Hüseyin KAYA
Armut pişmedi gibi
Fatih Altaylı (Habetürk):
“Abdullah Gül'ün "bilumum muhalefetin" ortak adayı olarak gösterilmemiş olması, başta Fehmi Koru olmak üzere bazılarını çok üzdü.
Niye olduğunu anlamadığım gibi, "Armut piş ağzıma düş" anlayışının da siyasette yeri olduğunu düşünmelerine şaşırıyorum.
Abdullah Bey, Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldığı günden bu yana hiçbir siyasi faaliyette bulunmamış...
Bir-iki tweet atarak “yarım yamalak” kimi olaylara tepkiler göstermiş...
Hiçbir mevzuda net bir taraf olmamış...
Ama seçimler yaklaşınca “tüm muhalefetin ortak adayı” olmak istemiş.
Allah var, ağzından duymadık, çevresinden gelen bilgiler böyle.
Peki niye ve hangi hakla...”
Fatih Altaylı, Abdullah Gül'ün hiç riske girmeden oluşturulacak çatıyı beklediğini belirterek bunun doğru bir tutum olmadığını söylüyor.
Tamam da Altaylı yakın geçmişi unutuyor herhalde.
Mesela…
Ahmet Necdet Sezer'in nasıl bir politik kimliği vardı? Kural ve yönetmeliklerden başka bir şey bilmeyen bir “devlet memuru” olarak fırlattığı anayasa kitapçığı ile cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizinin fitilini ateşlemişti.
Peki, ya Ekmeleddin…
Aday oluncaya kadar hangi siyasi meselede kendini göstermişti?
Yani…
Yani dememiz o ki, muhalefetin çoğunluğu “düşük profilli bir cumhurbaşkanı” olarak Abdullah Gül'ü istiyordu, Abdullah Gül de her zamanki gibi risk almadan “Armut piş ağzıma düş” diye düşünüyordu.
Daha önceden de “yol arkadaşı” Erdoğan, “Adayımız kardeşim Abdullah Gül'dür” dememiş miydi?
Saygı Öztürk (Sözcü):
“Hakkari'de yapılan kamuoyu yoklamasında İYİ Parti'ye oy vereceğini belirtenlerin oranı yüzde 20 çıktı. Sonuç şaşırtıcı oldu. Yeniden anket yapıldığında da benzer bir sonuç elde edildi. HDP'de görev almış bazı isimler, İYİ Parti'ye kaymış durumda. Karadeniz'de, Güneydoğu'da, Trakya'da, batı illerinde de hareketli olan İYİ Parti'nin, Erzurum, Erzincan, Yozgat, Kastamonu gibi illerde istenilen çıkışı henüz yakalayamadığı, buralarda halen AKP'nin çok etkili olduğu konuşuluyor.
Gönlü İYİ Parti'de olup da bu partiye katılamayan belediye başkanları var. Bunlar hakkında savcılığa gönderilen ve orada bekletilen dosyalar bulunuyor. Başkanın, partisinden istifa etmesi halinde, o dosyaların işleme konulacağı baskısı olduğu belirtiliyor. Açıkçası, korku her yere uzanmış durumda.”
Oraya buraya çekmeden çok net olarak söyleyebiliriz ki; Saygı Öztürk, Akşener'in partisinin propagandasını yapıyor.
“Ne olmuş yani?” diyebilirsiniz ve elbette bir ölçüde haklısınız.
Elbette gazeteci de olsanız siyasi bir görüşünüz olabilir ve bir partiye kendinizi yakın hissedebilirsiniz. Mesela ben ilke, icraat ve hedeflerinden dolayı HÜDA PAR'ı destekliyor, başarılı olmasını istiyorum.
“O zaman bir sorun yok” demeyin, çünkü ben “var” diyorum. Tabii kime göre sorun var, o tartışılır.
Sözcü, gazetesi ve haliyle S. Öztürk de ulusalcı-Kemalist bir siyasi düşünce taraftarı ve parti olarak CHP'ye yakın.
“Meral'in partisi de “ulusalcı-kemalist” olduğuna göre aslında bir sorun yok” diyorsunuz.
İşin aslı bir sorun var; ama o sorun CHP'yi etkileyecek.
Tabanları birbirine yakınsa, o taban donuk bir CHP'yi mi, yoksa hareketli bir İyi Parti'yi mi tercih eder.
Yani demek istediğim şu: İyi parti şimdiye kadar MHP'yi etkiledi; ama bundan sonra CHP'yi etkileyecek gibi görünüyor.
Nedim Şener (Posta):
“Kulaklarımla duymasam neredeyse ben de inanacağım; Uğur Dündar'dan neredeyse bir Erbakan düşmanı yaratmaya çalışanları hayretle izliyorum. Oysa rahmetli Erbakan ile 2010 yılında karşılıklı saygı dolu diyaloglarına kulaklarımla şahit oldum.
Biliyorsunuz, bence hakkı yenmiş efsane siyasetçilerinden Necmettin Erbakan adına düzenlenen “Necmettin Erbakan Ödülleri 2018” törenine usta televizyoncu Uğur Dündar da katıldı. Dündar törende Medya Dalı'ndaki ödülü gazeteci Ruşen Çakır adına gazeteci İrfan Bozan'a takdim etti.
O andan itibaren özellikle sosyal medya üzerinden büyük bir linç kampanyası başladı.
Oysa Uğur Dündar, onu linç etmeye kalkanların yüzüne bakmadığı dönemde Necmettin Erbakan ile son ropörtajı yapan ona ekranı açan televizyoncuydu. Ben de o dönem Uğur Dündar'ın Arena programına konuk olarak katılıp sorular sorardım.”
Nedim Şener'in yaptığı çok ayıp!
Yani böyle bir meselede hüküm vereceksen 2010 yıllarındaki programları değil 1996-97-98 yıllarındaki programları göz önüne alacaksın. O döneme birazcık bakarsan, Merhum Erbakan'ın devrildiği süreçte Uğur Dündar'ın nasıl bir rol oynadığını, Erbakan üzerinden nasıl bir İslam düşmanlığı profili çizdiğini kolaylıkla görebilirsin.
Yani herkes biliyor ki, 2010'da Tuncay Özkan bile Erbakan'ı övücü programlar yaptı ve tek derdi Erbakan'ı Erdoğan aleyhinde konuşturmaktı.
Nedim Şener! Yaşın küçük olsa neyse diyeceğim; ama 28 Şubat sürecinde her şeyi en az benim kadar hatırlıyorsun.
Akif Beki (Karar):
“CHP'li İnce iddialı, aday yapılırsa ikinci tura kalacağına kesin gözüyle bakıyor.
Kendinden emin değil boşuna.
Özgüveni, fizik öğretmenliği hasebiyle matematiğinin kuvvetli olmasından geliyor.
Malum, muhalefet içinde yüzde 25'lik hazır oy oranı sadece CHP'nin cebinde var.
Muharrem İnce'nin gözünü karartan da işte bu yüzde 25'lik blok.
Hesabı doğru...
CHP kimi aday gösterse ikinci tura kalmasını neredeyse garanti eden bir avansla başlıyor.
Ama İnce'nin hesaba katmadığı küçük bir yanılsama var.
Birinci turda CHP adayını önde başlatan bu avans, ikinci turu da önde bitirmesini sağlamıyor.
Aksine, eldeki bu yüzde 25, ilk turda büyük avantajken ikinci turda muhalefetin en büyük dezavantajı.
Çünkü adayının ikinci tura kalma şansı en yüksek parti CHP olduğu gibi, ikinci turda Erdoğan'a karşı kazanma şansı en düşük parti de yine CHP.”
Akif Beki haklı.
Aslında marjinaller hariç solun nerdeyse tümü bu konuda benzer görüşlere sahip.
Liberalinden sosyalist soluna kadar neredeyse tüm renkler “özde değil sözde laik” olduğu iddiasıyla bir dönem karşı çıktıkları A. Gül için propaganda yapıyorlar.
Solun adayı Erdoğan karşısında ikinci tura kalırsa kazanma şansının olmadığını hepsi biliyor.
Mehmet Göktaş (Doğruhaber):
“Siyasette baş döndürücü olaylar yaşanıyor ve daha da yaşanacak gibi. Her an hem de hiç beklenmeyen yeni gelişmeler olabilir.
Olan zavallı ilkelere oluyor, olan kırmızıçizgilere oluyor hep. İlk çiğnenenler onlar oluyor. Kazananlar ise tükürülen tükürükler oluyor. Nasıl mı? Yerden tekrar ağızlara, dillere dönüyorlar.
Siyaset gerçekten vıcık vıcık, insanın hafızasında ne bir çizgi ne de bir köşe bırakıyor, dümdüz edip gidiyor.
Tamam, siyasetin kendi yapısı katı değildir, elbette kendisine has bir manevra alanı, tolerans sınırı ve esneme miktarı vardır. Fakat bunun yanında bir erdemi, bir estetiği de vardır.
Ayakların basıp çiğneyip geçeceği kırmızıçizgilerinin yanı sıra siyasilerin yüzlerinde bulunması gereken kızarma özelliği de olmalıdır. Zaten yüzlerde bulunması gereken kırmızılık kaybolmuşsa sonradan ortaya koymaya çalıştığımız kırmızıçizgiler de ne ki?”
Mehmet Göktaş, olan ve olması gereken siyasetçi profilini bir güzel resmetmiş.
Hoca dosdoğru olarak “normal” olanın “ilkeli olmak” olduğunu izah ediyor; ama bir şeyi gözden kaçırıyor. Bir dönem çok eleştirilen “Dün dündür “ siyasetinin halihazırda en genel-geçer tarz-ı siyaset haline geldiğini görmek gerekir.
Peki, buna razı mı olalım?
Elbette hayır!
Hikmetle, uygun yer ve zamanda hakkı dillendirmek ve hakka çağırmak…
Mehmet Göktaş işte bunu, yani yapılması gerekeni yapıyor.
Engin Ardıç (Sabah):
“Atatürk'ün ne söylediği önemlidir ama bazı kişiler onun neyi "nerede" söylediğine daha fazla önem veriyorlar.
Ayağının değdiği her yer "kutsallık" kazanıyor ya, örneğin Savarona teknesinin güverte tahtaları, Florya plajının kumları (o zamanlar "beach club" denilmezdi...) Asıl adı Entreprise olan çürük çarık bir çatana...
Hatta, Berlin'deki Adlon otelinin merdivenleri.
Lise ikiden terk, sonradan kendi kendini yetiştirmiş, hem Kemalist hem Marksist bir vatandaş o merdivenlere ayak sürüp kutsallıktan nasibini almak amacıyla Adlon'a gitmişti de, kendisine gerçek Adlon'un yetmiş sene önce yandığını ve yıkıldığını, bugünkü otelin 1997 yılında açılmış "çakma Adlon" olduğunu hatırlatmıştık...
Acaba o da Osmanlı sarayında Farsça konuşulduğunu düşünüyor mudur?
Atatürk'ün "ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" şeklindeki ünlü komutunu hepiniz bilirsiniz.
Hedef olarak Akdeniz gösterildiği halde İsmet'in niçin Ege'ye gittiği bazı tarihçiler arasında tartışma konusu edilmiştir...
Sonunda, bazı tarihçiler bunu "İsmet'in kulağının ağır işitmesine" bağlamışlardır.”
Doğrusu bu yazıya bir yorum yazmayı düşünmüyordum.
Ama…
Tam böyle bir zamanda Atatürk ve Atatürkçülüğün gerçekler ekseninde gündeme getirilmesinin önemli olduğuna inanıyorum.
Birileri parlatıp, birileri kendini onun üzerinden ifade etmeye gayret ederken…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.