Andımız, Faşist İdeolojinin Bir Eseridir
Günümüz Almanya’sında ve İtalya’sında artık faşist ideolojinin unsurlarını taşıyan yemin metinleri kaldırılmış durumdadır
4+4+4 kademeli 12 yıl zorunlu eğitim sistemi uygulamaya sokuldu. 4+4+4’ün ileriye dönük başarılı olması bekleniyorsa eğer öncelikle yeni modelin evrensel insani değerler temelinde, çoğulcu, özgürlükçü, alternatif eğitim modellerinin de uygulanabilir olduğu yeni bir eğitim anlayışı çerçevesinde işlerlik kazanması gerekmektedir. Aksi takdirde değişen bir şey olmayacaktır. Bu bakımdan yeni sistemle ilk yapılacak değişiklik; her gün çocuklara askerî komutlarla ezberlettirilen “andımız” adlı yemin metninin kaldırılması olmalıdır. Bilindiği gibi yeni sistemde -tüm tartışmalara rağmen- 60-66 aylık çocukların okula başlamaları kararlaştırıldı. Bu bir bakıma 5,5-6 yaşındaki bir çocuğa rahat hazır-ol komutlarıyla andımız okutturulması anlamına da gelmektedir. Oysa bu durum ne pedagojik ilkelerle nede evrensel hukukla bağdaşmaktadır. Bu bakımdan çocuklara her gün rahat hazırol komutlarıyla ezberlettirilen “andımız” adlı yemin metninin kaldırılması gerekmektedir. Kaldı ki demokratik ülkeler 19 yüzyıldan kalma bu türden yemin metinlerini ve eğitim anlayışlarını çoktan geride bıraktı.
Taraf’ın haberine göre Mazlum- Der Diyarbakır Şubesi, dört yıldır okullarda okutulmasının kaldırılması için mücadele verdiği “Andımız” için -yerinde bir kararla- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürmeye hazırlanıyor. İlköğretim okullarında 76 yıldır okutulan “öğrenci andı” neredeyse her dönem eleştirilen bir metindir. Yıllardır okullarda okutulan bu andı yazan kişi (23 Nisan 1933) ‘dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Dr. Reşit Galip’tir. Afet İnan’ın’ Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler’ adlı eserinde anlatılanlara göre; Dr. Reşit Galip 23 Nisan 1933 tarihinde kendi çocuklarıyla bayramlaşırken onlara bir şeyler söylemek istemiş ve ortaya bu and çıkmış. Daha sonra Dr. Reşit Galip Çankaya’ya çıkarak bu andı “Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı olsun” diyerek Atatürk’e sunmuş.” “Andımız” adlı yemin metni, her ne kadar böylesi masumane bir duyguyla sunulmaya çalışılsa da acaba işin aslı öyle midir?
Hitler ve Mussolini de çocuklara yemin ettirmiştir
1920’li ve 30’lu yıllar bilindiği gibi dünyada faşizmin hâkim olduğu yıllardır. Esen rüzgâr Türkiye’yi de etkilemiş ve o yıllarda Türkiye’de de ideolojik bir yapılanmanın faaliyete geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Almanya ve İtalya gibi ülkelerde hüküm süren diktatörlerin, hâkim ideolojilerini çocuklara daha küçük yaşlardan itibaren endokrine etmeye başladıklarını biliyoruz. Bu bakımdan dönemin liderleri eğitime ayrı bir önem vermişlerdir.
Dante L. Germino’ya göre eğitim faaliyetlerinde belki de en başarılı olanlar Hitler ve Musssolini olmuştu. İlköğretim öğrencilerine aşılanması gereken en önemli duygu Hitler’e bağlılığın ne kadar kutsal bir şey olduğuydu. Bu öğretmenlerin de zorunlu bir göreviydi. Okulda her gün yaklaşık on dakika süreyle Hitlerin resmi önünde selamlamada bulunulurdu. Hitler okul dışında yaygın eğitime de önem vermekteydi. Okul dışındaki vakitler için kurulmuş olan öğrenci kampları yaygınlaştırılıyordu. Hitler 6-18 yaş arası çocukları kurduğu gençlik gruplarında yetiştirerek onlara Nasyonal Sosyalizmi, Führeri ve Yahudi düşmanlığını aşılıyordu. İlk zamanlar gönüllü bir organizasyon olan bu gençlik grupları 1936 yılından itibaren çocuklar için zorunlu tutulmaya başlandı. İdeolojik eğitimin ve beden eğitiminin verildiği gençlik kamplarında çocuklara şöyle yemin ettiriliyordu: Führer e adanmış kanımın her damlasıyla; ben tüm enerjimi ve gücümü Adolf Hitlere ve ülkeme adayacağıma yemin ediyorum. Onun için, sahip olduklarımdan hatta hayatımdan bile vazgeçeceğime söz veriyorum ve bunun için Tanrıdan yardım diliyorum.
Almanya’daki bu pratiklerin benzeri İtalya’da da yaşanıyordu. İtalya’da Duçe lakaplı Mussolini de çocukların gençlerin rejime bağlı bir şekilde eğitilmesine önem vermişti. İlköğretimden itibaren Faşist ideoloji çerçevesinde yetiştirilen çocuklara ve gençlere şöyle bir yemin ettiriliyordu: Tanrının adıyla ben liderimin bütün emirlerini yerine getireceğime, gerekirse bu uğurda kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğime yemin ederim, yaşasın faşist devrim...
Mete Tunçay, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı kitabında Türkiye’de, Almaya ve İtalya’dan etkilen bazı siyasetçi ve aydınların benzer uygulamaların Türkiye’de de olması yönünde öneriler sunduklarını ifade eder. Örneğin “Falih Rıfkı Atay, Faşizmin beden terbiyesini, gençlik örgütlenmelerini Türkiye’ye örnek gösterirken, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, İstanbul Üniversitesinde verdiği İnkılâp Tarihi derslerinde Faşizmi, ırkçılık anlayışını dışarıda bırakarak, Kemalizm’in bir kopyası olduğunu ifade ediyordu. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Atatürk ve İnönü’nden sonra üçüncü adam konumundaki Recep Peker 1937 yılında TBMM’nin üstünde faşist ülkelerdeki gibi bir konseyin kurulmasını teklif ediyordu. Sonuç olarak 1930’lu yıllar Avrupa’daki Faşizm rüzgârının Türkiye’yi etkilediği yıllar oldu. Kısacası rejimi oturtma, devrimleri güçlendirme amacı, disiplinli yurttaş oluşturma idealiyle “And” Türk eğitim sistemine dâhil edildi.”
Andımız bizde de kaldırılmalı
Günümüz Almanya’sında ve İtalya’sında artık faşist ideolojinin unsurlarını taşıyan yemin metinleri kaldırılmış durumdadır. Bizde ise ne yazık ki çocuklar hala “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” cümlesini her gün rahat hazır-ol komutlarıyla tekrar etmektedirler. Bu sene okula yeni başlayan minik öğrenciler belki de hayatlarında ilk kez askeri komutları duydular ve bir hayli şaşkındılar. Çünkü bu tür uygulamalar çocukların sosyal, fiziksel ve psikolojik gelişim aşamalarına uygun düşmeyen kısacası pedagojik açıdan da son derece sorunlu uygulamalardır. Çünkü militarist uygulamalar bireyin yaratıcılığını bitirdiği gibi özgür ve bağımsız düşünme kanallarını da tıkar. Bakıldığında demokratik dünyanın hiçbir yerinde küçük çocuklara asker komutlarıyla bu denli ağır bir yemin ettirilmiyor. Ne var ki bazı kesimler öğrenci andına maalesef anayasanın değiştirilemez bir maddesiymiş gibi yorumlamaktadırlar. Gelinen noktada artık andımız bir tabu olmaktan çıkartılmalıdır.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, 2009 yılında bir üniversite öğrencisinin sorusu üzerine ilköğretim okullarında her sabah okunan ve “Ne mutlu Türküm Diyene” sözüyle biten Öğrenci Andı’nın kaldırılmasının “tartışılabilir” olduğunu ifade etmişti. Ardından verdiği bir röportajda; “Bunun bir İstiklal Marşı gibi nitelendirilmesinden ve buna önemli bir kutsiyet atfedilmesinden yana değilim” demişti. Kaldı ki öğrenci andının çocuklara “evrensel insanlık değerleri” adına kazandırdığı bir şey yoktur. Türkiye’de yıllardır insan hak ve özgürlükleri alanında yaşanılan sıkıntılar eğitimden bağımsız ele alınamaz. Sorun özellikle bazı kesimler tarafından eğitimin tek parti zihniyetinin tekeli altında tutulmak istenmesi sorunudur. Bu bakımdan eğitim Türkiye’de öncelikle bir zihniyet meselesi olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de Kürt sorunu, Alevi sorunu, düşünce ve ifade özgürlükleri, din ve vicdan özgürlüğü gibi köklü sorunların çözümünün zorlaşmasında eğitim sisteminin sürekli ürettiği militarizmle ve tek tipleştirici özelliğiyle ciddi bir payı bulunmaktadır. Bu bakımdan köklü sorunlar tartışılırken bu sürece mutlaka eğitim de dâhil edilmelidir. Son zamanlarda eğitim yeni model çerçevesinde kamuoyunda tartışılmaya açıldı ancak tartışma çok dar bir çerçevede ilerledi. Ve ne yazık ki kimse eğitimin özüne dönük resmi ideoloji-militarizm dayatması ve olağanüstü zamanlarda yürürlüğe sokulan eskiden kalma kanunlarını dillendiremedi. Oysa eğitimin asıl sorunu bu alanlardır. Temel/köklü sorunlar ortadan kalkmadan getirilecek “yeni” modellerin işe yaramayacağı bilinmelidir. Çocuklara her gün rahat hazır-ol komutlarının çektirildiği bir sisteme dünyanın en demokratik ülkesinin modelini de uygulasanız eğitimde kalite artışı sağlanamayacağı gibi özgür bireyler de yetişmeyecektir.
Uful Coşkun TARAF
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.