Sertaç TEKDAL
Akibeti Zillet Olan Zirveler
İnsanlık tarihi, nice imparatorluklara, devletlere, yönetim ve diktatörlere şahittir. Ölümlü hayat bunların hiçbirisine kalmamış, hepsini alıp götürmüştür. Kimi dönemler insanlık huzurlu bir ortam, rahat bir nefes alabilme imkanı bulmuşsa da, zulmün temsilcileri değişik coğrafyalarda hep varola gelmişlerdir. Bu zulmün idamesi için de iktidarlar, en garantili araçlar olarak kullanılmışlardır. Tahakküm arzulu, saltanat ve iktidar hevesli nice zalimlerin zulümlerine şahit olmuş bu insanlık. Gün gelmiş iktidar uğruna katliamlar yapılmış, vahşetler sergilenmiştir. İslam’ın nuruyla aydınlanmış kalpler ne kadar merhamet, şefkat ve adalet taşıyorsa, bu nurdan mahrum gafiller de bir o kadar vahşi, zorba ve sınır tanımaz olabilmektedirler. Tertemiz fıtrat, aslına uygun bir yaşam ve düşünce ile tanışmaktan mahrum kalınca, yerini şeytani düşünceler, nefis, hükmeden heva ve heves alır. İşte İslam’ın merhamet dolu yolu, sırf insanlığın selameti için mücadele verirken, mezkur karakterdeki insanlar da, şeytanın kuklası olarak insanlığı felakete düşürme çabası içerisine girmektedirler. Bu bozuk karakterli insanlar, hangi coğrafyada, hangi zaman ve zeminde yaşarlarsa yaşasınlar, karakter bir olduğundan hüküm de bir oluyor ve zulüm en büyük vasıfları olarak göze çarpıyor.
Bugün, küreselleşen vahşetin temsilcileri dünya egemenliğine soyunduklarından, emperyal politikalarını da her coğrafyaya taşımak için sinsi planlarını uygulamaya devam etmektedirler. Yeraltı zenginlik kaynakları, stratejik bölgeler, verimli topraklar v.s. tüm güzellik ve zenginliklere sahip olma uğruna yapılmakta tüm bu yayılmacı politikalar. Bu projeler kapsamında şekillenen düşüncelere göre hak arayışı terör, hak arayan terörist ve zillet içerisinde işbirlikçi kölelik ise uzlaşı olarak tarif edilmektedir. Ölümü zillete tercih eden islam erleri, tüm coğrafyalarda bu sömürü güçlerine karşı vatan, namus ve akide savaşı verirken, kuşkusuz ki uluslara hükmeden ve uluslararası toplum olarak tarif edilen emperyalist güçler rahatsız olmakta ve bunu bertaraf edebilmek için türlü tuzak ve hilelere başvurmaktadırlar. Tüm bölgelere askeri güç yığıp fiili mücadeleye girişemediklerinden, iktidara oturttukları kukla yönetimler sayesinde çok daha rahat ve kayıpsız bir şeytanlık sergileyebilmektedirler.
Bu iş için hasta ruhlu, saltanat ve para düşkünü sadist liderler en vazgeçilmez tercihleridirler. Kendi yapamadıklarını bu tür zalimlere rahatlıkla yaptırabilmekte, hem ekonomik kayıp, hem askeri kayıp, hem de olası bir yenilgi ile prestij kaybı yaşamaktan kurtulmaktadırlar.
Bu kukla yönetimler, sırf iktidarlarını sağlamlaştırmak uğruna emperyalist güçlerden gelen direktifler doğrultusunda kendi halkını ezmekten, zulme maruz bırakmaktan, açlığa düçar etmekten hiç mi hiç sıkıntı duymamakta; bir yandan başkaldıranları ezmiş olmaktan, bir yandan potansiyel tehlikelere gözdağı vermiş olmaktan, öte yandan uşaklığını yaptıkları süper güçlere şirin görünmüş olmaktan egoist ve sadistçe bir haz duymaktadırlar.
İktidarlarını korumanın, şahsi çıkar ve saltanat arzusunu muhafaza yolunun ancak baskı ve zulümle sağlanabileceğini düşünmektedirler. Yine gerçekleştirdikleri vahşetler neticesinde sürekli bir kaybediş korkusu taşıdıklarından, kendi halklarını sömürebilmenin, emperyalistleri mutlu edebilmenin tek yolunun demir yumruk olduğuna inanmakta ve bu inancın gereğini de eksiksiz bir şekilde yerine getirmektedirler. Yakın tarihte İsrail’e karşı başarısız bir savaş sergilemişken, kendi halkına karşı aslan kesilen Mısır’ın Diktatörü Cemal Abdunnasır, Şehid Seyyid Kutub gibi alimlerin aydınlatıcı fikir ve düşüncelerini, tahtı için sürekli bir tehdit olarak görüp onları katletmiştir. Ölümünden sonra Abdunnasır’ın yerine geçen Enver Sedat ise İsrail’le anlaşma yoluna giderek en büyük ihaneti sergilemiş ancak bu, onun kahraman şehid Halid İslambuli tarafından öldürülmesiyle noktalanmıştı. Yerine geçen Hüsnü Mübarek ise kukla rolünü onyıllarca sürdürdü. Mısır İslami hareketlerine karşı sürekli bir baskı uygulamak suretiyle koltuğunu koruma gayreti içerisinde oldu ama onun da akibeti (bugünlerde serbest bırakılma ihtimaline rağmen) zilletten öte olmadı. Ve ardından gerçekleştirilen halk devrimi ile birlikte yapılan seçimlerde başa gelen Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi, batı ve kukla ülkelerin desteği sonucu bir askeri darbe ile görevinden uzaklaştırıldı. Özgürlük ve adalet yolunda direnen binlerce yiğit katledildi/katlediliyor.
Oysa tarih boyunca halkına ve davasına ihanet edenler, gün gelmiş bir paçavra misali sığındıkları efendileri tarafından tardedilmişlerdir. Bir dönem dünyevi zenginlik ve sefahatin zirvelerinde bulunsalar da, bu zirvelerden tepetaklak olup zillet çukurlarına yuvarlanışları bir ibret vesikası olarak bilinmektedir. Allah’a, davasına ve halkına ihanet edip Hakk düşmanlarına sadakat göstermeye çalışan çağdaş firavun Sisi ve Suud kralı gibi kuklalar, Albay Kasım, Enver Sedat, Saddam, Ahmet Kadirov, Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibilerin akibetini daima gözününe almak zorundadırlar. Aksi taktirde zulümle abad olamamış tüm tiranlar gibi kendileri de abad olamayacaklardır. Akibetlerini belirten şu ayet, tüm zalimlerin yüzüne haykırmaktadır: “Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâpla devrileceklerini göreceklerdir” (Şuara 227)
Halkının inanç ve değerlerine aykırı söylem ve davranışlar sergilemek suretiyle bir kazanım peşinde olanlar er ya da geç bu zilleti tadacaklardır. Hüseyni kıyama karşı yezidi safta yer alıp bir kemik peşinde olanların bugün nasıl anıldıklarına tanıklık etmekteyiz. Bugün de ibret almaksızın aynı tavırla dinine, müslüman kardeşine ve halkına ihanet edip aldatanlar, çıkar odaklı makyavelist zihniyetler ve menfaatperestler, belki geçici bir süre zirvelerde zevklenir, eğlenirler ama onları bekleyen akibet de sadece ve sadece zillet olacaktır.
Ne mutlu Hakk ve sadakat ehli olup, acılı ve sancılı da olsa izzet yolunu tercih edenlere ve ölüme gülümseyerek gidenlere…
Ve yazıklar olsun zillete bürünmüş bir dünya hayatını tercih edenlere...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.