Said Çınar
Afrin ve yansımaları
Türkiye'nin Afrin bölgesine dönük askeri harekatı, askeri alanda olduğu gibi iç ve dış siyasette de farklı değerlendirme ve tartışmaların konusu olmaya devam ediyor.
Farklı kesimlerin elinde parçalı bir alan olma durumunu sürdüren Suriye, uluslar arası rakip güç odaklarının büyük oranda söz sahibi olması hasebiyle dört dörtlük bir “Uluslar arası sorun” olma pozisyonunu muhafaza ediyor. Hal böyle olunca ülkeler düzeyinde Suriye'ye dönük herhangi bir müdahale zorunlu olarak uluslar arası konsensüs gerektiriyor. Aksine yaşanacak herhangi bir girişim, yerine göre ABD ya da Rusya gibi uluslar arası aktörlerle karşı karşıya gelmek gibi fiili sonuçlar doğurabiliyor.
Türkiye'nin Afrin bölgesine yönelik son hamlesi, uzun zamandır dillendirdiği, ancak “şartların” olgunlaşmasıyla ancak yapabildiği bir hamle olarak önümüzde duruyor. Haliyle gündeme gelen konulardan birisi de Türkiye bu hamleyi yaparken özellikle Rusya ile içerik olarak ne tür müzakereler yürüttüğü veya herhangi bir taahhüt altına girip girmediği şeklindeki istifhamlardan oluşuyor.
Afrin harekatı karşısında Ruslar doğal olarak “destekleyici”; Amerikalılar ise “endişeli” bir tavır takınıyor. Ama Rusların “destekleyici”, Amerikalıların “endişeli” pozisyonlarının sınırı nereye kadar uzanıyor, orası belli değil.
PYD'nin siyasi temsilcilerinin tepkileri de Türkiye kadar mezkur iki uluslar arası güç odağına yoğunlaşıyor. PYDliler, Ruslara karşı öfkeli, Amerikalılara karşı ise veryansın ediyorlar. Ancak ne öfkeleri Ruslara etki ediyor, ne de Amerikalılara yaptıkları veryansınlar şimdilik herhangi bir sonuç doğurmuyor. Bunun da kendi içerisinde bir takım sebepleri bulunuyor.
PYD ve askeri kolunun Suriye'de bir anda umulmadık bir alan hakimiyetiyle baş başa kalmaları, salt kendi becerilerinin sonucu değildi. Sahada oluşan koşullar ve baş gösteren bölgesel ve uluslararası çelişki ağı PYD ve silahlı bileşenlerine bu alanı armağan eden en etkili faktör oldu. Bölgesel ve uluslararası çelişkilerden güç devşirmek salt bir kabiliyet meselesi değildir. Çelişkilerin kimi zaman sunduğu umulmadık imkânlardan yararlanma işi, bir yönüyle çelişik aktörlerin sopası olmayı gerektiriyor, diğer yönüyle de mutlaka bir “Finish noktası” olarak belirmesini kaçınılmaz kılıyor. Aslına bakılırsa bölgesel ve uluslararası çelişkilerden yararlanarak palazlanma stratejisi bu yönüyle tüm bileşenleriyle PKK çizgisinin belki de kalıcı tek stratejisi olarak orta yerde duruyor.
PYD'lilerin tepkilerinin hedefi olan Rusların destekleyici, Amerikalıların endişeli tavırlarının bu bağlamda bir takım sebepleri bulunuyor.
Daha önce Türkiye'nin olası girişimlerine karşı Rusların yine destekleyici tavırları söz konusu iken Amerikalılar salt endişe ile yetinmek yerine daha ziyade “caydırıcı” bir etki oluşturuyorlardı. Çünkü Rakka henüz IŞİD'ten alınmamıştı, Amerikalılar PYD üzerinden Rakka'yı ele geçirme hazırlıkları yapmaktaydılar ve Türkiye'nin Afrin bölgesine yönelik herhangi bir girişimine karşı PYD'liler Rakka planları üzerinden Amerikalıları caydırıcı bir faktöre dönüştürme imkânına sahip bulunuyorlardı. Ancak Rakka'nın IŞİD'ten alınması ve IŞİD hakimiyetinin tamamen sonlandırılması sonrasında PYD/YPG aynı zamanda ellerindeki bu caydırıcılık özelliğini de kaybettiler. Rakka öncesi engellenen Türkiye'nin Afrin harekatının Rakka sonrasına denk gelmiş olması herhalde bu açıdan dikkat çekici olmalıdır. Amerikalılar “endişeli” tavırlar ortaya koymasına karşın Afrin için “İlgi alanımız değil” açıklaması, kendi içinde bir tutarlılık gibi görünmesiyle birlikte aynı zamanda Rusya ile aralarında bir çekişmeye dönüşen PYD kartı konusuyla yakından ilgili bir manevra gibi durmaktadır.
Ruslar hala bile PYD kartını tümüyle Amerika'ya kaptırmayacak bir pozisyon takınmaktadırlar. Soçi bağlantılı siyasal çözüm manevralarında Ruslar bu noktada olabildiğince dikkatli davranmayı ihmal etmiyorlar. Ancak bu pozisyon, Afrin dışında kalan yerlerde PYD'nin askeri açıdan tamamen Amerikalıların etki alanında olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor. Afrin bölgesi ise, diğer bölgelerle coğrafi kopukluğu ve fiili taksimat nedeniyle Rusların etki alanı içerisinde bulunuyor. Daha önce de gündeme gelen ancak Amerikalıların itirazlarına takılan Türkiye'nin olası Afrin girişimlerinin Ruslardan her defasında destek görmesi ya da en azında Rusların itirazlarının görünür olmaması, Amerikalılarla aralarında bir çekişme kartına dönüşen PYD'ye bir tür ders vermek olarak yorumlanmaktaydı.
Nitekim basına açıklamalar yapan ve Ruslara öfke kusan PYD sözcülerinin açıklamaları biraz da Rusların bu tutumuna işaret etmektedir. Amerika'da mukim PYD temsilcilerinin bu konuda öne sürdükleri iddialar, Rusların kendilerinden Afrin'i Şam yönetimine devretmeyi istediklerini, ancak kendilerinin buna şiddetle itiraz etmelerinin Afrin operasyonunun yapılmasında en etkili faktör olduğunu öne sürmektedirler.
Türkiye'nin Afrin operasyonunun netice itibariyle Rusların onayıyla yapıldığı gerçeğinden kuşku bulunmuyor. Harekat öncesi Şam'dan yönelen hava sahası resti ve GK Başkanı ile MİT Müsteşarının Moskova ziyaretleriyle bu engelin aşılması, harekatı kolaylaştıran en önemli unsurlardan birisi olmuştur.
Ancak Ruslarla bu arada ne tür pazarlıklar yapıldı, hava sahasına karşın Ruslara herhangi bir ödün verildi mi, burası şimdilik spekülatif bir nokta durumunda. Zaten Suriye sahasında yaşanan manevralar ve tarafların birbirlerine verdikleri ödünler genellikle spekülasyon konusu olmakla birlikte gerçek içerikleri ancak sahada yansımalarının belirmesiyle anlaşılabiliyor. Bu noktada Afrin'in kontrolü ele geçince Şam'a devretme söylentileri olduğu gibi, hedefteki İdlib bölgesi için geçen dönem yaşanan “Halep formülü” iddialarını dillendirenler de var.
Hangisinin doğru olduğunu görmek ise sahada yansımalarına tanık olunduktan sonra anlaşılabilir.
“ÇÖPLÜKTE BİRLEŞTİK!”
Afrin harekatı üzerine iç kamuoyunda başlayan ve ilerde toplumsal barışı bozma potansiyeli taşıyan devasa bir aşırı milliyetçilik dalgasının köpürtüldüğünü akıl sahibi herkes fark ediyor. Var olan toplumsal dokuyu zehirleme potansiyeli taşıyan bu dalganın önü alınamazsa ne olur, kestiremeyiz.
Ancak zehirlenen toplumsal dokunun nelere mal olabileceğini anlamak için sosyal medyada yayılan şu anekdot hayli dikkat çekici:
“Geçenlerde televizyonda düzgün Türkçesiyle tespitini anlatan bir Suriyeli vardı. Çöp toplayarak geçindiğini anlatıyordu. Bir yerde çok önemli bir tespitte bulundu; sosyoloji kitaplarında başlık olabilecek bir kavram: “Çöplükte birleştik” kavramı…
Genç şöyle anlattı:
Biz Suriye'de önyargılı yaşıyorduk, birbirimize ayırım yapmaya başladık… Şiisi iktidar olduğu için kimseyi beğenmiyordu, Sünnisi çoğunluk olduğu için kimseyi beğenmiyordu. Hıristiyanı zengin olduğu için kimseyi beğenmiyordu. Kürdü başka, Arabı başka, Türkmeni başka beğenmiyordu…
Herkes herkesten nefret ediyordu. Şimdi durum değişti. Hepimiz Gaziantep çöplüklerinde birleştik. Çöp toplarken artık kimse kimseyle tartışmıyor.
Çöplüğe düşünce birleşmeyi öğrendik!”
Birçok bölge ülkesi gibi Türkiye'nin de dizayn politikaları kapsamında bir takım uzaktan kumandalı operasyonlara maruz kaldığı gerçeği inkar edilemez. En son 15 Temmuz girişimiyle zirveye oturan dış bağlantılı operasyonlar hedefledikleri sonuçlara ulaşamadılar.
Dış kaynaklı operasyonların akamete uğratıldığı bir süreçte içerden köpürtülen yıkıcı dalga, netice itibariyle aynı senaryonun bir başka versiyonu gibi durmaktadır. Giderek bir öfke patlamasına doğru evrilme potansiyeli taşıyan bu dalganın dindirilmesinde en büyük sorumluluk şüphesiz ki yöneticilerin boynundadır.
Bu tür öfke dalgaları belki kimileri için kısa süreli bir takım avantajlar olarak algılanabilir. Oysa uzun vadede karşıt öfke dalgalarını da doğuracak bir katalizör işlevine bürüneceği gerçeğini göz ardı etmek büyük bir yanlışlıktır.
Nitekim yaptığımız alıntı ne kadar doğrudur, gerçekten televizyonlara yansımış mıdır bilmiyorum. Ama yaşanan bir gerçekliği ortaya koyması açısından üzerinde düşünülmeye değerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.