Mehmet EŞİN
Aç ve susuzluktan değil adaletsizlikten ölünüyor
İnsanın hep açlıktan, susuzluktan ve havasızlıktan öldüğü söylenir. Şu kadar dakika havasız kalsa ölür. Şu kadar gün aç kalsa ölür, şu kadar gün susuz kalsa ölür. Meyve-sebze, et yemese şu hastalıklara yakalanır, şu türden rahatsızlıklar baş gösterir.
İnsanoğlunun karşı karşıya olmuş olduğu sıkıntı ve yokluklar neticesinde normal bir insanın susuzluğa yedi gün, açlığa da 60 gün dayanabildiği görülmüştür.
Bu türden açlıktan veya susuzluktan ölen insan sayısı çoksınırlıdır. Çölün ortasında, dağ başında ya da farklı nedenlerle mahsur kalmış, bir şekilde su, ekmek ve gıdaya ulaşamayan insanlar ancak açlıktan ölmüşlerdir.
BM ve değişik kuruluşlar her yıl açlıkla karşı karşıya kalan, direk açlıkla ve yetersiz beslenmeye bağlı gerçekleşen ölümlerle ilgili istatistikler hazırlar ve bunu kamuoyuyla paylaşır.
BM, her nedense adaletsizlikten ölen, adaletsizliğe bağlı olarak gerçekleşen savaş ve işgalleri, adil olmayan gelir dağılımı, emperyalistlerin sömürü çarkı sonucu ölen insanlarla ilgili çalışmalar yapmaz ve istatistikler hazırlamaz. Aç kalan insanların neden aç kaldığı, kimlerin aç bıraktığı, su ve yiyecek denizinin ortasında susuzluktan ve açlıktan ölenlerin ölüm sebebini ise hiç açıklamaz.
Evet, insanların bedeni açlıktan, susuzluktan ve havasızlıktan ölür ama adaletsizliğin zıddı olan zulümden dolayı çok daha fazla sayıda insan ölmektedir. İnsanla birlikte insanlık da ölür. Zulümden dolayı Arş-ı Ala titrer, rahmet yerine yeryüzüne bela ve musibet iner.
Dünya genelini bir kenara bırakarak yaşadığımız ülke olan Türkiye'ye dönersek;
Aşırı yemek,aşırı beslenmeye bağlı ortaya çıkan hastalıklardan mustarip olan, bunun sonucunda ölenler varken elhamdülillah açlıktan ölen insanımız yok.Adaletsizlikten, yargı çarkının adaletsizce işlemesinden dolayı ölen, mağdur olan,muhaceratta yaşamak zorunda kalan sayısız sayıda insanımız var.
Sadece Bylocksoruşturmasından dolayı tespit edilen 11 bin mağdur insanımız var.
Yıllardır adaletin kendilerine uğramasını dışarda değil, dört duvar arasında bekleyen binlerce insanımız var.
Çocuğu kumpaslarla içeri atılan, çocuklarına hasret bir şekilde bu dünyadan dar-ı bekaya göçen annelerimiz, babalarımız var.
Babası cezaevinde iken doğan, babasız büyüyerek gelin-damat, anne-baba olan ve babaları hala cezaevinde olan çocuklarımız var.
Tarihte bir benzeri olmayan ve terminolojiye yeni bir kelime kazandırılmasana sebep olan ‘damatsız düğünlerimiz' var.
Bir tedbir olması gereken ‘tutukluluğu' keyfi bir şekilde cezalandırmaya dönüştüren yargı sistemimiz var.
Normal şartlarda herkesin tanıması ve kabul etmesi gereken Anayasa Mahkemesi'nin kararını alt mahkemenin tanımadığına şahit oluyoruz.AYM, Şahin Alpay ve Mehmet Altan'ın tahliyesine karar verirken Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı adeta tanımadı. Bu ülkede on binlerce tutuklu ve hükümlü başvurusu varken bu iki şahsın dosyasını nasıl oluyor da bir anda karara bağlayabiliyor. ‘AYM'nin iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan karar açıklanamaz' ilkesine rağmen Anayasa Mahkemesi'nin buna uymadığına şahit oluyoruz. Bir ülkede Yüksek Mahkeme,kuruluşundaki kanunlara uymazsa kim uyacak? Nasıl ve ne şekilde kurumları kanunlara uymaya çağıracak?
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanan 28 Şubatçılar tutuksuz yargılanırken, 28 Şubat mağdurları hala cezaevinde kalmaya devam etmekteler.
Tarafsız ve bağımsız bir şekilde adaleti sağlaması gereken yargı sistemimiz çarpık ve skandal kararlarıyla var olan mağdurlara yeni mağduriyetler eklemektedir. Bırakın insanları ve kamuoyu vicdanını rahatlatmayı, bir mahkemenin verdiği karar, bir diğer mahkemeyi rahatlatmıyor. Devlet, hükümet, yargı bu çarpıklığa son vermek için samimi bir şekilde buna el atmalıdır.
İnsanlar açlık ve susuzluğu karşı sabredebilir, kendi imkânlarıyla karşı koyabilir, ama adaletsizliğe asla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.