Ayşe CENGİZ
Ashab-ı Kehf Olabilmek
Kur’an, anlamıyla okuyanlar için ve anlamıyla hayatlarına mana katmaya çalışanlar için bir reçete niteliğindedir. Bir tarih kitabı değildir ancak 4000 ayeti tarihi anlatır. Anlatılan olaylar bir sonraki nesiller için ibret alınası meselelerdir. Peygamberimizin, “Her kim, ahir zaman fitnelerinden kurtulmak istiyorsa Kehf suresini okusun.” sözü ışığında, dikkatimizi Kehf suresine yönelttiğimizde Kur’an’ın hiçbir suresinde anlatılmayan bazı kıssalar görürüz. Bunlardan biri de hiç şüphesiz “Ashab-ı Kehf"tir. Diğer bir değişle başkaldıran gençlerin, bahanelere sığınmayan, Allah’ın rızası için keyiflerinden vazgeçen gençlerin kıssasıdır.
Kur’an onları şöyle anlatıyor: “Hakikaten onlar, rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların doğru yolda yürüyüşlerine katkıda bulunduk.”(Kehf-13.) Onlar, hiçbir yol göstericinin olmadığı bir çağda, ellerinde birkaç İncil ayeti ve yüreklerindeki dağ gibi imanla, çağın tağutlarına başkaldırmış ve rablerine, doğru bildiklerini çatılardan haykıracakları günler için dua dua yakarmışlardır. Onları Kur’an’a konu eden, bu imanları ve duaları doğrultusunda yaşadıklarıdır. Onlar bir mağarada 300 yahut 309 sene Allah’ın izniyle uyutulmuş ve dualarının gerçekleştiği bir çağa gözlerini açmışlardır. O gençler hem uyandıkları çağın zayıflamış ahiret inancı için ahiret ve yeniden dirilmenin birer örneği olmuşlar hem de uyandıkları çağ, onlar için dualarının gerçekleştiğinin göstergesi olmuştur. Onlar bu örneklik görevini yerine getirdikten sonra, rablerine kavuşmuşlar ve artlarında gelecek nesiller için ibretler taşıyan bir yaşam bırakmışlardır.
Onlar 4 veyahut 7 kişiydi. Ancak takılmamız gereken nokta bu değildir. Böyle bir tartışmaya girmek, Kur’an’daki deyimle: “bilmedikleri konuda, karanlığa taş atanların durumu” gibidir. Bu kıssada dikkat etmemiz gereken Kur’an’ın böylesine övdüğü gençleri bu mertebeye getiren yönlerinin ne olduğu ve bizim bu kıssanın ışığında almamız gereken derslerdir. Ashab-ı Kehf’in hayatlarına baktığımızda asla bahanelerin ardına saklanmadıklarını görürüz, onların yalnızca İncil’den birkaç ayetle başsız ve örneksiz bir şekilde baş kaldırması ve bu durumu asla eksiklik olarak görmemeleri düşünülünce bizim şu bilgiye ulaşmanın göz kırpmak kadar rahat olduğu çağda, uydurduğumuz binlerce bahane kulağa gülünç gelmektedir.
Onların makam olarak, mal olarak dönemin en iyilerinden olmalarına rağmen Allah için tüm bunlardan vazgeçmekten geri durmamaları, yüreklerindeki iman sebebiyle Allah’ın yüreklerini güçlendirmesi okunduğunda akıllara, “Âdeta dünyadaki tek sermayemiz gördüğümüz mal ve makamdan gözü kapalı vazgeçebilecek imanlara sahip miyiz?” sorusu gelmektedir. Onlar, tüm aşırılıklarından sıyrılmış ve mağaraya sığınmışlar, Kur’an’a ayet olmuşlardır. Bizlerin de şu çağın tüm aşırılıklarından kaçacak bir mağaramızın olması ve orada bir nebze de olsa nefes almamız elzemdir.
Ashab-ı Kehf’ten daha çok imkana sahipken bizlerinde birer mağara ashabı olması gerekmez mi? O kadar yokluğun arasında, doğru yolu bulan ve bir çivi gibi o yola saplanan bu gençleri örnek alıp varlığın ortasında doğru yola daha sıkı bağlanıp bu uğurda mücadele etmemiz gerekmez mi? Bir Ashab-ı Kehf edasıyla kalabalıklara değil de hakikatlere uymak gerekmez mi...? Vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.