Allah Resulü (sav) En Güzel Örnektir
Dedik ki, davetçi davasını insanlara götürürken, davetinin yollarını tespit ederken… Örnek aldığı biri vardır.
ÖRNEKLİĞE DAİR
Dedik ki, davetçi davasını insanlara götürürken, davetinin yollarını tespit ederken… Örnek aldığı biri vardır. Ve yine dedik ki davasına, cemaatine, davasının programına son derece muti’, Müslim ve Mümin olan bu davetçi, bu örneklik gerçeğini davetçilerin Seyyidi, Allah Resulünden alır.
Burada kast ettiğimiz örneklik gerçeği, efendimiz (sav)’in mübarek şahsında bir bütün olarak vahiy örnekliğidir. Bununla, daha geniş anlamda bir örnekliğe işaret etmeyi amaçlıyoruz. Tabii olarak Allah Resulünün hayatı ve mücadelesi bu örnekliğin merkezini oluşturuyor. Bunun için siyer denilince davetçinin aklına beşeriyeti vahye uydurma projesi gelir veya gelmelidir. Zira Allah Resulünün gönderilişi, bu hadiseyi gerçekleştirmek ve insanlık âlemine kıyamete kadar devam edecek bir örnekliği, bir modeli ve de bir yaşam usulünü göstermek içindi. O bunu yaptı.
Kabul etmek gerekir ki vahye özgü bu kutsal örneklik bize çok yalın, çok berrak ve çok canlı bir şekilde ulaşmıştır. İnsanlık tarihi bu şekilde bunun bir örneğine daha şahid olmamıştır ve olamayacak da. Bu ilahi bir lütuf, rabbani bir nimet ve şükrü mucip büyük bir ihsandır. Bu ancak, bu davaya ve bu davanın müntesiplerine has, yapılmış ilahi bir inayet olarak değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi bu kutsal örneklik, Allah Resulünden sonra sahabe-i kiramdan başlayarak asır asır, nesil nesil devir- teslim yollu bir tevatürle adeta şimdi yaşanıyor/ şimdi yaşanmışçasına en ince teferruatlarıyla beraber bize kadar gelmiş, bize bir emanet olarak teslim edilmiştir. Bu kutsal emanetin aziz taşıyıcıları hiç şüphesiz her zaman insanların en Salihleri, en sıddıkları, en muttakilerinden olmuşlardır. Bu gün de böyle. Bu durum bana Urane vadisinde iken (Veda hutbesi) Allah Resulünün ashabına söylediği şu mübarek sözünü anımsattı: “… Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın…” onlar, bu emre sadık kalarak emaneti ulaştırmaları gereken yere ulaştırdılar. Allah onlardan razı olsun.. ve ey Allah’ın sadık muhbiri! Ey Allah’ın emin elçisi! Anam babam feda olsun emanetin ulaşmıştır…
ALLAH RESÜLÜ’NÜN ÖRNEKLİĞİ
Allah Teala bu mübarek örnekliği âlemlere rahmet olarak gönderdiği kendi elçisinin şahsında hayatında ve mücadelesinde görmemizi, oradan almamızı öğütlüyor.
“Ey iman edenler! And olsun ki, sizin için Allah ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikreden kimseler için Allah Resulü en güzel bir örnektir.”[1]
Yani ey İslam davetini Resulümle beraber, onun Sünneti ışığında omuzlayan müminler! Allah Resulüne bakınız! Onun yaşantısına, Onun mücadelesine, Onun yöneldiği hedefe bakınız! Bakınız ve Onu evet, sadece Onu örnek alınız! Yemin olsun ki, sizin için O en güzel örnektir. En güzel numune, en güzel modeldir.
İslam’ın nurlu da’vetçisi bilir ki, Allah Resulünün mübarek şahsiyeti dünyaya teşrifinden itibaren bi’setin başlangıç anına dek nefes nefes, adım adım Rabbani bir yetiştirme ile vahyi almaya müsait hale getirilmişti. Hak Teala Onu bu mukaddes vazifeyi üstlenmesi için hazırlamıştı. Asırlarca zaman önce atası İbrahim (as)’in yaptığı: “Rabbimiz! Onlara içlerinden bir peygamber gönder..” duası kabul olmuştu. Yine o gelmeden asırlarca önce İsa Ruhullah’ın “… Benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan bir peygamberi müjdeleyici olmak üzere…”[2] diye haber verdiği müjdesi gerçekleşmişti. Böylece O Abdullah’ın yetimi, Muhammed (as) olarak doğarken vahiy Onu örnek oluşun en ala zirvesine yerleştirdi. Bütün peygamberlerden sonra geldi; ama bütün peygamberlere imamlık ve önderlik yapma makamı Ona verildi. Buna göre O, gelmiş geçmiş bütün davetçiler ve dolayısı ile bütün insanlık âlemi için yegâne bir örnek, yaşantısı ve mücadelesi ile de yegâne bir modeldir. O fıtri yörüngesinden çıkmış, yolunu kaybetmiş, rotasını şaşırmış, sapıklık vadilerinde şaşkın bir durumda bulunan insanlık âlemini düze, doğruya, fıtratıyla mutabık yörüngeye ve selamet sahiline çıkaran nurlu bir hidayet davetçisidir.
Çünkü O, Allah’ın biz insanlara gönderdiği elçisi ve elçilerin en sonuncusudur. Onun kendisi ile gönderildiği örnek mesajın hem lafzı ve hem de hükmü kıyamete kadar bakidir. Ondan sonra insanlık âlemine örnek ve model olabilecek hiç kimse, hiçbir beşer gelmeyecektir. Ondan sonra Onun bıraktığı mesaj (Kur’an ve sünnet) ve bu mesajı hakkı ile uygulayacak muttaki âlim ve rehberler bu örnekliği temsil edeceklerdir. Tüm bu izahatlar bir yana Rabbimiz, hükmünü koymuş, ve ‘en güzel örnek..’ olarak Ona uymamızı, eğer Allah’ı seviyor isek Ona itaat etmemizi, O’na yapılacak itaatin Allah’a yapılmış bir itaat olarak değerlendirildiği, Onun bize verdiğini almamız, vermeyip yasak dediği şeylerden de hemen kaçınmamız gerektiğini, aramızdaki her türlü anlaşmazlık, kavga, problem ve sıkıntıları Ona götürmemiz gerektiğini, vereceği hükme de gönülden razı ve hoşnut olmamızı, eğer böyle bir teslimiyeti sergilemeyeceksek iman etmemiş olacağımızı bildiriyor ve emrediyor.
O, ÖRNEKLİĞİNİ KUR’AN’DAN ALMIŞTIR
Davetçilerin Seyyidi, Allah Resulünün ahlakı Kur’an ahlakıdır. Vahiy iklimi O’nu sarmış, onu çepeçevre kuşatmıştır. Dünya çölünde O, bir vaha içinde Cebrail (as)’ın sunduğu Rabbani şerbeti içmiş, bununla kıyama kalkmıştır. Bununla yücelmiş, bununla kandil olmuştur. Öyle ki bu tarz bir alaka, bir eğitim, bir muhafaza ve ahlaki yücelik ne kendisinden önce ve nede kendisinden sonra hiçbir davetçiye nasip olmamıştır. Rabbi: “Ve muhakkak ki sen, gerçekten yüce bir ahlak üzerindesin.”[3] diye buyurmuş, onun bu yönünü âlemlere ilan etmiştir. Bu ne büyük bir şeref, ne büyük bir lütuftur ki Rabbimiz bizleri ona ümmet etmiştir.
Aişe (r.anha) annemiz onu tarif sadedinde: “Onun ahlakı, Kur’an’dır” demişlerdir. İmam-ı eş-Şatibi de: “…Çünkü Kur’an’ı nefsine hakem kılmıştı. Hem bilgileri, hem fiilleri Kur’an’a muvafık idi. Kur’an’a muvafık hareket eder, Ona uygun konuşur, Onun hükmüne koşup boyun eğer, verdiği hükümde dururdu…”[4] Üstad Bediüzzaman da Lem’alar isimli risalesinde Allah Resulünün;
Güzel ahlakın en yüksek mertebelerine mazhar oluşunu,
Herkesin kabulüyle insanlık âlemi içinde en meşhur ve mümtaz oluşunu,
Binler mucizelerin işareti, meydana getirdiği İslam ümmetindeki üstün meziyet ve faziletlerin şahitlik etmesi, dellalı olduğu Kur’an’ı Hâkimdeki hakikatlerin tasdik etmesi ile en mükemmel bir İnsan-ı Kamil ve bir Mürşidi Ekmel oluşunu,
Ve Ona tabi olanların neticesi olarak milyonlarca ehl-i kemalin olgunluk mertebelerinde yükselerek her iki dünya saadetine mazhar oluşunu izah ettikten sonra şu sonuca varıyor:
Sünnet-i Seniyyeye ittiba ve riayette kusur etmeyip hakkını vererek gereğini yerine getiren kimse bahtiyar kimsedir.
Sünnet-i Seniyyeye uymayıp tembellik eden kimse büyük bir zarara uğrayan kimsedir.
Sünnet-i Seniyyeyi önemsemeyen, ehemmiyetsiz gören kimse büyük bir günah işleyen kimsedir.
Sünnet-i Seniyyeyi yalanlamanın hissedildiği bir eleştiri ile eleştiren kimse ise büyük bir sapıklık içinde olan kimsedir.
*Ahlakın Kur’an olması
*Kur’an’ı nefsine hâkim kılması
*Bilgileri ve fiillerinin Kur’an’a muvafık olması
*Kur’an’a uygun hareket etmesi
*Ona uygun konuşması
*Onun hükmüne koşup boyun eğmesi
*Verdiği hükümde durması
Demek ki Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenlerin örnek alacakları tek bir nümune vardır. Başka yok. Bu ümit ve zikre aşina Müslümanların hayatları için örnek alacakları, sıkı sıkıya bağlanacakları, tutunacakları tek bir nümune vardır. O da Allah Resulüdür. Allah Resulünü örnek almak demek Onu sevmek, severek uymak, yaptıklarını yapmak demektir. Onun getirdiklerine tam bir imanla iman, tam bir teslimiyetle itaat etmek demektir. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Hayır! Rabbine yemin olsun ki, (onlar) aralarında çıkan karışık (kavga ettikleri) işler hususunda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden (dolayı) kendi (gönül)lerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[5] Hiç şüphesiz bu ayeti Celile örnek aldığımız Allah Resulüne karşı sorumluluk sınırlarımızı net olarak çiziyor. Rabbim hakkı ile Sünnet-i Seniyyeye tabi olanlardan eylesin bizi…
ÖRNEKLİĞİN TE’SİRİ
Allah Resulünün örnekliği ve önderliği ile önce bir ailenin, sonra bir şehrin, sonra bir kavmin daha sonra da bütün bir insanlığın genel anlamı ile değişime uğramasında, İslam davetçisi ve hatta insanlığın kendi hayrına çıkaracağı dersler ve ibretler vardır. Bu nedenle; Arapların bi’setten önceki durumları, yaşayış biçimleri ve ahlaki ilişkileri ile bi’setten sonraki hayatları arasındaki bir mukayese, örnekliğin önemini ve büyüklüğünü ve insanların buna ne kadar muhtaç olduğunu ortaya koyma bakımından dikkate değerdir. Arapların bi’setten önceki durumlarını, hayat tarzlarını ve inanç yapılarını irdeleyen ayetlerden birini beraberce okuyalım
“… Bir zamanlar düşmanlar idiniz de (Allah) kalplerinizin arasını (İslam ile) birleştirdi; böylece O’nun ni’meti sayesinde kardeşler oldunuz. Ateşten bir çukurun kenarında (küfür içinde) idiniz de sizi oradan kurtardı…”[6]
Görüldüğü gibi ayet-i kerime, onların İslam’dan önceki hayatlarında var olan olumsuz hallerinden temel iki özelliği ön plana çıkarmıştır. Birisi; daima bir düşmanlık içinde oluşları, kavgalı, savaşır halde olup güven adalet ve emniyetten mahrum oluşlarıdır. Diğeri de; ateşten bir çukurun kenarında bulunuşlarıdır ki bu da küfür ve cehaletin tam ortasıdır. İşte onlar böyle bir halde iken Allah onlara, onlardan seçtiği ve âlemlere getirdiği örnek mesajı ile rahmet olan Resulünü gönderiyor.
Allah Resulü getirdiği bu örnek mesajla, küfür ve cehalet çukurunun en alt tabakalarında debelenen ve ‘hayat budur’ anlayışıyla sarıldıkları bu gayr-ı fıtri yaşam tarzlarına müdahale ediyor, hikmet ve sabırla el koyuyor ve bulundukları o alçak vartadan alarak yüce değerlerin en ala zirvesine yerleştiriyor.
Bi’setten önceki halleri yukarıdaki ayet – i kerimeden net olarak anlaşılıyor. Bir de onların bi’setten sonraki hallerine yani en ala zirvedeki hallerine başka bir ayet – i kerimeyi okuyarak bakalım.
“(Ey Ashab – ı Muhammed!) siz insanlar(ın iyiliği) için (ortaya ) çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men’ eder ve Allah’a iman edersiniz…”[7]
Bu yarı vahşi bir halde iken örnek ve model konuma gelmiş bir topluluğun, bir cemaatin, bir kavmin… Üstün özelliklerini anlatan ayetlerden sadece biri. Yani; İnsanlar içinden, onlar için ortaya… Yani ön plana çıkarılmış, önder ve örnek konuma getirilmiş en hayırlı bir ümmet… Böyle, kendinde gerçekleştirdiği inkılâp ile kendini bu inkılâbın olmasına müsaid ve layık hale getirme ile örnek gösterilecek bir topluluk, bir cemaat oldunuz. İnsanlık âlemine örnek ve model olabilecek en hayırlı işleri yapmak için bir araya gelmiş, güç ve kuvvetini birleştirmiş bir cemaat oldunuz! “Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (Herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar…”[8] ilahi emri ile mutabık bir cemaat!
Nereden nereye! Hâlbuki bu hayırlı cemaati meydana getiren bireyler, daha önce en katı bedeviliğin hüküm sürdüğü topraklarda, en bedevi bir ahlaka sahip, paramparça, bölük pörçük ve dağınık… Artı, asırlar boyu yokluğu varlığı hissedilmemiş, önemsenmemiş bir millet olarak yaşıyorlardı… Şüphesiz: “… Allah, dilediği kimseyi (küfründeki inadı sebebiyle) dalalete atar. Dilediği kimseyi de (hikmetine binaen kendi lutfünden) dosdoğru bir yol üzere kılar.”[9]
Ancak, tabii ki bu hal değişimi, hemen olmadı. Çünkü bu inkılâp örneği, bu model mücadele biçiminin hükmü kıyamete kadar geçerli olacaktı. Çünkü bu, Allah Teala’nın kulları için uygun gördüğü en son yaşam nizamının örneği idi. Çünkü bu beşerden biri (s)nin zatında ve hayatında bütün beşeriyetin hayrına sıfırdan şekillenecek vahye özgü bir nümune olacaktı… Böyle oldu. Böylece de tamı tamına yirmi üç yıl! Evet, insanın yapısında ve yaşayışında kıvamını yakalaması ve tamamlanması için ilahi irade tamı tamamına yirmi üç yıl gibi bir zaman takdir etti ki sonunda Rabbimiz bu mukaddes örneklik için hükmünü koydu. Ve: “Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize olan nimetimi tamamladın…” diye buyurdu. Resülullah’ın hayatı bize öğretiyor ki bu örneklik hareketi yirmi üç yılda tekâmül etmiştir. Ve Kuran’ı Kerim’den getirdiğimiz iki ayrı ayetle örnek olma makamının insanlık üzerindeki etkisine, tesir gücüne dikkatleri çekmeye gayret ettik…
İnzar Dergisi
[1] Ahzab / 21
[2] Saff /6
[3] Kalem / 4
[4] Hz. Muhammed ve öğr. Metodları/A.F.Ebu Gudde
[5] Nisa / 65
[6] Al–i İmran / 103
[7] Al–i İmran / 110
[8] Al–i İmran / 104
[9] En’am /39
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.