Aile Nimetinin Ne Kadar Farkındayız?
Gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandım. Bir de baktım ki gece ihtiyarlamış, gündüz ihtiyarlamış, mevsim ihtiyarlamış
Ailemize hak ettiği ilgi ve sevgiyi zamanında verebiliyor muyuz? Yoksa hep erteliyor muyuz? Diğer insanlarla hoş diyalog kurarken, evin içindekilere nasılız? Allah (c.c)’ın bize bahşettiği eş ve çocuk gibi nimetlerin farkına ne zaman varacağız? Yoksa başlarına bir felaket geldiğinde mi içimiz sızlayacak? Onları kaybetme korkusu yüreğimize düşünce mi?
Evliliğimizin en güzel yıllarını; kavga, küslük ve takıntılarla geçirirsek diğer yıllara ne bırakacağız? Hep o ertelediğimiz mutluluklar zamanında yaşanmayınca, geriye dönüp baktığımızda tıpkı Said Nursi’nin gaflette geçen günleri tarif ettiği gibi, bizler de evliliğimizi mi tarif edeceğiz?
Bediüzzaman Said Nursi, hanımlar risalesinde; “Gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandım. Bir de baktım ki gece ihtiyarlamış, gündüz ihtiyarlamış, mevsim ihtiyarlamış” diyerek gençliğin en güzel yıllarının gaflette geçmemesi için bizleri uyarmıştır. Çünkü artık duyguların dahi ihtiyarladığı bir dönemde el ele tutuşmanın, göz göze bakmanın, tatlı bir tebessümün, özlemle karışık bir bekleyişin ailemiz için pek de bir şey ifade etmediğini göreceğiz. Mutluluğu zamanında yaşamalı ve birbirimizden güzel sözleri, güzel karşılamaları eksik etmemeliyiz. Evliliğimizi zinde tutma adına güzel davranışlarımızı şartlara bağlamamalıyız.
Peki, “Hep ben mi sevgi ve ilgi göstereceğim? Hem karşılık bulamayınca yıpranıyorum. Kocam çok sert bir insan! Ancak bana bağırıp çağırmayı bilir. İlgimi hak etmiyor. Öyle ince düşünen bir adam değil!” derseniz:
Unutmayalım ki geçen yıllar bir daha asla geri gelmeyecek. Evliliğin olgunluk ve ihtiyarlık dönemi, hatta ahiret kısmını da hesap edip yatırımımızı anlayış ve sabır üzerine yapmak zorundayız. Eğer eşimizin sert bir yapısı varsa ve ilgisizse, bu ahlakı o bir günde kazanmadı ki hemen tedavi olmasını bekliyoruz! Üstelik onu da bu tavırları yapmaya iten nedenler mutlaka vardır. Öncelikle eşimize içinde bulunduğu yanlışın farkına varması için yardımcı olalım. İpleri koparmamak adına bunu bilgiçlik taslayarak, tavır yaparak değil de konuya güzel hasletlerini saymakla başlayalım. Devamlı olumsuzlarını sayıp eşimizi sıfırlamayalım. Güzel hasletlerini kendimiz için birer nimet olarak görüp o yönleriyle mutlu olmasını bilelim. Unutmayalım ki; her insanın karakteristik özellikleri farklıdır. Biz de eşimizi iyi tanımlamaya gayret gösterelim ve onu olduğu gibi kabullenmeye çalışalım. Tabi bir takım beklentilerimizi dile getirsek de kesinlikle ısrarcı olmayalım…
Ailemiz bizim için çok büyük bir nimettir. Ama bizler, başkalarına verilen nimetlere gözümüzü dikersek hissemize düşen nimetin farkına varmayız. Rabbimiz nimet taksimatını yaparken hepimize adaletli bir şekilde pay verdi. Biz payımıza düşen nimetle yetinmeyip başkalarınınkine gözümüzü dikerek Rabbimizin takdirine karşı çıkmış oluruz.
Eşimizde bizim için bir veya birkaç nimet bulunduğunu idrak ve tespit etmeye çalışalım. Hatta bize karşı kuralcı, sert olduğunu düşünüp de hayıflandığımız yönlerinde bile birer nimet saklı olduğunu idrak etmeye çalışalım. Rabbimiz şer olarak gördüğümüz nice şeylerin içine hayır gizlemiştir. Acele edip de her şeyi şer gibi görmeyelim. Şayet eşimizin eksik ve yanlış yönlerini şer gibi görürsek ondaki hayrı da idrak edemeyiz. Hem onu, yanlışlarına kurban edip damgalamış oluruz. Bize düşen daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi uygun zaman ve zeminde güzel bir üslupla beklentilerimizi ifade etmektir…
Bazen kadınların çokça söylediği sözler var. “Şu kadın asla beni geçemez! Ama kocası onu başına taç etmiş. Adam karısı hamile diye yemek yapıyor, evi temizliyor, çocuklara bakıyor. Biz de vara vara elin kabadayısına vardık!”
Böyle bir bakış açısı yanlış ve tehlikelidir. Zaten kişinin elindeki nimeti de bir türlü fark edememesini sağlar. Çünkü bu söylemlerde haset duygusu vardır. O haset güzel duyguları öylesine yer bitirir ki kişi, hâşâ Allah (c.c)’ın adaletinden şüpheye düşer. Allah (c.c)’ın kendisine hiç nimet vermediğini düşünür. Ömrü ağlayarak geçer ve çabuk yaşlanır. Bunun tek tedavisi hastalığın farkına varıp elindekilerle yetinmeyi ve razı olmayı bilmekledir.
Şunu da unutmamak gerekir ki her insan aynı karaktere sahip değildir. Eşimizi başka erkeklerle kıyaslamadan önce bir kendimize bakalım. Her kadın aynı anlayışa, aynı tepkiye, aynı düşünce ve bakış açısına mı sahip? Tabi ki hayır! Erkekler de farklı karakterler ve anlayışa sahiptir. Örneğin; “Kimi erkek çocuğunu parka götürerek sevindirir. Kimi de bir poşet şekerlemeyle… Kimisi yolda yürürken bebek arabasını sürer. Kimisi bunu gurur meselesi yapar, kendine yakıştıramaz. Kimi erkek karısı ve çocuklarıyla yeşil alanlara gitmekten hoşlanır kiminin de fıtratına çok ters gelip evde vakit geçirmeyi sever. Kimi erkek mutfak işlerinden hoşlanır. Kimisi de evde çocuğunu sallamaktan… Bazı erkekler bunların hiçbirinde hoşlanmayabilir. Ama hanımına farklı yönlerden destek ve yardımı olur. En azından yük olmamaya çalışır. Hiç kimse aynı anlayışa sahip değildir. Yaşam koşulları, yetiştirme tarzları, içinde bulundukları sosyo-ekonomik koşullar, insanlarla ilişkilerinde her zaman etkin rol oynamıştır…
Komşunun kocası sabaha kadar çocuk sallıyor diye bizim eşimiz de sallayacak değil. Biz bunu komşumuzdan duyar duymaz eşimize “Bak elin kocası nasıl yardımcı oluyor karısına! Adam karısı uyusun diye sabaha kadar çocuğu sallarken sen çocuk ağlayınca bana bağırıp gidip diğer odada yatıyorsun. Şans işte…” dersek ve eşimizi kişiliğinde olmayan bir şeye zorlarsak başkalarıyla kıyaslarsak onu aşağılamış oluruz. Böylece o da kendindeki güzel meziyetleri inatlaşıp göstermez…
Peki, “İki ayağımız bir pabucun içinde olsa dahi yardım istemeyecek miyiz?” derseniz:
Yardım beklentilerimizi zor durumda kalınca tabi ki dile getirmeliyiz. En güzeli de seçenekler sunup hangi konuda yardım edebileceğini sormamızdır. Hatta bizi bu konuda ne kadar mutlu edeceğini ifade etmeli ve yardımın sonunda teşekkür edip ona dua etmeliyiz. Bu hareketimiz yardımın devamlı olmasını sağlayacaktır. Örneğin; misafir gelecekse, yemek yapılıp bulaşık yıkanacaksa ve çocuk da çok ağlıyorsa ona bu seçenekleri sayabiliriz. Tabiat olarak çocuğa bakmayı seçecektir. Ya da ağlama sesini kaldıramıyorsa malzeme doğramayı da seçebilir. Ama kesinlikle onun, üzerimizde emir sahibi olduğunu unutmayalım ve bir yönetici gibi davranmayalım. İşi saygısızlık boyutuna götürmeyelim…
Bazı kadınlar işlerin arasında boğulunca kocayla bu konuyu konuşmak yerine asık bir suratla laf atarak çözmeye çalışıyorlar. “Sen ancak oturmayı ve emir vermeyi bil. ‘Bu kadın bu çocukla bunca işi nasıl yetiştirecek’ diye düşünme!” diye kocalarını aşağılayarak çözüm bulacaklarını sanıyorlar. Bu tavırlar kocamızı asileştirip anlayışın daha da azalmasına neden olur...
Eşimizin aklına bize destek olmak veya çocuğu susturmak gelmiyorsa, gelin biz getirelim. En güzel yıllarımızda, birbirimizi yanlışlarımıza kurban etmeyelim. Sermayemiz ‘anlayış’ olsun. Yaşlılık döneminde geriye dönüp baktığımızda; birbirini isyana götürmüş ve şimdi de tahammülü kalmamış iki yaşlı olmayalım. Yıpranan bir evliliğin yaşlılık dönemi nasıl olacak ki! Yıllarca küs yaşayan, tabaklarını ve odalarını ayırmış, birbirine takıntılı iki yaşlı kalacak ortada (Allah muhafaza)!
Peki, evlatlarımıza kahırdan başka ne sermaye bırakacağız? Şayet aile kavgaları arasında büyüdülerse ruh sağlıkları nasıl olacak? Yanlışlarımız onlarda ne gibi doğrular oluşturacak? Onlar daha büyümeden, onların Rabbimizin bize nimeti olduğunun farkına varıp huzurlu bir aile ortamında yetiştirmeye çalışmalıyız. Onlar bizim hayat bahçemizin meyveleri ve mis kokulu çiçeklerimiz. Cennet kokusu almak istiyorsak bebeğimizi bol bol koklayalım…
Bir anlık yoklukları bizleri nasıl da kedere boğuyor değil mi? Başlarına bir şey geldiğinde onları kaybetme korkusuyla ciğerimiz paramparça oluyor değil mi? Pişmanlık sarıyor yüreğimizi ve “Keşke ona ‘şu’ kelimeleri söylemeseydim. Konuştuğunda onu susturmayıp dinleseydim” diyoruz. Daha yanımızdayken hasretleri sarıyor yüreğimizi. Onların kıymetini her dönemlerinde bilmeli ve doya doya sevmeliyiz…
İş işten geçmeden onların kıymetini bilelim ve onlar konusunda hesaba çekileceğimiz günden korkalım. Dahası kocamıza kızıp da acısını çocuklarımızdan çıkarmaya kalkışmayalım…
Yine, eşlerimizden 2-3 gün ayrı kaldığımızda oların kıymetini nasıl da anlıyoruz değil mi? Onların yerini hiçbir şey doldurmuyor! Kavuşmak için gün ve saatleri saymaya başlıyoruz. Ona olan özlemimiz ondaki güzel vasıfları aklımıza getiriyor birden ve ‘keşke’lere boğuluyoruz. Yaptığımız yanlışlardan dolayı pişmanlık sarıveriyor yüreğimizi. Hele yıllarca ayrı kalanlar ne kadar da hasretler iki çift sözüne, çocuklarının ‘baba’ değişine, onu kapıda karşılamaya, o sohbetine ve sıcak gülüşüne. Bu ayrılık esnasında nasıl da masaya yatırırlar hatalarını, kusurlarını, eksiklerini…
Evet, ailemizi yıpratmadan kıymetlerini bilelim! Onları bir takım eksiklik ve kusurlarına yem etmeyelim. Onlar da bizi yem etmesinler…
Mutlu ve huzurlu bir aile ortamı dileğiyle, Allah(c.c)’a emanet olunuz…
Firdevs Irmak / Nisanur Dergisi – Nisan 2012
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.