6-8 Ekim saldırıları önceden planlanmış bir tezgahtı
Mustazaflar Cemiyeti Tarsus Şube Başkanı Akan Ayçoban, 6-8 Ekim saldırılarının planlanmış bir tezgâh olduğunu, saldırı anında emniyetin saldırıları izlemekle yetinmesinin de aynı tezgâhın bir parçası olduğunu söyledi.
PKK/HDP'liler tarafından gerçekleştirilen ve kamuoyunda 6-8 Ekim saldırıları olarak bilinen 2014 yılının Kurban Bayramı'ndaki vahşetin üzerinden 4 yıl geçti. PKK/HDP'lilerin 2014 yılı 6-8 Ekim saldırılarının maddi ve manevi bilançosu ağır oldu. Can ve mal kayıplarının yanı sıra toplumsal travmaya da neden olan saldırılar, büyük mağduriyetler yaşattı.
PKK/HDP’lilerin saldırıları sonucu birçok şehirde yaşanan vandalizmin bir benzerinin meydana geldiği Tarsus’ta, HÜDA PAR üye ve gönüllüleri ile bayram günü ihtiyaç sahibi ailelere kurban eti dağıtan Mustazaflar Cemiyeti Tarsus Şubesi üye ve gönülleri hedef alındı.
Saldırılarda, Mustazaflar Cemiyeti Tarsus Şubesi’ne ait bina, HÜDA PAR üye ve gönüllülerine ait iş yerleri, evler ve araçlar, yağmalanıp kundaklanmıştı. Evlerdeki ziynet eşyaları ile fakirler için hayırseverlerden toplanan gıda yardımları ise saldırılarda PKK/HDP’liler tarafından çalınmıştı.
Kurban Bayramı’nın birinci günü başlayan ve haftalarca devam eden olaylara, dönemin kolluk kuvvetlerinin hiçbir şekilde müdahale etmemesi ise dikkat çekmişti. HÜDA PAR yöneticileri, partililer ve İslami sivil toplum kuruluşlarına yönelik saldırılarda olup bitenleri sadece seyreden ve müdahalede bulunmayan dönemin İlçe Emniyet ve TEM Şube müdürlerinin, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ’den tutuklanması ise FETÖ-PKK iş birliğini ortaya çıkarmıştı.
2014 yılının Kurban Bayramı'ndaki vahşetin yıl dönümü dolayısıyla İLKHA’ya açıklamalarda bulunan Mustazaflar Cemiyeti Tarsus Şube Başkanı Akan Ayçoban, saldırı anı ve sonrasında yaşananlarla ilgili dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Ayçoban, 6- 8 Ekim saldırılarında başta üye ve gönüllüleri olmak üzere mütedeyyin insanların hedef gösterilerek saldırılara maruz kaldıklarını söyledi.
6- 8 Ekim olaylarının başlangıç noktasının Mersin’in Tarsus ilçesi olduğunu belirten Ayçoban, saldırılardan önce üye ve gönüllülerinin PKK/HDP’liler tarafından “El Nusra, IŞİD” yaftalaması yapılarak hedef kitle haline getirildiklerini ifade etti.
“Evlerimize gelip bizi tehdit ediyorlardı”
6-8 Ekim saldırılarının öncesinde sürekli tehditler aldıklarını ve bunun her fırsatta yapıldığını söyleyen Ayçoban, “6-8 Ekim saldırıları aslında Kobani bahane edilerek çıkartılan bir saldırı idi. Maalesef üye ve gönüllerimize karşı yapılan bir saldırıya dönüştü. Tabii öncesinde bizler hedef gösterildik. Sakallılar, İslami tesettüre bürünen kadınlar hep hedef gösteriliyordu. Aslında ortada İslam'a yapılan bir saldırı vardı ve Kobani'yi bahane etmişlerdi. Yani Kobani, bir bahaneydi. İslami kesime, İslam’ı yaşayan insanlara bir saldırının planlandığını görüyorduk. Mustazaflar Cemiyeti olarak bizim üye ve gönüllerimize de büyük bir saldırı vardı. Tehditler yapılıyordu, üye ve gönüllerimizin evlerine gelip tehdit ediyorlardı. Yollarda tehdit ediyorlardı, sokakta gördüklerinde tehdit ediyorlardı.” dedi.
“İçerideki insanlar ile birlikte derneği ateşe verdiler”
O dönem kendi ilçe binaları önünde basın açıklaması yapan HDP’lilerin, yürüyüş yaparak kendi dernek binalarına doğru geldiklerini ve derneğin önünde toplanan bu azgın kalabalığın molotoflar ile her tarafı ateşe verdiğini söyleyen Ayçoban, sözlerine şöyle devam etti:
“Üye ve gönüllerimizin bulunduğu cemiyetimize geldiler. Üye gönüllerimize saldırdılar. Daha sonra içeride insanların olmasına rağmen derneği ateşe verdiler. Üye ve gönüllülerimiz orada mahsur kaldılar, çatılarda mahsur kaldılar. Daha sonra üye ve gönüllerimizin evlerine gittiler ve onların evlerini de yaktılar. Hatta öyle ki evlerine girdiler. Yaktıkları evleri öncelikle talan ettiler, dükkânlarımızı talan ettiler. Üye ve gönüllerimizi yaraladılar. Onları kasten öldürmeye teşebbüs ederek sopalarla saldırdılar, silahla yaraladılar. 'Sadece basın açıklaması yapacağız, Kobani'de yapılan haksızlıklara karşı direnmek adına basın açıklaması yapacağız.’ diyen bine yakın kişi bir-iki kilometre yol yürüyerek derneğimizin önüne geldi, dernek gönüllerimizi hedef aldı ve derneğimizi yaktı.”
“Saldırıların iç yüzünde büyük bir tezgâh vardı”
Ayçoban, 6-8 Ekim saldırılarının öyle sıradan gelişen bir saldırı olayı olmadığını, işin iç yüzünde planlanmış bir tezgâhın olduğunu ve saldırı anında emniyetin saldırıları seyretmekle yetinmiş olmasının da tezgâhın bir parçası olduğunu ifade etti.
Ayçoban, “Aslında biz bu olayların iç yüzüne baktığımızda büyük bir tezgâhın olduğunu görüyoruz. Yani kolluk kuvvetleri defalarca çağrılmasına rağmen özellikle buna bir cevap alamadığımız zaman Emniyet Müdürünü bizatihi arayarak ve olaya müdahale etmeleri için kendilerini uyarmamıza rağmen kimse uyarılarımıza cevap vermedi. Hatta durum öyle bir hale gelmişti ki artık üye ve gönüllerimizin hayatından endişe eder hale geldik. Çünkü yaklaşık bin kişilik grup derneğimizi kuşattı, içerideki insanlara molotoflar atıldı, derneği yaktılar ve buna rağmen polis gelmedi.” dedi.
“Polis yaralılara müdahale etmemize bile izin vermedi”
Saldırganlara müdahale etmeyen polisin kendilerine müdahale ettiğini, saldırılarda gözünden yaralanan Hasan Atım ve diğer yaralıların hastaneye götürülmesine bile izin verilmediğini belirten Ayçoban, “Saldırıya maruz kaldığımız halde polis bizi gözaltına alıp, bize müdahalede bulundu. Bu durum kabul edilemezdi. Tabi birkaç tane arkadaşımızın, üye ve gönüllümüzün yaralanmasından sonra polis geldi. O güruha müdahale etmesi beklenirken müdahaleyi bize yaptılar. Üye ve gönüllülerimize müdahale ettiler, muhasara altına aldılar. Bir tane gönüllümüz gözünden yaralandı. Acil olarak hastaneye götürülmesi gerekiyordu. Başka bir gönüllümüzün yüzüne pompalı dediğimiz silahla ateş edilmiş ve yüzü yaralı haldeydi. Yaralılara müdahale etmemize bile izin vermediler. Yani sanki bu işin içinde bir kurgu vardı ve o kurgu emniyetin hiçbir şekilde olaya müdahale etmemesi ve kontrolden çıkmış güruh da vahşi sırtlanlar gibi nereyi bulsalar oraya saldırıp yağmalıyorlar, yıkıyorlar, yakıyorlardı.” şeklinde konuştu.
“Mağduriyetimiz hiçbir şekilde giderilmedi”
6-8 Ekim saldırılarında birçok üye ve gönüllülerinin yaralandığını, ev ve iş yerlerinin ise talan edildiğini dile getiren Ayçoban, olayın üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen halen hiçbir şekilde mağduriyetlerinin yetkililer tarafından görülmediğini vurguladı.
Ayçoban, “Birkaç tane gönüllümüz yaralandı, hatta bazı üye ve gönüllerimizin hayati tehlikesi oldu. Bir kardeşimizin elmacık kemiği kırıldı, silahla yaralanmıştı. Yine bir kardeşimizin gözü çıktı. Şu anda bir gözünde protez var. Bununla beraber birçok mağduriyetler yaşandı. Yani o mağduriyetlerin giderilmesi için yapılan başvuruların hiçbiri bir netice almadı. Bu saldırılarda üye ve gönüllerimizin malları yağmalandı, dükkânları yakıldı. Bütün Türkiye'de ve belki birçok yerde saldırıda zarar görenlere tazminat ödenirken, Tarsus'ta maalesef öyle bir kumpas kurulmuştu ki; biz mağdur olduğumuz halde sanki bir terör olayı değilmiş gibi muamele gördük. Üye ve gönüllerimiz ile beraber bizler mağdur edildik. Öyle gözüküyordu ki bu olaylar Tarsus'ta kurgulanmıştı ve planlıydı. Yani hiçbir zaman biz bunun böyle kendiliğinden gelişen, Kobani ‘de yaşanan olaylara tahammül edemeyen Kürt halkının sokağa dökülmesi gibi kabul etmedik. Hiçbir zaman biz bunu böyle düşünmedik. Çünkü gelişen bu olaylar bunun bir kurgu olduğunu gösterdi. Aslında bu kurgunun Tarsus'tan başlaması önceden hedefleniyordu ki zaten oldu.” diye belirtti.
“Saldırılar kendini bilmez 3-5 gencin işi değildir”
Saldırıların planlı bir şekilde organize edildiğini dile getiren Ayçoban, “Kurban Bayramı'nın hemen başında üye ve gönüllerimizin, gencecik çocuklarımızın kurban eti dağıttığı bir sırada ‘kendini bilmez’ diye tabir ettikleri sadece birkaç gencin ortaya çıkıp onlara müdahale etmesi kesinlikle değildi, bu bir kurguydu. Olayların ilk başladığı yer Tarsus'tu ve çok planlı bir şekilde devam etti. Hedef gösterilenler nedense hep aynı insanlardı. Yani ‘dini bütün’ dediğimiz veya kendini İslam'a müntesip sayan, İslami bir hayat yaşayan her ferde, sakal bırakan ve tesettürlü olan herkese karşı girişilen bir operasyona dönmüştü ve bu bütün illerde böyleydi. Kur'an kurslarımıza, cemiyetlerimize saldırdılar. Kur'anları yaktılar. Kitap evlerimizdeki Kur'anları yaktılar. Belli ki bu bir kurguydu ve birileri bir yerden düğmeye bastı, piyonlar da işi yürüttü.” dedi.
“Polis zamanında müdahale etseydi üyelerimizin evleri yakılmayacaktı”
Saldırılarda meydana gelen zararın bu kadar büyük olmasında, kolluk kuvvetlerinin çok büyük bir payının olduğunu ifade eden Ayçoban, “Kolluk kuvvetleri o gün eğer görevlerini yapsalardı, ilk anda müdahale etselerdi, ne bizim derneklerimiz yakılırdı, ne de üye ve gönüllerimizin evleri yakılmayacaktı. Onların dükkânları talan edilmeyecekti. Yani adeta bir el kolluk kuvvetlerine ‘Siz hiçbir şey yapmayacaksınız.’ diye bir talimat vermişti. Yani o gün eğer Tarsus'ta olaylara polis müdahale etseydi ve o güruha müdahale edilip, gerekli cevabı almış olsalardı; başka hiçbir ile veya ilçeye yayılmadan bu iş burada bitecekti. Belki Yasin Börü olayları yaşanmayacaktı. Yani ilk günden emniyet görevini yapsaydı, kolluk kuvvetleri görevini yapsaydı bu saldırılar bu boyuta gelmeyecekti ve gerekli cevapları almış olacaklardı, olaylar da bu boyuta ulaşmayacaktı.” diye konuştu.
“Madımak’ın intikamını alıyoruz”
Saldırı sırasında meydana gelen maddi hasarın devlet tarafından karşılanması gerektiğini belirten Ayçoban, “İşyerlerine veyahut evlere ya da derneklere ya bir olayda saldırı yapılır ve bu terör olayı ise kanunen o terör olayından etkilenen vatandaşın zararı tazmin edilir. Bu hukuken de insani olarak da böyledir. Maalesef biz bunu Tarsus'ta göremedik. Tarsus'ta 10’a yakın gönüllümüzün evleri, dükkânları yakıldı. Hayatı boyunca biriktirdikleri birikimleri yakılıp yıkıldı. Fakat tanzim noktasında yani zararların giderilmesi noktasında hiçbir şey yapılmadı ve bunu bakanlara kadar götürdük. Ama Tarsus'ta sanki bir el bu zararların giderilmemesi için ısrarla direniyordu. ‘Sizin zararlarınız karşılanmayacak.’ diyorlardı. Perde arkasından bu işin resmi boyutunu yürütenler ‘Madımak’ın intikamını alıyoruz.’ diyerekten dosyalarımızı sümen altı ettiler. Dosyalarımızın içindeki evrakları boşalttılar. Evrakların anlaşılmaması için evraklar üzerinde oynadılar.” ifadelerini kullandı.
“Mahkeme masraflarını üye ve gönüllerimizden aldılar”
Ayçoban, “Mahkemesi devam eden arkadaşlarımız vardı. O mahkemeler olumsuz bir şekilde neticelendi. Hatta öyle bir noktaya geldi ki mahkeme masraflarını üye ve gönüllerimizden aldılar. Yani zararlarını tazmin etmek, zararlarını vermek bir yana mahkeme dosyalarının paralarını dahi üye ve gönüllülerimizden aldılar.” diye konuştu.
“Devletin görevi vatandaşını korumaktır”
Saldırılar sırasında kendilerini korumak ile görevli olan devletin görevini yerine getirmediğini belirten Ayçoban, devletin görevinin vatandaşını korumak olduğunu da sözlerine ekleyerek, son olarak şunları kaydetti:
“Eğer devlet gerçekten görevini yapsa bu gibi olaylar kesinlikle yaşanmaz ve yaşanmayacaktı. Ama eğer siz birilerini cesaretlendirirseniz, birilerine meydanı bırakırsanız maalesef onlar da vatandaşı mağdur edeceklerdir. Umarız bir daha bu tür olaylar memleketimizde yaşanmaz ve şehit olan kardeşlerimizin şehadetini Rabbim kabul buyursun. Onların kederli ailelerine sabır versin Rabbim. Onların şehadetini bu topraklarda İslam'ın hâkim olması için de bir vesile kılsın. Güzelliğin hâkim olması için de bir vesile kılsın Rabbim bizlere bir daha bugünleri göstermesin.” (İbrahim Koçyiğit, Cemil Özdaş - İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.