Allah (cc)’ın Mü’minlere Zafer Va’di
Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte asıl fasık / inkârcı olanlar onlardır.
“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzünde hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onlar için yerleştirip sabitleştireceğini ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını va’d etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte asıl fasık / inkârcı olanlar onlardır.” (Nur S: 55)
Şüphesiz Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara zaferi müjdeleyen bu ve buna benzer pek çok ayeti kerime vardır. Hem de mutlak ve kesin bir va’dle… Ve hiçbir şüphe ve tereddüde mahal bırakmaksızın… Üstelik bu va’d edilen zafer için sadece yakin derecesinde iman ve İslam şeriatının öngördüğü salih ameller şart koşulmaktadır!... Yani sağlam imana sahip olup salih amellere sarılan ve menhiyattan da sakınan hakiki Mü’minlere zafer ve nusret-i ilahinin mukadder olduğu müjde ile va’d edilmektedir.
Hiç şüphesiz bu yol zahmet ve sıkıntı doludur, bu yolun salikleri, akla hayale gelmedik zorluk ve sıkıntılarla karşılaşırlar. Hem öyle zorluklar ki, sabır cevşenine/zırhına ve takva libasına bürünmeyen insanların, bu yolun eza ve cefalarına tahammül etmeleri ve bu yolda sebat göstermeleri pek zordur. Hem o kadar zor ve zahmetlidir ki, bu mücadele kervanlarının başı ve rehberleri olan peygamberler dahi tahammülde zorlanmış ve Rablerinden istiğasede bulunmuşlardır. Ancak bütün bu zorluklarla beraber bu işe tahammül mümkündür. Zira mümkinattan olmasaydı ve beşer takatinin fevkinde olsaydı, hâkimler hâkimi olan Allah (cc) kullarını bu konuda sorumlu tutmazdı.
Dava ve mücadele erbabı mücahitlerin önünde sayısızca düşman ve düşmanların oluşturduğu engeller mevcuttur. Bir taraftan kâfirler ve onların avaneleri bütün güç ve imkânlarıyla onları imha etmeye çalışırlarken, diğer taraftan da İslami kisveye bürünmüş nifak ve ihanet şebekeleri, fitne kazanlarını kaynatıp dış unsurlarla koordineli bir şekilde Müslümanların içyapılarını çökertmeye çalışmaktadırlar. Bütün bu şer odaklarıyla beraber Müslümanlar için diğer en tehlikeli unsur da şeytan ve onun refiki nefistir. Nefis ve şeytanın imha ve tahrip gücü kuşkusuz daha büyüktür. Görüldüğü gibi Müslümanlar, çepeçevre amansız ve tahripkâr düşmanlarla kuşatılmışlardır. Kuşkusuz bütün bunları ya bizatihi yaşıyor veya diğer bölge Müslümanlarının hayatlarında müşahede ediyoruz.
Şüphesiz bütün bu kuşatılmışlıklar, karşılaşılan zorluklar ve çekilen zahmetler sünnetullahın bir tecellisidir. Yani bütün bu çekilenler, Allah(cc)’ın izni ve Onun meşiyyeti doğrultusunda gerçekleşmektedir. Ve bütün bunlar, gerçek durumumuzun gün yüzüne çıkması için Rabbimiz tarafından tabi tutulduğumuz sınavımızın bir neticesidir. İmanlarına, İslamlarına ve emanetlerine sadakat gösterenlerle göstermeyenlerin birbirlerinden tefrik edilmeleri ve İslam saflarının her türlü nifak ve rics mülevvesesinden arındırılması içindir; ama unutmayacağız ki, bela ve musibetlerin tufan dalgaları gibi kabardığı ve Müslümanları kuşattığı anlar, ilahi nusret ve zaferin de en yakın olduğu ve rahmet kapılarının açılmaya yüz tuttuğu bereket dolu anlardır. Özellikle böylesi kritik durumlarda dava adamlarının izzetli bir tutum sergileyip, sebat ve kararlılıkta şahika bir örneklik göstermeleri gerekir ki, düşmanlarını hezimete sürükleyecek korkuları onların kalplerine akıtsın ve İslam saflarının da daha bir pekişip sağlamlaştırılmasını sağlasınlar. Özellikle yüreklerin gırtlağa dayandığı, belaların sağanak şeklinde boşaldığı tehlikeli durumlarda, gerçek dava adamlarının sorumlulukları kat be kat artar, onların cesaret ve kararlılıkla İslam saflarının muhafazasını sağlama, darbeleri önleme ve yapıyı daha bir güçlendirmeye odaklanma sorumlulukları vardır. Maruz kalınan bu tür badirelerin atlatılması için de Allah(cc)’tan “sabır ve namazla yardım dilemeleri” gerekir. Bu işin yegâne çaresi budur! Değilse paniklemek ve kaçış yollarını aramak, hiçbir derde çare olmayacağı gibi, İslam düşmanlarını daha bir cüretlendirip hırçınlaştırır.
İslam düşmanlarının elinde çok etkili ve öldürücü silahların var olduğu hepimizin malumudur. Hatta o kadar gözü dönmüş mahlûklardır ki hiç çekinmeden biyolojik, kimyasal ve nükleer silahları kullanmışlardır. Ve şu anda Müslümanlara karşı yer yer kullanmaktadırlar. Bu kâfir güruhun bu sınır tanımamazlığı haliyle İslami camiada “Müslümanları tümüyle imha ederler” endişesini doğuruyor. Bu endişeyi taşıyan Müslümanlara Rabbimizin şu rahatlatıcı ve güven verici va’dini tekrar zikredip üzerinde tefekkür etmekte büyük yarar vardır:
“…Allah, kâfirler için Mü’minler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” (Nisa S: 141)
Benzer bir müjdeyi de Resulullah(sav) vermektedir. Yani kâfirler ve İslam düşmanları, ellerindeki tüm konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan silahları kullansalar da Allah(cc)’ın izniyle Müslümanları imha edemeyeceklerdir. Sahip oldukları orduları ve silahları, Allah(cc)’ın Müslümanların önüne koyduğu “dünya hâkimiyeti” hedefine sağlam adımlarla ilerlemelerine engel olamayacaktır. “Yeryüzüne Müslümanların hâkim olmaları ve İslam’ı bütün kurum ve kurallarıyla yaşatmaları” gerçeği bir va’d-i ilahidir, er veya geç bu hakikat tahakkuk edecektir. Bunda en küçük bir şüphe yoktur. Allah(cc), verdiği vaadinden rücu’ etmekten beri ve yücedir. Hal bu iken, bu yüce va’d-i ilahi, Allah(cc)’ın dininin hâkimiyeti uğruna mücadele veren mücahitlerin azmini ve kararlıklarını artırmalı ve zorluklara karşı sabır ve sebatlarını pekiştirmeli değil midir? Zorluklar karşısında gevşeyen ve umutsuzluk girdabına düşenleri de canlandırıp umut bahşetmeli değil midir? Allah(cc)’ın bu tür va’dleri karşısında umutsuzluk ve gevşeklik, Mü’minlerin şe’ninden olabilir mi? Hem üstelik gerek tarihimizde ve gerekse de hâlihazırda bu hakikatin güçlü işaretlerini görmekteyiz. Bugün bütün dünya küfrü, işbirlikçileriyle bir olup; Çeçenistan, Irak, Filistin, Lübnan, Afganistan ve Somali’de Müslümanları yok etmenin savaşını verirken, geldikleri nokta bunun en açık kanıtı değil midir? Müslümanların bu destansı direnişlerini yalnız maddi argümanlarla izah etmek mümkün müdür?
“Onlar, çeşitli gruplardan oluşmuş ve şuracıkta bozguna uğrayacak derme çatma bir ordudur.” (Sâd S:11) Allah(cc)’ın irade ve kudretiyle günümüz ahzabının da pek yakında hezimete uğrayıp, emellerine ulaşmadan topraklarımızdan kovulduklarını göreceğiz. Ondan sonra da onların kendi yurtları “hak ile batıl” arasında cereyan edecek savaşların sahası olacaktır.
Bu mukadder olan hakikatlerin tahakkuku için Müslümanların yapacakları iş, İnzar dergisinin geçenlerde kapağına aldığı şu ayet-i kerimenin vazettiği ferman-ı ilahiyi yerine getirmeleridir.
“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz; fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz…” (Enfal S:60)
Evet, Müslümanların yapacakları iş, günümüzde bu kuvvet ve besili atların muadili olan imkânları hazırlamaları, büyük bir cehd ve kararlılıkla, bıkmadan, usanmadan, korkmadan, büyük bir iştiyakla -geceyi de gündüze katmak suretiyle- bu aziz İslami mücadeleyi sürdürmeleridir. Şüphesiz Müslümanların kararlılıkları ve elde edecekleri zaferleri, yılgın düşen Müslümanları canlandırıp tekrar İslam saflarına avdetlerini sağlayacağı gibi, İslam düşmanlarının da hezimetlerini süratlendirecek ve onlara boyun eğdirecektir.
Karşımıza çıkan bütün bu tarihi tablolarda görüyoruz ki, gerçekten kâfirler, korkak ve beceriksiz, Müslümanlar ise kahraman ve mahir kimselerdir. Zaten olması gereken de bu değil midir? Şüphesiz Rabbimiz ve Resulümüz en doğrusunu söylüyorlar. Mevla’mız Kur’an-ı Mubin’de:
“Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar, kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, oysa onların kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanamayan bir topluluktur.” (Haşr S: 14)
Efendimiz ve Resulümüz (sav) de buyurur ki: “Benim rızkım mızrağımın gölgesinde kılındı. Horluk ve aşağılanma da benim emrime karşı koyanlar için öngörülmüştür.” (Buhari)
Bu ayet-i Kerime ve hadis-i şerif, olmamız gereken gerçek durumumuzu ortaya koymaktadır. Eğer bugün İslam ümmeti olarak layık olduğumuz yerde değilsek bunun tek müsebbibi bizleriz, sorumluyu başka yerde aramak beyhudeliktir.
“Bu bir zillettir, zelilin yaşantısına kim imrenir! Nice hayat vardır ki ölüm ondan daha hayırlıdır. Zelil olana zillet kolaydır. Çünkü ölünün yaradan incineceği yoktur.”
Allah(cc)’a sonsuz hamd u senalar olsun, bir daha ilelebet dönmemek üzere zilleti alıp tarihin çöplüğüne attık. İzzeti ise yudum yudum yudumluyoruz. Onun tadı damağımızda, rayihası ise bütün varlığımıza sindi ve bizi meftun etti. Allah(cc)’ın izniyle kıyametler başımıza kopsa, insi ve cinni şeytanlar ahzabıyla üzerimize üşüşseler yine bundan asla vazgeçmeyeceğiz. Artık izzet kıvılcımı davaya olan aşkımızı tutuşturmuştur. Bu aşk alevi bütün ümmeti kucaklamaktadır. Artık zillet ve meskenetin o meşum dönemi geride kaldı. Şüphesiz bunlar, “Allah’ın insanlar arasında deveran eden günleriydi!” Eyyamullah artık zaferimize doğru deveran etmektedir. Hiç kuşku yok ki İslam düşmanı kâfir ve mürtedleri çok kötü günler beklemektedir. Zira hesap ve planları birer birer boşa çıkmakta ve Allah(cc)’ın kudretiyle başlarına dolanmaktadır. Çünkü “Allah, kelimatıyla hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin de ardını kesmek istiyordu.” (Enfal S: 7) İşte bu miad-ı ilahi artık dolmuştur. Allah(cc)’ın iradesinin önünde duracak hiçbir güç yoktur.
Konumuzun başına aldığımız Nur Suresi: 55. ayeti kerimeyi, aşağıda zikredeceğimiz iki hadis-i şerifle beraber tekrar tekrar düşünüp anlamaya ve onlarda meknun olan esrar-ı ilahiyi fehmetmeye çalışalım.
Sevban, Peygamber Efendimiz(sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Yüce Allah benim için yeryüzünü dürüp topladı. Öyle ki yerin doğularını ve batılarını gördüm. İşte benim ümmetimin egemenliği benim için dürülüp toplanan bu yerlere kadar ulaşacaktır.” (Müslim)
İbni Hibban sahihinde şöyle rivayet eder: “Bu iş (yani İslam) gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Yüce Allah bu dini çamurdan ve kıldan her eve sokacaktır. Bu, birinin aziz birinin de zelil olması ile sonuçlanacaktır. Allah İslam’ı aziz, küfrü ise zelil kılacaktır.” (Heysemi)
Burada zikrettiğimiz bütün bu sürur verici müjdeleri taçlandıracak ve gönüllerimizi coşturacak şu ilahi müjde ile konumuzu hitama erdirmeye çalışalım.
“Kim Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) galip gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın Hizbi/Taraftarıdır.” (Maide S: 56)
İnanıyor ve diliyoruz ki, bu kadar karanlık ve çileli bir dönemi yaşayan asrımızın Müslümanları olarak, Allah(cc)’ın ve Resulünün bu aziz müjdelerine mazhar oluruz. Kirlenmiş olan dünyamızı temizleyip, İslam’ın nuruyla aydınlatır ve onun adaletiyle donatırız. Dünyamızı fitne, fesat, münkerat ve ma’siyetten arındırıp hak, hukuk, özgürlük ve Allah’a kul olma şerefiyle taçlandırırız. Bu günler hiç de uzak ve hayal değildir. Allah(cc)’ın izn-i kuvvetiyle bu günler pek yakındır. Yeter ki hayatımızı, varlığımızı, tüm kıymet ve değerlerimizi ve de ölümümüzü Allah’a ve Onun aziz dini İslam’a kurban etmeye hazır olalım!...
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.