M. Emin ÖZMEN
ADALETİN A’SI ZEDELENMEMELİDİR
Bilindiği üzere mahkemeler önlerine gelen dosyaları iki yönden; usul ve esastan incelerler. Bir dosyada usul yönünden eksiklik varsa, esastan görüşmeye alınmadan iade edilir. Usul açısından tamamlanan dosyalar, esastan görüşmeye alınırlar.
Konu ile ilgisi olması bakımından İslam tarihinden şu olayı hatırlayabiliriz: Kâdı Şüreyh, Hz. Ali’nin taraf olduğu bir davayı usulden ret etmiştir. Davada, Hz. Ali kendi oğlu Hasan’ı şahit göstermesi üzerine, oğulun baba lehine şahit olamayacağına hükmetmiştir. Hz. Ali, “Hz. Peygamber’in Hasan ve Hüseyin’in cennetteki gençlerin efendisi olduğunu ifade eden hadisini bizden duymadın mı?” sorusuna, Kâdı Şüreyh; “Evet duydum; ama ben yine sizden öğrendim ki, oğul, baba lehine şahit olamaz” diye cevap vermiş ve belirttiğimiz üzere davayı ret etmiştir. (Konu çeşitli kaynaklarda az farklılıkla anlatılmış olup, bkz İbn Sa’d, Tabakât, 4: 95)
Yani idarede bulunan kişiler aleyhinde karar verildiğinde, bundan gocunmamak ve AYM kapatılmalıdır dememek hukukun gereğidir. Yargıtay, HDP’nin kapatılması ile ilgili dosyayı hazırlayıp, Anayasa Mahkemesine göndermiş, yapılan incelemenin sonuncunda, usulden eksikliklerin bulunması nedeniyle dosya iade edilmiştir. Burada adil devlet adamlarına yakışan tavır, hiçbir yorumda bulunmadan, eksikliklerin giderilmesi ve dosyanın usul bakımından tekammül ettirilmesidir.
Yoksa idare yanlısı olmak davada üstünlük sayılmamalıdır. Herhangi bir davanın tarafları AK Parti veya MHP’dir diye onların lehine karar vermek, adil bir tutum değildir. Yargılama esnasında taraflar eşit ve unvanlar etkisiz olmalıdır. Örneğin; Araplar arasında künyeyle çağırmanın bir övme ve saygı belirtme ifadesi olarak kullanıldığı bilgisi göz önüne alındığında, aşağıdaki husus çok dikkat çekicidir.
Hz. Ömer’in halifeliğinde, bir gün Halife ile Hz. Ali yan yana oturmaktadırlar. Adamın biri gelip, Hz. Ali’den davacı olur. Halife Ömer, Hz. Ali’ye, “Ya Ebu’l Hasan, kalk da hasmının yanına otur” der. Hz. Ali hoşnutsuz bir şekilde gidip, hasmının yanına oturur. Yargılama bittikten sonra Halife, bu hoşnutsuzluğun sebebini sorar. Hz. Ali; “Hasmımın yanında bana künyemle hitap ettin” der. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’yi gözünden öperek bu ikazından dolayı teşekkür eder. (Konunun ayrıntısı için bkz. “İslam ve Osmanlı Hukukunda Hâkimlik ve Hâkimlerin Nitelikleri” konulu Melikşah Aydın’ın yüksek lisans tezi)
Toplum içinde imtiyazlı olanların İslam’ın adil yargılanmasından geçirildiğine dair örneklerden biri bizzat Hz. Peygamber (sav) zamanında yaşanmıştır: Peygamber Efendimizin (sav) eşi Hz. Âişe"den nakledildiğine göre, (Kureyş kabilesinden bir grup insan, hırsızlık yapan Fâtıma adlı bir kadını affetmesi için aracı olduklarında)... Resûlullah (sav) ayağa kalkarak hutbe okur ve Allah’a gerektiği gibi senâ ettikten sonra şöyle buyurur: “Sizden önceki insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin ederim ki Muhammed"in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim.” (Müslim, Hudûd, 9)
Konu ile ilgili İslam tarihinde hayli fazla yaşanmışlık ve örnek bulunmaktadır. Başta şunu ifade etmemiz gerekir ki, her konuda olduğu gibi hukuk alanında da emaneti ehline vermek gerekiyor. İslam’ın en iddialı olduğu hususlardan biri adalettir ki, kanaatimizce bu iddiasını en çok şu hadise göre şekillendirmektedir.
Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre; Resûlullah (sav), (bir bedevînin kıyametin ne zaman kopacağını sorması üzerine) şöyle buyurdu: “Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekle!” Bunun üzerine bedevî; “Emanetin zayi edilmesi nasıl olur yâ Resûlallah?” diye sorunca, Hz. Peygamber; “Yönetim, ehli olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 35)
Evet, adaletin A’sının dahi zedelenmemesi gerekir. Bunun için emanetleri ehillerine vermek en münasip uygulama olacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.