Said Çınar
Arap NATO'su, “Yahudi Baharı'nın” işaret fişeği mi?
Ortadoğu'da yaşanan iç çekişmeler ve buna bağlı bölgesel fay hatlarının derinleşmesi, İslam dünyasını iç rekabete dayalı bir sürece mahkûm etti. Bu mahkûmiyet, belki de “Arap Baharı'nın” İslam dünyasına bıraktığı en büyük “miras” oldu.
Bu miras, İslam ile İslam düşmanları arasındaki mücadelenin sembolü olan Kudüs meselesini unutulmaya terk ederken, bunun kaçınılmaz sonucu olarak da başta mezhepçilik olmak üzere küllenmiş tüm iç meseleleri iç çekişme zemininin dolgu taşlarına dönüştürdü.
Müslümanlar arasında yaşanan çekişmenin geldiği nokta, olaylara İslami perspektiften değil, iç çekişme perspektifinden bakıp değerlendirmeyi herkese dayatmaya başladı. Hatta bu durum, israil ile ittifaklara ve ortak askeri güç oluşturma aşamasına kadar vardırıldı ki, iç rekabet, israil faktörünü değil, israil'in hedefindeki Müslüman kesimleri sorgulatır hale gelmeye başladı.
Bölgeyi kan deryasına dönüştüren tabloya müdahil olan hiçbir yerel/bölgesel aktör sütten çıkmış ak kaşık olmayabilir. Ama bu durum, israil lehine bir fırsatın daha da pekişmesine kılıf hazırlamanın mazereti olamaz.
Kabul etsek de etmesek de bölge, bariz bir Şii-Sünni kamplaşmasının pençesine düşmüş bulunmaktadır. Bunu fırsata çevirmek isteyen israil ve arkasındaki Batı, şu anda “Şii yayılmacılığı” gerekçesiyle kendilerinin ön ayak olacağı bir “Arap NATO'su” projesinin çabasını yürütmektedir.
Batı'nın İslam dünyasına özellikle de Ortadoğu'ya müdahalelerinin birden fazla saiki olmakla beraber israil eksenli politikalar üretmek vazgeçilmezlerdendir. israil'in güvenliği ve yayılmacılığı Batı'nın öncelikleri arasındadır. Batı, bölgede oluşan derin fay hatlarından bir kez daha yararlanarak israil lehine büyük bir “Yahudi Baharı” projesi peşindedir. Trump yönetiminin İran'a dönük blokaj planı, “Yahudi Baharı'nın” temel dinamizmini oluşturmaktadır.
Arap NATO'su ile hedeflenen “Yahudi Baharı'nın” İran'a nasıl bir yansımasının olacağını zaman gösterecektir. Ancak bu politikanın en büyük olumsuz yansımalarının Filistinliler üzerinde hissedileceğinden kuşku duyulmamalıdır. Nitekim hedeflenen İran karşıtı Trump politikası henüz “proje” aşamasında olmasına rağmen Filistinlilere yönelik olumsuz yansımaları yaşanmaya başladı bile. Nerdeyse her gün Gazze bombalanıyor, korsan konut politikası hızla sürdürülüyor, tutuklama ve katletme furyası almış başını gidiyor. İslam dünyası ise bunu görmüyor, görecek gibi de durmuyor.
Arap NATO'su planıyla İran'a dönük projeler gerçekleştirilmeye çalışılırken bunun yansımalarını şimdiden hisseden HAMAS, İran'la durağanlaşan ilişkilerini yeniden eski günlere döndürmenin çabası içerisine girmiş bulunuyor. “Arap Baharı” başlarında Hamas Siyasi Bürosunun Körfez ülkelerinden yana tavır koymasından sonra durağanlaşan İran'la ilişkiler, Hamas için artık öncelikli konu haline gelmiş bulunuyor. Suriye meselesinde İran'la yaşanan soğukluk, bizzat Hamas içerisinde de tartışmalara yol açmış, askeri kanat ile siyasi kanat arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştu. Ancak ittifak değiştiren Hamas, bu süre zarfında Arap ülkelerinden hiçbir zaman beklediği desteği göremedi. Hatta son bir yıldır Suudi ile israil arasında yaşanan sıcak ilişki trafiği, Hamas'ın büyük oranda izole olmasını beraberinde getirdi.
Şubat ayının son haftasında Tahran'da düzenlenen “6. İntifada Konferansı”, bu atmosferle beraber İran-Hamas ilişkilerinde yeni bir çığır açacak gibi. Hatta hemen öncesinde Hamas'ın siyasi kanadında yaşanan lider değişikliği ile askeri kanat kökenli Yahya Senvar'ın seçilmiş olması, hem İran'la yeni ilişkiler hem de önümüzdeki süreçte yaşanabileceklerle ilgili bir fikir vermesi bakımından işaretler taşımaktadır. Nitekim konferansa Hamas üst düzey katılım göstermekle kalmadı, yapılan birçok açıklama, İran'ın sunduğu desteklerin niteliğine yapılan vurgularla doluydu.
Suudi'nin Körfez bölgesinden sorumlu Devlet Bakanı Samir Sabhan, bir haber ajansına, Hamas'la niçin temaslarının olmadığını açıklarken Suudi Arabistan'ın örgüt ve hareketlerle değil devletlerle muhatap olduğunu vurgulaması, israil'le yakınlaşmanın Suudi'nin Hamas politikasına yaptığı etkiyi özetlemeye yetmektedir.
Trump yönetiminin israil kumandanlığında İran'a dönük yeni planları, Hamas ile İran ilişkilerinin yeniden eski günlere kavuşmasında büyük paya sahiptir. Çünkü İran karşıtı politikada aktif rol almak isteyen Arap ülkeleri, aynı zamanda Hamas'ın İran'dan uzaklaşmasına çalışan aktörlerdi.
Bir haber ajansına bu konuyla alakalı demeç veren Körfez kaynaklı bir strateji kuruluşunun başındaki kişinin şu sözleri dikkat çekicidir:
“ABD'de yönetimin değişmesi ve buna bağlı olarak Filistinlilerin dışlanma ihtimali Hamas'ı ABD politikalarının karşısında duran aşırıcı kesimlere doğru itti. Silahlı kanattan gelen Senvar'ın Hamas'ın başına geçmesi El Kassam Tugayları'nın hareket üzerindeki kontrolünü iyice pekiştiriyor ve Hamas'ı Suudi Arabistan'dan uzaklaştırıp İran'la yakınlaştırıyor.”
Arap kaynaklar, Hamas'ın İran'a yaklaşmasını uyduruk gerekçelerle açıklamaya çalışırlarken, İntifada Konferansı'nın açılış konuşmasında Seyyid Ali Hamaney şunları söylüyordu:
“Bu kıymetli konferansın kazanımlarından biri, İslam dünyasına ve dünyanın dört bir yanındaki özgürlük savaşçılarına en tepe önceliğimizin Filistin davası olduğunu ilan etmektir. Bu yolda kararlılıkla ilerleyen her grubun arkasındayız. Bu yoldan ayrılanlarla bizim de yollarımız ayrılır.”
Şu sözler de bir başka İranlı yetkiliye ait:
“Ne yazık ki Filistin meselesi pek çok Müslüman'ın gündeminden düşmüş durumda. İnsanlar kendi yerel sorunlarıyla meşguller. İran'ın Filistin'deki direnişi desteklediği bir sır değil. Bundan asla vazgeçmedik. Ancak israil ve Amerika'nın Filistinlileri bastırmak için tüm güçlerini kullandığı bir ortamda biz de mücadeleyi ayakta tutmak için elimizden geleni yapacağız.”
İran-Hamas ilişkisini başka türlü değerlendirenler de yok değil. Yine yabancı bir ajansın Körfez'deki diplomatik bir kaynak diye gösterdiği kişinin şu sözleri, birçok çevrenin ortak argümanı niteliğinde:
“İran, Filistinlileri istismar ederek onları Orta Doğu'daki mezhepçi emellerine alet etmek istiyor. İranlılar buradaki Filistinlileri bir Truva Atı olarak görüyor ve onları bir dizi Arap ülkesinde gerçekleştirdiği terör eylemlerine gerekçe olarak kullanıyor. İranlıların tek amacı Akdeniz'e açılarak uydularını güçlendirmek.”
İran ve Hamas, oluşan yeni koşulları ortak tehdit olarak görüyor ve ikisinin de bu süreçte işbirliğine ihtiyacı vardır.
Farz edelim ki birçok kesimin ortak düşüncesi haline gelen “İran, Hamas'ı kullanmak istiyor” argümanı doğru olsun!
Peki, yarın öbür gün israil Gazze'ye topyekûn bir saldırı başlatırsa, Arap ülkeleri olarak “Arap NATO'sunun” başkumandanı israil'e karşı nasıl bir caydırıcı rol icra edebilirsiniz?! Veya geçmişte defalarca tekrarlanan büyük işgal girişimlerinde Gazze alt üst edilirken Filistinlilere güven verecek ne gibi işler yaptınız?!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.