci, İslam’la ve İslami değerlerle topyekûn bir mücadele sürecidir”
28 Şubat sürecinin sadece askerlerle ilişkilendirilmesinin yanlış ve eksik olduğuna dikkat çeken Yılmaz, “28 Şubat süreci, İslam’la ve İslami değerlerle topyekûn bir mücadele sürecidir. Bu topyekûn mücadele sürecinde, laik, seküler kafaya sahip olan, Kemalist sistemin bekçiliğini yapanlar el birliği içerisinde bu süreci başlattılar. Sistemin kendisi buna müsaitti. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulurken üzerine bina edildiği temel, Osmanlı'dan miras aldığı temel değildi. Batılı, laik, seküler değerlerle inşa edilen bir devlet yapısı vardı, bir devlet sistemi vardı. Bu sistemin temeli İkinci Meclis Dönemi’nde atıldı. Çünkü Birinci Meclis Dönemi’nde, 1921 Anayasası'nda “Devletin dini İslam'dır” yazıyordu. Birinci Meclis Anayasası'nda Türk, Kürt, Arap, Laz farkı yoktu. Herkes temsil ediliyordu. Ama İkinci Meclis’ten sonra, 1924’ten sonra, Lozan'dan sonra ki süreçte İngilizler, Fransızlar, Batılılar bu işin yöneticisi olan, kurtuluş mücadelesinde öne çıkan, bu rolü üzerine alan insanlarla anlaştılar. Bu insanlar ‘Sizin topraklarımızı işgal etmenize gerek yok. Sizin istediğiniz batılı değerlerse, biz bunu kendimiz yapacağız, İslamı terk etmekse biz kendi elimizle yapacağız. Ama siz yeter ki bu toprakların idaresini bize verin.’ dediler. Devleti bu şartlarda devir aldılar ve sistemi laik, seküler, İslam düşmanlığı zemininde, ırkçılık temelinde inşa ettiler. Her tarafta, bütün yasalarda sonraki dönemlerde de bu durum pekiştirildi.” şeklinde konuştu.
“Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri, rejimin temel ilkelerine dönüştürüldü”
Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerinin, rejimin temel ilkelerine dönüştürüldüğüne dikkat çeken Yılmaz, “Devletin temel ilkeleri, Kemalizm’in ilkeleri haline geldi ve o ilkelerden herhangi birisinin tehlikeye girmemesi adına, eleştiri yapılması dahi kabul edilmedi. Toplumda o ilkeye karşı bir hareketin oluşması rejim için tehdit olarak algılandı. Devlet, İslami yaşamı, İslami yaşamın toplumda hâkim olmasını, yayılmasını, dindarlığı kendisi için tehlike görmeye başladı. Milli Şef döneminde de bunu tesis etmek için yüz binlerce insanımızı, Müslüman’ı katlettiler. Sadece Türkiye'nin batısında değil, doğusunda, her tarafında seküler, laik anlayışı tesis edebilmek için bütün âlimlerimizi, şeyhlerimizi darağacına gönderdiler. 28 Şubat'ı doğru anlayabilmek için geçmişe gitmek lazım, sistemi tanımak lazım. Biz sistemi tanımazsak, 28 Şubatlar bir daha gelir. O zihniyet bir daha karşımıza çıkar. O nedenle 28 Şubat’la hesaplaşabilmek adına bu darbeci zihniyeti ortaya çıkaran yapıyı, dinamikleri iyi teşhis etmek lazım ve ona yönelik çalışma yapılması lazım.” ifadelerini kullandı.
“Devlet İslam’la barışmazsa İslam'ı kendisi için tehdit görmeye devam edecektir”
28 Şubat darbecilerinin yargılandığı davaya da vurgu yapan Yılmaz sözlerini şu şekilde noktaladı: “Darbeyi 60 general yaptı diye sadece onlara ceza vermek veya sadece onlara ceza istemekle darbeciler bitmez. Bu zihniyet bitmez. O nedenle bataklığı yok etmek lazım. Devleti, sistemi İslam’la barıştırmak lazım. Eğer bu devlet, bu sistem İslam’la barışmazsa İslam'ı kendisi için tehdit görmeye devam edecektir. Şu an 28 Şubatçılar mahkemelerde savunma yaparken bu temelden hareket ediyorlar. Geçen hafta ben oradaydım. 28 Şubat davasının duruşması vardı, müdahil avukatı olarak girdik. Adamlar bunu söylüyor. Darbeciler diyor ki ‘Biz görevimizi yaptık. İç hizmet kanunu bize bunu emrediyor. TSK’nın iç hizmet kanunu var. Bu görevi bize Anayasa veriyor. 12 Eylül sonrasında oluşturulan yönetmelikler bize bu görevi veriyor. Bize diyor ki ‘İrtica ile mücadele edeceksiniz.’ İslam’ın adını irtica koymuşlar, kendi gericiliklerini örtmek için Müslümanları gerici ve irticacı diye damgalıyorlar. İrtica ile mücadele diye, İslam ile İslami değerlerle mücadele ediyorlar.”
“Anayasa’ya İslam’ın bir daha geri dönmemesi için laiklik diye tarifi olmayan bir madde koydular”
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz’ın konuşmasının ardından söz alan Araştırmacı-Yazar Emin Güneş, 28 Şubat sürecini iyi tanımak gerektiğini belirterek “28 Şubat bir darbedir, dolayısıyla darbeler tarihimizin bir parçasıdır. Türkiye kuruluşu itibarıyla bir darbe sonucu meydana getirilmiştir. Hatırlayın Sultan Abdülhamid’i; Yahudilere Filistin’de toprak vermediği için, siyonizm bir darbe ile Abdülhamit’i tahttan indirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu 1908 yılında Kuzey Afrika'nın tamamına yakın topraklarına hâkim iken, Balkanlar’da var iken, bugün üzerinde savaşlar yapılan, adına devlet dediğimiz yerlerin hiçbiri bağımsız bir devlet değilken, Osmanlı’nın bir parçasıyken, 1909 ile 1911 yılları arasında Kuzey Afrika’yı kaybettik. 1914-1918 yılları arasında da Anadolu'da bir avuç toprağa sahip olduk. Lozan anlaşmasıyla siyonizm, küresel siyonizm, emperyalizm İslam Devleti'ni yıktı ve yerine kendi kuklası olacak, onun hüküm ve tasarrufu altında olacak, onun talimatlarıyla yönetilecek, hatta bir rivayete göre dünyanın ilk Yahudi Devleti Türkiye Cumhuriyeti ismiyle bir devlet kurdular. Bu devletin teminatı olarak anayasaya bir madde koydular. Bir daha İslam’ın geri dönmemesi için laiklik diye tarifi olmayan bir madde koydular. Dikkat edin, bütün darbelerin arkasında jakoben bir yaklaşımla hareket eden, ipleri NATO'nun, Gladio’nun elinde olan askerler vardır. Ve yine dikkat edin darbe süreçlerinde, benim yaşadığım kısmını söylüyorum, ben 12 Eylül darbesini yaşadım, 6 Eylül mitingindeydim. O mitingin de en çarpıcı olan yanı şuydu; belki siz de Google'da aratarak bulabilirsiniz. O gün merhum Erbakan Konya'da bir miting düzenlemişti ve Kudüs'ün maketi yapılmıştı. O siyonizm’e bir meydan okumaktı. O Kudüs'ün özgürlüğü mücadelesiydi. Ondan dolayı 6 gün geçmeden darbe yapıldı. Darbenin arkasındaki ülke itiraf etti, ‘Bizim çocuklar darbe yaptı.’ diye, yani onlar yerli darbeler değil, asker burada iktidara geldi değil, emir ve talimatla direkt Erbakan Hoca iktidardan uzaklaştırıldı, darbe yapıldı. 28 Şubat yine Erbakan hocanın döneminde yapılmış bir darbedir. Bunun sebebi merhum Erbakan Hoca, Türkiye’ye siyonizm’i tanıtan kişidir. Siyonizm tehlikesine dikkat çeken kişidir. Azıcık onu takip edenler bilirler, hemen hemen her konuşmasında Theodor Herzl ve Emanuel Karasu’ya dikkat çeker. 15 Temmuz’un arkasında da aynı güç vardır. Belki o zaman iktidarda Erbakan yoktu ama onun düşüncesi giderek güçlenmeye başlamıştı. O düşüncenin önünün kesilmesi gerekiyordu.” dedi.
“Darbelerin siyonizm’den küresel emperyalizmden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir”
28 Şubat sürecinin bitmesini siyonizm’in bitmesi ile ilişkilendiren Güneş, “28 Şubat'ın bitişi ne zaman mümkün olur? Ne zaman son 28 Şubat olur? Çok açık ve net söyleyeceğim. Filistin özgürleştiği zaman, israil o topraklardan sökülüp atıldığı zaman son 28 Şubat olur. israil mahza kötülüktür, bizatihi şerdir, şerden hayır gelmez. Dolayısıyla onun kökünden sökülmesi gerekir. israil Tedavisi mümkün olmayan kanserdir. Bizim genelkurmay başkanlarımızı Ağlama Duvarı önünde görüyorduk. Bu yüzden bu darbelerin, 28 Şubat'ın, 12 Eylül’ün, 15 Temmuz’un, 1960 darbesinin, İsrail’den, siyonizm’den küresel emperyalizmden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir.” şeklinde konuştu.
“Zihniyet değişmedi, bürokrasi hala İslam düşmanlarının elinde”
28 Şubat mağduru Yusufilerin halen cezaevinde olduğuna dikkat çeken Güneş sözlerini şöyle noktaladı: “Bugün zindanlarda kardeşlerimiz var, Yusufiler var. Peki, neden bu ortama rağmen, neden Müslümanların iktidarda olduğunu bildiğimiz ve bunu söylememize rağmen Yusufiler halen zindandadırlar. Düşünün sosyal medyada bir minibüste bir şehit annesinden 2,5 lira isteniyor. Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bütün hükümet yetkilileri, herkes duyuyor. Siz de takip ediyorsunuz, biz aylardır Mazlum-Der öncülüğünde her yerde basın açıklamalarıyla cezaevi önlerinde, medya üzerinden kıyamet koparıyoruz, fırtınalar estiriyoruz, kimsenin umurunda değil, kimse duymuyor. Sebep, ‘laiklik tehlikededir’ dedirtmemek için, batıya bağlılığın taahhüdü için, bizim zindandaki Yusufilerimiz bir nevi rehine hükmündedir. Batılılar diyor ki onları bırakırsanız kıyamet kopar. Yargıtay’da, 16. Ceza Dairesi’nde Hizb-ut Tahrir dosyası önlerine gitti. Normal şartlarda derhal tümüne beraat verilmesi gerekiyordu. Neden, çünkü hepimiz biliyoruz ki Hizb-ut Tahrir ile silahın, örgütün, terörün bir alakası yok. O insanlar hilafeti istiyorlar ve şiddete karşılar. Kendilerinin beyanlarına göre bir üyelerinin eline silah almasını kendi beyinlerine doğrultulmuş gibi tehlikeli görüyorlar. İngiltere'de legal bir partiler, Endonezya’da ana muhalefet partisidirler. Dünyanın hiçbir yerinde de terör örgütü değiller. FETÖ kumpasları ile silahlı terör örgütü olarak tanımlanıyor ve kararlarda da öyle söyleniyor. Her ne kadar silahlı bir eylemleri olmasa da “silahsız silahlı terör örgütü”dür. Bu şartlarda bu insanlar ceza aldı mı? Aldı. Ve inanıyorum ki bu şartlarda dosyalar yeniden yargılanma amacıyla önlerine gelse belki ağırlaştırarak ceza verecekler. Ben yeniden yargılamadan bir şey beklemiyorum. Çünkü zihniyet değişmemiş. Çünkü bürokrasi hala İslam düşmanlarının elindedir. Bürokratlarımız yok, zamanında önlerini kesmişler, biçmişler. Bırakın bürokratı, üniversitelerde, akademik ortamlarda, yargıda yükselecekleri, kebapçılara kadar, ayakkabıcılara kadar, esnafa kadar hepsini fişlediler ve önlerini kestiler. Dolayısıyla bürokrasi halen küresel siyonizmin kontrol ve denetimi altındadır.”
“28 Şubat bu milletin değerlerine yönelik topyekûn bir saldırı girişimidir”
Panelde bir konuşma yapan HÜDA PAR Siverek İlçe Başkanı Abdulrahim Sımak da, Türkiye tarihine “post modern darbe" olarak geçen ve toplum ile siyaset üzerinde derin postal izleri bırakan 28 Şubat kara lekesinin üzerinden yaklaşık 21 yıl geçtiğini söyledi.
28 Şubat sürecindeki dayatmalara dikkat çeken Sımak, “Kızlarımızın başörtüsü taktıkları gerekçesiyle okullara sokulmadığı, Kur’an kurslarının kapatıldığı, dindar insanların horlandığı, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, toplumsal korkunun egemen olduğu tarihin adıdır 28 Şubat.” dedi.
28 Şubat darbe sürecinin tek bir ayağı olmadığına dikkat çeken Sımak “28 Şubat süreci, millete yönelik topyekûn bir saldırıdır. O günler kara bir leke olarak ifade edilir ama bu çok yetersiz bir tanım olur. 28 Şubat'ı şöyle tanımlamak daha doğrudur, daha gerçekçidir: 28 Şubat bu millete, bu milletin değerlerine, inancına, kültürüne, geleneğine yönelik topyekûn bir saldırı girişimidir. O açıdan bunu sadece bir kara leke olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü birden çok sac ayağı olan ve adeta bu milleti millet yapan ana değer olan aziz İslam'ı hayatın içinden silme operasyonudur. Seküler bir anlayışı bu millete dayatma girişimidir. Bunun tek bir nedeni yoktur. Bu darbe, askeri ayağının ötesinde bir kurumlar diktatörlüğü şeklinde karşımıza çıkmıştır. Maalesef 1000 yıl süreceği söylenen bu lanetli süreç tarihin kokuşmuş çöplüklerine atılırken, bu süreçte mağdur edilenlerle ilgili olumlu bir gelişme yaşanmamıştır. Halen cezaevlerinde 28 Şubat mağduru yüzlerce kardeşimiz vardır. Umudumuz odur ki inşallah en kısa zamanda bu lanetli sürecin yaşattığı mağduriyetler son bulur.” ifadelerini kullandı.
Panale Şanlıurfa’dan katılan 28 Şubat mağduru Pakize İlhan ise 28 Şubat sürecinde yaşadığı zulümlere dikkat çekti, o dönemde yaşadıklarını anlattı.
Panel misafirler tarafından sorulan soruların yanıtlanmasının ardından sona erdi. (Abdurahman Uğurlu-İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.