6-8 Ekim Olayları veya Zehirli Ağacın Meyvesi
HÜDAPAR Genel İdare Kurulu Üyesi Av. Serkan Ramanlı 6-8 Ekim olaylarını değerlendirdi.
Hayatı bir bütün olarak İslami bakışla ele alan, tavır ve duruşunu İslami esaslara göre belirleyen, siyasetinde hem Kürdistanî hem Türkiyeli olan ama kendini Müslümanlar arasında çizilen resmi/suni sınırlarla mukayyet görmeyen ve üyelerinin büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşan HÜDA PAR, üzerinde gelişip genişlediği İslami anlayışın siyasal bir temsilcisidir. İnsanı ve toplumu fıtri olana davet eden, fıtratın ise İslam olduğuna inanan bir hareket olarak faziletli bir toplum inşası için sivil siyaset alanında fikrî mücadeleyi esas alan bir partidir.
Kurulduğu günden bu yana parti teşkilat binaları kendisini rakip, hatta düşman gören PKK’nin pek çok fiili saldırısına maruz kalmış, taciz, karalama ve iftiralarının hedefi olmuş, parti ve seçim çalışmaları engellenmiş, seçmenleri köy yerinde kadın erkek demeden silahla taranıp yaralanmış, yaşadıkları köyden çıkmaya zorlanmış, hatta kimisi suikast sonucu öldürülmüş, bir ilçe temsilcisi dağa götürülüp alıkonulmuş olan HÜDA PAR, PKK’nin alan hâkimiyeti sağladığı yerlerde siyaset yapmanın ve siyaseten var olmanın zorluklarını iyi bilen siyasi hareketlerdendir.
PKK ve HDP’nin çağrısı ile Kobani protestosu adı altında Türkiye Kürdistanı başta olmak üzere ülkenin pek çok kentinde sergilenen vahşet, yağma ve talan toplumda adeta şok etkisi meydana getirmiş, hiçbir ahlaki değer barındırmayan saldırganlığın halka faturası ise ağır olmuştur. Miktar bakımından devasa boyutlara ulaşmış mala dair zararın, yaşanan onca can kaybının yanında çok da bir kıymet ifade etmediğini belirtmek gerekir. Asıl sorulması gereken soru ise şudur. Nasıl oluyor da Kürtlerin bir kısmı, Kobani’de meydana gelmesi muhtemel bir katliamı gerekçe göstererek kendi yaşadığı şehirde vahşice katliamlar gerçekleştirebiliyor?
Türkiye’nin acil çözüm bekleyen en önemli sorunlarından biri olan Kürt meselesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan PKK’nin, bütün kabarık siciline rağmen, çözüm sürecinde devlet ve hükümet tarafından Kürtler adına tek başına muhatap alınması, PKK’ye Kürt kamuoyu nezdinde hak etmediği bir “prestij” kazandırmıştır. PKK, bu kazanımların sadece verdiği mücadelenin bir sonucu olduğuna tabanını ikna etmiş, kendisi dışında kalan ve vesayetini reddeden siyasi yapıların tümünü kontrol ettiği basın yayın organları, dezenformasyon ve siyasi propaganda yoluyla itibarsızlaştırarak düşmanlaştırmıştır.
Bu düşmanlaştırma çalışmasında Kuzeyde HÜDA PAR, güneyde ise PDK ve Sn. Barzani’nin hedefe oturtulduğu bariz bir şekilde görülmektedir. HDP kitlesi, bu kin ve nefret fikri aşılanarak maalesef büyük ölçüde zehirlenmiştir. PKK mütemadiyen Kürtlerin başına gelen her musibetin sorumlusu olarak muhaliflerini suçlamış, büyük kazanımlar elde ettiği çözüm sürecindeki partneri olan Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan ve AK Parti hükümetlerini bile kendi tabanına Kürtlerin bugüne kadarki en büyük düşmanları olarak gösterebilmiştir.
Suni sınırların öte tarafında bulunan IŞİD’e duyulan öfkeyi İslami kurum ve şahsiyetlere yönlendirenler, Diyarbakır’da HÜDA PAR üyesi ve aynı zamanda gerçekleştirdiği hayır hizmetleri ile maruf Köy-Der üyesi olan dindar Kürt gençlerini yakın tarihte eşi benzeri görülmemiş işkencelerle katledenleri örgütleyenler, eşi tesettürlü olduğu, kendisi sakallı olduğu veya Kur’an kursunun yakılmasına engel olduğu, hatta yabancı uyruklu olduğu ve Kürtçe bilmediği için insanların canına kıyanların önünü açıp cesaretlendirenler, Kürtler arasında kin ve düşmanlığı kasıtlı olarak besleyenler, akan kanın, yağma, talan ve barbarlığın sorumluluğunu üstlenmeli ve halktan özür dilemelidirler.
HDP’nin sorumluluğu
DTK’nın Kürtler arası yeni bir çatışma tehlikesini görerek, -bütün sorumluluğu provokatörlere veya paralel yapıya yükleme samimiyetsizliği göze batsa da- çatışmadan yana olmadığını beyan etmesinin olumlu etki uyandırdığı söylenebilir. Buna karşılık HDP ve KCK’nin, sorumluluğu üstlenmek yerine kendisi dışındaki herkesi suçlaması, yaşananlar sebebiyle kınama, özür ve özeleştiri yapmakta gecikmesi, tansiyonun düşmesine engel olduğu gibi, provokasyonlara zemin hazırlamakta, üçüncü bir elin müdahalesine de açık kapı bırakmaktadır. Adana’da PKK çizgisinde yayın yapan bir gazetenin dağıtıcısının güpegündüz katledilmesi, bu yönde bir müdahalenin başlangıcı sayılabilir.
Öcalan, KCK ve HDP’nin sokağı çatışma alanına dönüştürmeye teşvik eden kasıtlı veya özensiz açıklamalarının yakıp yıkmaya, talan ve yağmaya dönüşmesi, ölüm ve yaralanmalara yol açması, bir kısmı kendi tabanından olan esnafın bile bu olaylardan büyük ölçüde zarar görmesi, otoritenin PKK anlayışına terk edilmesi halinde nelerin yaşanabileceğini merak edenler için ortalama bir fikir vermiş oldu. Olaylarının ilk günlerinde bu düzeyde bir felaketle sonuçlanmasının en önemli sebeplerinden biri de kuşkusuz emniyet güçlerinin merkezden bir talimat almış gibi, pek çok şehirde olaylara müdahale etmeyip sokakları saldırganlara terk etmesi ve sadece bir kısım kamu binalarının güvenliğini sağlamakla yetinmesi olmuştur.
Bu arada olup bitenlere karşı sivil toplum kuruluşlarının sessizliği ise dikkat çekicidir. Bölgede faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarının büyük çoğunluğu, farklı zamanlarda haksız olduğunu bildiği halde PKK’yi rahatsız edecek bir eleştiri getirmekten anlaşılır(!) sebeplerle kaçınmış, bu sebeple özellikle HÜDA PAR ve HDP tabanının karşı karşıya geldiği gerilim zamanlarında hakem rolünü üstlenip adil şahitler olmak yerine, haklıyı haksızdan ayırmayan, ortaya konuşmayı tercih eden bir dil kullanmaya kendi kendilerini mahkûm etmişlerdir.
Kürtler, toprağına çizilen sınırlar üzerinden kardeş Müslüman halklar komşu edilirken, aynı sınırlar sebebiyle maalesef kendi kendine yabancılaşan mazlum ve Müslüman bir halktır. Farklı siyasal görüş ve anlayışlar, her yerde olduğu gibi Kürdistan’da ve Türkiye’de var olmaya devam edecektir. Siyasal ve toplumsal olaylara bakışın kapsamı ve niteliği farklılık arz edebilir. Mesela, Kobani’nin saldırıya uğramasının, Batman’ın Diyarbakır’ın veya Mardin’in saldırıya uğramasından bir farkı yoktur. Ama aynı zamanda Halep’in, İdlib’in Musul’un veya Erbil’in saldırıya uğramasından da farkı yoktur, olmamalıdır. PKK, PYD veya HDP’nin başka yerlerde meydana gelen felaketlere yönelik aşırı tepkisizliğinin, bugün Kobani söz konusu olunca aşırı tepkiye dönüşmesinin altında yatan örgütsel çıkar, farklı siyasi grupların makul tepkisini yetersiz bulup mahkûm etmesini meşrulaştırmaya engeldir.
Siyasetten şaşmamak
Farklı düşünceye tahammül, sahip olunan fikrin kalitesiyle doğru orantılıdır. Kürtlerin geçmiş acı tecrübeleri de, farklı siyasi eğilimleri, birbirini yok etmeye, baskı altına almaya veya düşmanlaştırmaya değil, anlamaya ve anlamlandırmaya icbar eden niteliği ile önümüzde duruyor. Bütün bu gerçekliğe rağmen en azından Kürt meselesinde ortaklaşması beklenen Kürtlerin, şiddet düzleminde karşı karşıya getirilmesi çabalarının ciddi biçimde, en çok da HDP tabanında sorgulanması gerektiği muhakkaktır.
Çözüm süreci ile bir yandan Türkiye’de kalıcı barışın tesis edilmesine çalışılırken, öte yandan Kürtlerin kendi arasında çatışmasına seyirci kalınması Türkiye toplumu açısından da mümkün değildir. Çözüm sürecine, sadece PKK’nin değil, Kürtlerin tüm örgütlü yapıları başta olmak üzere, aşiretlerinin, medrese âlimlerinin, kanat önderlerinin muhatap alınarak katkısı sağlanmalı, hem Türkiye’nin hem de Kürtlerin iç barışına hizmet edecek diyalog ve müzakere zemini oluşturulmalıdır. Siyasal ve toplumsal şartlar her ne olursa olsun HÜDA PAR, görece zor şartlar altında siyaset yapmaya talip olan, inanış ve anlayışı çerçevesinde içinden çıktığı halkının sulh ve selameti için, itidali ve sağduyuyu elden bırakmadan, can ve mal güvenliğinin tehlikede olduğu zamanlarda gerekli tedbirleri alarak meşru müdafaa hakkını kullanmak dışında, şiddetin siyaseti boğmasına fırsat vermeden siyasi yürüyüşüne devam edecektir.
Serkan Ramanlı - STAR
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.