“99 ev” yeter mi?

Amerika gerçekten de rüyalar ülkesi midir? Gelin Ramin Bahrani'nin kamerasından bakalım.

Orlando'da da yaşayan inşaat işçisi Dennis Nash, annesi ve 9 yaşındaki oğluyla birlikte yaşadığı evinden emlakçı Rick Carver tarafından atılır. Çünkü bankaya borcunu ödeyememiş ve mahkeme kararı ile banka evine el koymuştur.

Dennis ailesi ile birlikte motele yerleşmek zorunda kalır ve evini geri alabilmek umuduyla Carver için çalışmaya başlar. Kolay yoldan zengin olmanın ve gerekirse bunun için devleti de dolandırmanın yollarını öğrenir.

Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor. Sorumsuzca yapılan harcamaların bir geri ödemesi elbette olacaktır. Gündelik hayatta kredi kartları ile bu tuzağa öyle ya da böyle hepimiz düşmüyor muyuz? (Umarım düşmüyorsunuz!) Bir de bol taksitli ihtiyaç kredileri var gündemimizde. 20 yıl, 40 yıl ödemeli ev alma planları var. Arabayı yenilmenin maliyeti bazen 2-3 yılda halledilebiliyor. İşini büyütmek vesaire bin bir türlü bahane ve sebep var ortada…

Kredi sadece para alınırken tatlıdır. Sonuna kadar taksitini ödeyebilene aşk olsun. Beli bükük, evi dökük bir ihtiyar tablosunu gözünüzde canlandırın. Korkmayın ve kızmayın, sonuç gerçekten bu. Ha işiniz rast gitti, bir yerden para buldunuz, ödemeleriniz daha kısa vadeli vb. durumları bu hesaba dâhil etmiyorum. Ama öbür türlü aldığımız riske baksanıza. 10 yıllık, 20 yıllık ve dahi daha uzun vadelerle alınan devasa borçları ödemek ne demek? Tom&Jery'den bir sahne hatırlıyorum. Jery köpekten kaçıyor, bir odaya saklanıyor, kapıyı da üstüne kilitliyor ve kapı altından da anahtarı ulaşamayacağı bir yere atıyor. Emniyet içinde olmanın huzuru içinde arkasını döndüğünde odada köpekle karşı karşıyadır…

Neyse uzun vadeli borç almak çok kötü, bu konuda hemfikir olamayacak çok az kişi vardır. Onlar da genelde ticari zekâları gayet iyi olan, geleceğin yatırımcılarıdır. Hikâyemizin asıl konusu bu değil. Vicdan meselesi…

Dennis evini dramatik bir şekilde kaybedince ve kaderin cilvesi bir de o gaddar emlakçı Carver'in yanında çalışmaya mecbur olunca bir intikam beklentisi içine düşüyoruz. Oysa Dennis kapitalizmin yüce azametine teslim olmuş, şeytana ruhunu satmaya amade bir zavallıdır artık. Haksız değil tabi, sistem zorluyor. Kimse kimsenin yaralı parmağına… neyse şimdi boş verin.

Herkesi yutan kapitalizm canavarına sessiz kalan toplum tek tek kurban olacaktır. Kurban olmak kaçınılmaz bir sondur. Bu canavar Dehhak gibi her gün, bir iki kişiyi yutmasa hayatta kalamaz. Ve bundan kurtulmanın tek yolu bu şeytanın hizmetine girmektir.

Dennis realist ve pragmatist davranarak şeytanın davetine gönül rızası ile evet deyince ters giden her şey düz gitmeye başlıyor. Bu dünya böyledir işte. Çok af edersiniz b..ka batınca yani kirlenince dünyanın sultanı olmak işten değil. Dennis'in ilk işi ağzına kadar kanalizasyon artığı ile dolu evi temizlemek. İzlerken deyim yerindeyse çakılıp kaldığım bir sahneydi bu. Euzubesmeleyi nasıl da içten çekmiştim anlatamam, Allah'ım sen bizi koru!

Hayata dönüp bakıyorum. Dünya hayatının onca güzelliğine rağmen varlıklı bireylerin asık suratlarını görüyorum, ürküyorum. Kendini satarak; yani aklını, vicdanını betona gömerek gökdelenler gibi yükselenenleri… yükseldikçe o makamı korumak için daha çok ödün verenleri… sonra değerlerini yitirdikçe canavarlaşanları… aklın alamayacağı güzelliklerden bile artık zevk almayanları görüyorum.

Hayat bu maalesef. Soğanını eliyle kırarak kuru ekmeğine katık yapanlar, dünyanın bilmem neresine özel yemek siparişi verenlerden daha fazla haz alıyor desem belki de inanmayacaksınız. Ben inanıyorum. Çocukken gündelikçi olarak mercimek toplamaya gittiğim zaman, öğle yemeğinde yediğim kuru ekmek ve soğanın tadını şimdilerde hiçbir yemekten alamıyorum. Para ve saltanat mutluluk getirseydi, sultanların, beylerin ve ağaların hayatı tozpembe olurdu.

Hayat sana güzel derler ya, kime güzel olduğunu ben söyleyeyim; birilerinin gözyaşlarını silenlerin aldığı hazzı kimse alamaz! Hayat gerçekten de onlara güzel. Bir eşyaya sahip olmak için emek veriyorsun ve bu uğurda tatlı bir telaş içindesin. Sonra sahip olunca o haz doruğa ulaşıyor ve bitiyor, öylece kalıyorsun ortada. Ama onu alıp bir başka ihtiyaç sahibine verince bu sefer de onun aldığı hazzı görüyor, ortak oluyorsun. Bundan da son derce zevk alıyorsun. Elinde de patlamamış, sırtına da yük olmamış oluyor. Çifte haz... Artık bir başka şey için mücadele etmeye başlayabilirsin. Bu döngü, hayat sonlanana kadar devam edebiliyor. Bilmiyorum anlatabildim mi? Ne büyük saadet, değil mi?

Gelgelelim bizim Dennis'e, şu ruhunu şeytana satarak ailesi ve kendisi için mutluluğu satın alabileceğine inanan zavallıya. “Yumuşak davranma, hepsinin acıklı bir hikâyesi vardır” Böyle başladı şeytanla yolculuğu. Sert bir erkeğe dönüştü, kalbi taşlaştı, vicdanı kurudu. Zengin de oldu. Ev aldı, ama mutluluğu alamadı. Çünkü unuttuğu vicdanı bir yerlerde kanıyordu.

Sonra ne mi oldu? Şeytan kendisine köle olacaklara vadettiği sahte cenneti vermeden önce ona en büyük günahı yaptırır. Şeytanlaştırır! Artık vicdanı kanamayacak, aklı karışmayacaktır. Çocuğu, annesi, arkadaşı, komşusu diye bir şey olmayacak. Yapayalnız ve hazzın olmadığı, huzurun esamisinin okunmadığı, mutluluğun unutulduğu karanlık ama başarılı bir dünyaya adım atacaktır. Dennis bunu yapacak mıdır? Siz yapar mıydınız? Merak ediyorsanız izleyin derim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.