Adı Muhammedî Sevda
Bir yanda bütün güç olanaklarını elinde bulunduran zalim Ümeyye, diğer tarafta Muhammed (sav)’e dost olmaktan başka hiçbir hakka sahip olmayan köle Bilal
“Muhammed’i inkar et diyorum sana”!
“Ehad, Ehad”
“İnkar et Bilal!”
“Ehad, Ehad”
Müşrik lider Ümeyye b. Halef ile köle Bilal’in iman-küfür mücadelesiydi bu. Bir yanda bütün güç olanaklarını elinde bulunduran zalim Ümeyye, diğer tarafta Muhammed (sav)’e dost olmaktan başka hiçbir hakka sahip olmayan köle Bilal… Bir destan yazılıyordu o gün. Adı; Direniş… Bir milad düşülüyordu o an. Adı; Muhammedî sevda… Ve her bir Ehad’da zalim tükenirken Mü’min zafer makamında. Müstekbir yine aciz, yalınayaklılar karşısında.
O gün bugündür, destan olup gönüllere kazındı bu sevda. O gün bugündür devam etmekte bu kavga. Zalimler yine Muhammed (sav)’e saldırmakta, kin kusup salyalar akıtmakta.
Saklanma, köşeye çekilme, ‘Zarardan etkilenmeyeyim’ deme zamanı çoktan gelip geçti. Düşman ar damarını çatlatıp hakaret mevzisine geçti. Artık ashab gibi Muhammed (sav)’e sahip çıkma vaktidir. Artık kabukları kırıp haykırma anıdır. Allah-u Teala’nın buyruğunu yerine getirme zamanıdır. Yüce Allah (cc) buyuruyor: “Onlar sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle toptan savaşın ve bilin ki, Allah mutlaka (azabından) korunanlarla beraberdir.”[1]
Gelip çatmışsa zaman, koyuluyoruz yola ashabla beraber. Görevimizi öğreniyoruz onlardan. Sıkıntıların doruk noktaya ulaştığı bir zamanda, Akabe Beyatı’ndayız. Elimiz Resulullah (sav)’ın elinde. Kalbimiz Resulullah (sav)’ın sevgisinde. Esad b. Zürare’nin dediklerini tekrarlıyoruz:
“Yâ Rasûlallah! Her davetin, yumuşak veya sert, bir yolu ve usulü vardır. Bugün senin yaptığın davet, insanların yüzünü ekşitecek, kendilerine ağır gelecek bir davettir: Sen bizi öteden beri üzerinde bulunduğumuz dinimizi bırakmaya ve kendi dinine tâbi olmaya davet ettin ki, bu çok zor ve ağır birşey olduğu halde, biz senin bu teklifini kabul ettik! Sen bizi insanlarla aramızdaki yakın, uzak bütün akrabalık ve komşuluk ilişkilerini kesmeye davet ettin! Bu da çok zor ve ağır birşey olduğu halde, biz senin bu teklifini de kabul ettik!
……
Bizim kanlarımız senin kanınla, ellerimiz senin elinledir! Biz, kendilerimizi, oğullarımızı ve kadınlarımızı savunduğumuz ve koruduğumuz şeylerden, seni de savunacak ve koruyacağız! Eğer biz bu ahdimizi bozarsak, Allah’ın ahdini bozmuş bedbaht, yaramaz kimseler olmuş olalım! Yâ Rasûlallah! Bu, sana karşı, bizim sadâkat yeminimizdir!
(Evet Ya Resulellah (sav), bu sana bizim de sadakat yeminimizdir.)
Senin, “Yüce Rabbim için şartım; sizden istediğim, O’na hiçbir şeyi eş-ortak koşmaksızın ibadet etmenizdir. Kendim için şartıma, isteğime gelince: Kendimi ve ashabımı barındırmanız, bana ve ashabıma yardımcı olmanız… Kadınlarınızı ve çocuklarınızı savunup koruduğunuz şeylerden beni de savunup koruyacağınız hakkında, sizinle bey’at yapayım!”[2] buyruğuna ‘Lebbeyk!’ diyoruz.
Söz sadakat ister. Söz ameli icab ettirir. An olur söz uğrunda ölmeyi gerektirir. Bunun musaddıkı tarihtir. Bunun şahidi yaşananlardır. Bunun tanığı İslam’ın ve asr-ı saadetin ta kendisidir. İslam’ın, elleri-ayakları öpülesi kahramanlarıdır.
Hicret için Hz. Ebu Bekir ile Peygamberimiz yola koyulmuşlar. Yolda yürürken Hz. Ebu Bekir bazen onun önünde, bazen de arkasında kalıyordu. Neden böyle yaptığını soran Hz. Peygamber’e, Hz. Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Arkada iken sana önden bir saldırı gelir diye korktuğum için öne geçiyorum. Bu sefer de arkandan sana bir saldırı gelir diye korkuyorum ve arkaya geçiyorum.”[3] Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir mağaraya girecekler. Hz. Ebu Bekir “Ya Resulallah (sav)! Ben senin için girip mağarayı temizleyinceye kadar sen yerinde dur!” dedi. Kendisi mağaraya girdi. Mağaranın içini temizleyip yukarı çıkınca, içindeki delik deşikleri gidermediğini hatırladı. Gidip onları da giderdikten sonra “İn ya Resulullah (sav)!” dedi. Hz. Ebu Bekir bir deliği tıkamadığını görmüş, oradan yılan çıkıp da Peygamber Aleyhisselama zarar vermesin diye o deliğe ökçesini dayamış, deliğin içindeki yılan tarafından ısırılmıştı.”[4] Çünkü Ebu Bekir dosttu, dostça davranmıştı. İkinin ikincisiydi. Allah böyle hitab etmişti.
Uhud savaşıdır. Resulullah (sav)’ın şehit edildiği haberi duyulunca hemen herkes bir tarafa çekilmiş Enes b. Nadr ortada ve “Resulullah (sav) şehit edildiyse hiç şüphesiz Allah Hayy’dır. Resulullah (sav)’tan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın! Siz de Resulullah (sav)’ın can verdiği dava uğruna can verin” dedi. Müşriklerle çarpışa çarpışa şehit oldu. Enes b. Nadr’ın cesedinde seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı.[5]
Yine Uhud savaşıdır. Talha b. Ubeydullah der ki: “Gördüm ki, Resûlullah Aleyhisselamın ashabı bozuldular, müşrikler saldırıya geçtiler ve Resûlullah Aleyhisselamı her yandan kuşattılar. Kendisini; önünden mi, arkasından mı, sağından mı, yoksa solundan mı gelen saldırılara karşı koruyacağımı bilmiyordum. Kılıcımı sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdım, nihayet dağıldılar.”[6]
Reci’de hıyanet sonucu esir edilerek Mekkelilere satılan Zeyd b. Desinne asılmak üzere darağacına dikildiğinde Ebu Süfyan: “Sana Allah adına and veriyor ve soruyorum: Şimdi yanımızda, senin yerine Muhammed bulunup da onun boynunu vurmamızı, senin ise ailenin içinde sağ salim yaşamanı arzu etmez misin?” dedi.
Zeyd b. Desinne:
“Vallahi, ben ailem içinde sağ salim oturup da Muhammed (Aleyhisselam)’in -değil sizin yanınızda, hatta şimdi bulunduğu yerde bile- ayağına bir dikenin batmasına, batıp incitmesine razı olamam!” dedi.
Ebu Süfyan:
“Ben, insanlar içinde, ashabının Muhammed’i sevdiği gibi, hiçbir kimsenin hiçbir kimseyi sevdiğini görmemişimdir!”[7] demek zorunda kalmıştı. İşte iman, işte Muhammedî sevginin adıydı bu.
Sad b. Ebi Vakkas şöyle der: “Uhud’ta müşriklerin attığı yerden vuran keskin nişancı okçularından Malik b. Züheyr, nişan alarak Resûlullah Aleyhisselama bir ok atmıştı. Talha b. Ubeydullah, okun Resûlullah Aleyhisselama isabet edeceğini anlayınca, Resûlullah Aleyhisselamı korumak için elini oka karşı tuttu. Ok parmağına değip elini çolak yaptı.”
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!”[8] “Ya Resulallah (sav)! Kendimizi, çoluk-çocuğumuzu, kadınlarımızı koruduğumuz gibi seni her şeyden koruyacağız” sözünün tezahürüydü bu… Biatın gerektirdiklerini yapmanın kendisiydi bu…
Ebu Talha ok yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü iki-üç yay kırmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam, yanından ok dolu çanta ile kimin geçtiğini görse, ona:
“Ok çantanı Ebu Talha’ya boşalt!” buyurmakta idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça, Ebu Talha:
“Ya Rasûlallah! Babam-anam sana feda olsun! Yükselme! Belki sana müşriklerin oklarından birisi değer. Benim göğsüm senin göğsüne siper olsun. Sana değecek, bana değsin!”[9] demişti. Anamız babamız sana feda olsun Ya Resulallah (sav)! Bugün, ‘Sana uzanan eller ve diller bize uzansın’ diyemeyen insanlarımız var. Utanıyoruz, affeyle bizi.
Sad b. Ebi Vakkas’ın kardeşi Utbe b. Ebi Vakkas Uhud’ta Resulullah (sav)’ı yaralayanlar arasında idi. Peygamberimiz “Allah’ın gazabı, Allah’ın peygamberinin yüzünü yaralayan kavim hakkında şiddetlendi” buyurduğu zaman Sad b. Ebi Vakkas: “Vallahi kardeşim Utbe’yi öldürmek için gösterdiğim hırs kadar kimseyi öldürmeye hırs göstermedim” demiştir. Resulullah (sav)’ı her şeyden daha çok sevmek bu değil mi?
Hz. Aişe der ki: “(Hendek savaşında) Resûlullah Aleyhisselam hendekteki gediği, dar yeri beklemek için gidip geldiği sırada, soğuk kendisini titretmiş, gelip ısınmak için yanıma sokulmak zorunda kalmıştı. Biraz ısındıktan sonra, yine o gediği beklemeye gideceği sırada: ‘Ben düşmanların oradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum. Keşke bu gece iyi bir adam olsa, benim yerime orayı beklese!’ buyurmuştu. O sırada, bir silah ve demir âlet şıkırtısı işittim.
Resûlullah Aleyhisselam:
‘Kim o?’ diye sordu.
‘Sa’d b. Ebi Vakkas!’ dedi.
Resûlullah Aleyhisselam ona:
‘Bu gediği sana havale ediyorum! Sen orayı bekle!’ buyurdu. Resulullah (sav)’a zarar gelebileceğinden korkan Sad b. Ebi Vakkas onun haberi olmadan orada beklemiş ve gelebilecek zararın kendisine gelmesini tercih etmişti. Canını Resulullah (sav)’ın canına feda etmişti.
Resulullah (sav) ve ashabının Hayber’de yenilgiye uğratılıp kanlarının helalleştirildiği, mallarının yağmalandığı yaygarası Mekke’ye ulaşmıştı. Hz. Abbas, bu haberi işitir işitmez, arkasının üzerine yıkılmıştı (bayılmıştı). Toplanan kadın-erkek Müslümanlar, işittikleri haberi doğru sanarak, küfür ve azgınlığın bu galebesinden mahvolmuş gibi olmuş ancak haberin yalan olduğu ortaya çıkınca kendilerine gelmişlerdi.[10]
Ebu Dücane, atılan oklara karşı Resulullah (sav)’ın üzerine eğilip kendisini ona kalkan yapmakta, Ebu Dücane’nin sırtına düşen oklar sırtında toplanmakta, Peygamberimize değmemekte idi.
Asr-ı saadet bunlara benzer örneklerle doludur. Bunlar Resulullah (sav)’a yapılan saldırılara karşı Müslüman’ın takınması gereken tavrın birer örneğidir. Bunlar Resulullah (sav)’ın yolunda gidenler için birer ışıktır, nurdur. Bunlar Resulullah (sav)’ın ümmetinden olan tüm Müslümanlara atmaları gereken adımlar ve yapması gerekenlerin birer örneğidir. Sevgimizi ve bağlılığımızı ispat etmenin gerekleridir. Yapmamız gereken vazifemizdir. Verdiğimiz ahdin, yaptığımız biatin, ettiğimiz imanın olmazsa olmazlarıdır.
Şairin şu sözü de Allah Resulü (sav)’ne düşmanlık edenlere bir hatırlatma olsun.
Koç, günün birinde parçalayıp dağıtmak için kayayı boynuzladı.
Zarar veremedi, ama kendi boynuzu kırılıp dağıldı.[11]
“Eğer o kurtulursa ben kurtulmam” diyerek bağıran eski adıyla köle Bilal’di. Sıyrılan kılıçla Ümeyye b. Halef ayağından vurulup yere düşürülmüş, Ümeyye o zamana kadar benzeri işitilmemiş bir çığlık koparmıştı. Ve Ümeyye b. Halef kılıçtan geçirilip işi bitirilmişti.”
“İnkâr et Bilal!”
“Ehad, Ehad”
Bedeniyle hür, ruhuyla hür Bilal, tarihe yazılan destanı Bedir’de tamamlamıştı. Adı Direniş, adı Muhammedî Sevda…
İnzar Dergisi
[1] Tevbe: 36
[2] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[3] Son Peygamber, Prof. M. Ebu Zehra
[4] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[5] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[6] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[7] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[8] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[9] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[10] İslam Tarihi, M. Asım Köksal
[11] Son Peygamber, Prof. M. Ebu Zehra
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.