Ashabın Resulullah (sav)'a olan Bağlılığı
Hz. Muhammed (sav), örneklik konumunu en iyi şekilde temsil eden son peygamberdir. Bu hususta sahabeler de kutlu peygamberlerini en iyi şekilde takip edenlerdir.
“Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler”[1]
Allah, toplumlara mesajlarını peygamberler aracılığıyla ve kitaplarla destekleyerek göndermiştir. Her kavme bir peygamber gönderilmiştir. Her peygamberle birlikte bir kitap nazil edilmemiştir. Sadece Allah’ın belirlediği bazı peygamberlere kitap indirilmiştir. Dolayısıyla peygamberler, ilahi mesajın somut olarak görünümü ve örneği olarak seçkin insanlardır. Bu da peygamberlerin toplumda sahip olduğu önemi gösterir. Keza peygamberlerin en önemli özellikleri, diğer insanlara örneklik teşkil etmeleridir.
Hz. Muhammed (sav), örneklik konumunu en iyi şekilde temsil eden son peygamberdir. Bu hususta sahabeler de kutlu peygamberlerini en iyi şekilde takip edenlerdir. Bu bakımdan kimse sahabelerin makam ve üstünlüğüne erişemez. “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz”[2] diyen Resul−i Zişan (sav); ashabının, kendisine ne denli itaatkâr ve bağlı olduğunu da gösteriyor. “Hem nasıl ki bir ağacın kökündeki küçük bir meziyet, ağacın dallarında büyük bir suret alır, büyük bir daldan daha büyüktür. Aynen sahabeler, İslamiyet’in nurlu ağacının köklerinden, esaslarından oldukları, peygamberlik güneşinin merkezine yakın olduklarından, az amelleri çoktur, küçük hizmetleri büyüktür. Onlara yetişmek için hakiki sahabe olmak lazım geliyor”[3] diyen Üstad Bediüzzaman hazretleri, bu sözleriyle sahabelerin ümmet içindeki konumlarını ve değerlerini belirtmiştir.
Her sahabenin, en büyük evliyadan dahi üstün olduğu kuşkusuzdur. Pek tabii ki, sahabeleri bu denli erdemli kılan özellikleri, meziyetleri Allah Resulünü (sav) her şeyden daha fazla sevmeleri ve onun yolunu bihakkın, bitarafane ve içtenlikle takip etmeleri sonucu oluşmuştur.
Sahabeler, Hz. Peygamber (sav)’in kadr−u kıymetini en iyi şekilde bilmişler ve peygamberlerle şereflenmiş olmanın kendilerine ne denli fayda ve menfaat bahşettiğini yine en iyi onlar kavramışlardır. Nitekim Resulullah (sav) bir hadis−i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Benimle insanların misali bir ateş yakan kimse gibidir ki, ateş çevresini aydınlattığı zaman ateşin çevresinde bulunan hayvanlar ve küçük kelebekler ateşe düşmeye başladılar. O kimse bu hayvanları ateşe düşmekten sakındırmaya çalıştı. Fakat hayvanlar o kimseye galip gelerek düşüncesizce, süratle ateşe düşüyorlardı. (İşte ben bu misalde olduğu gibi) siz düşüncesiz ve tedbirsiz olarak ateşe düşerken, ben bellerinizden yakalayıp ateşe düşmekten sizi kurtarmaya çalışıyorum”[4] Bu hadisin hiç kuşkusuz ilk muhatabı, söylenen sözün zamanındaki insanlar olarak sahabelerdir ve onlardan sonra da bizleriz.
Muhatap olmak demek, kabullenmeyi, önemsemeyi de beraberinde getirir. Kabullenme ve önemseme ise inanmak ile şekillenir. İnanılan şeyin niteliğinin de itaat ve sevgi binaları üzerine kurulması kaçınılmazdır. Kötü cahiliyenin zararlarını gören sahabeler, Peygamberlerinin (sav) doğru yola çağrısına Lebbeyk deyip yeni bir yaşam ile buluşmuşlardır. İtaat etmenin başarıdaki rolü çok büyüktür. Asr−ı saadette sahabeleri sahabe yapan en büyük etken Resulullah (sav)’a olan itaat ve sevgileriydi.
Resulullah (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Hz. Ali (ra)’den kendi yerine yatağına yatmasını istemiş, Ali (ra), ona (sav) olan kâmil itaat ve derin sevgisinden, tereddütsüz yatmış; Resulullah (sav)’ı öldürmeye gelen müşrikler yatakta Hz. Ali (ra)’yi görünce şaşkına dönmüşlerdi. Nitekim Ebu Süfyan bu olay karşısında; “Bu nasıl bir sevgi ve bağlılıktır ki bir başkasının yerine ölümü göze alıyor?”[5] Şeklinde şaşkınlığını dile getirmiştir.
Sahabeler, Peygamberlerinin sözlerinde hiçbir zaman tereddüde düşmemişler ve en zor şartlarda dahi önderlerinin takipçileri olup sözlerini doğrulamışlardır. Mi’raç hadisesinin akabinde bu mucizeyi henüz duymamış olan Hz. Ebubekir’i yolda gören müşrikler ona Muhammed’in miraca çıktığını ve orada gördüklerini herkese anlattığını söyleyince o da; “Hz. Muhammed (sav) çıktığını söylemişse, doğru söylemiştir”[6] deyip oradan uzaklaşmıştır. Ebubekir−i Sıddık (ra)’a bu sözü söylettiren muhakkak ki itaat ve sevgisidir.
“(Ey Muhammed) de ki; ‘Allah’ı seviyorsanız o halde bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın’ Allah bağışlayıcı ve merhametlidir”[7] Üstad Bediüzzaman (ra) hazretleri bu ayet hakkında şöyle der: “Şu ayet diyor ki; Allah (cc)’a imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız ve o sevdiği tarz ise; Allah’ın sevdiği zata benzemelisiniz. Ona (Muhammed (sav)’e) benzemek ise, ona tabi olmaktır. Ne vakit ona tabi olsanız, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı severseniz, ta ki Allah da sizi sevsin”[8] Demek ki insanın en yüksek maksadı Allah’ı sevmektir. Ayet−i kerimede geçtiği üzere Allah−u Teala, Resulünü sevmeyi ve ona itaat edip, yolunu takip etmeyi farz kılmıştır. Ta ki asıl gaye olan muhabbetullah hâsıl olsun.
Keza Allah’a ve Resulüne olan sevginin belirtisi sürekli olarak sahabelerde; “Anam−babam sana feda olsun emret!”[9] Gibi ifadelerle yerini buluyordu.
Resulullah (sav)’ta her çeşit sevgiyi gerektiren mümeyyiz ve mümtaz vasıflar vardır. Ayrıca Asr−ı Saadette Resulullah (sav)’ın sahabeleri ve diğer insanları doğru yol için uyarıp onlara iki dünyanın saadet yollarını göstererek, fenalıklarını bildirmekle bütün insanlara lütfunu teşmil ettiğinden insanların kendisini tazim edip sevmeleri iman−ı kâmil cümlesinden kılınmış ve bu muhabbet herkes için vacip olmuştur. Bunun neticesidir ki sahabeler onu baba ve evladından daha fazla sevmeyi imanın ölçüsü edinmişlerdir.
Sahabeler her inen ayeti, Resulullah (sav)’ın öğretisinde dinleyip, hemen amel ediyorlardı. Zira şeriat sahibini sevmeyen, onun şeriatıyla seve seve amel edemez. Nebi (sav)’nin öğretisi ile amil olmamak sonsuz hüsrana, amil olmaksa ebedi saadete sebep olur. Resulullah (sav)’ın tavsiyeleri de ümmetinin menfaati içindir. Yoksa Resulullah (sav), şahsı için tavsiye etmiş değildir.
Tebük gazvesinde mali yardım talebinde bulunan Nebiyi Zişan (sav)’ın çağrısına, her sahabe, gücü nispetince iştirak etmişti. Ama o sahabelerin içinde biri vardı ki bu çağrı, bütün vücuduna yayılmış, aşkla hareket etmişti. Evet, Hz. Ebubekir tüm malını getirip Nebi (sav); “Ev iyaline ne bıraktın?” deyince Hz. Ebubekir; “Allah ve Resulünün sevgisini”[10] demiştir.
Resulullah (sav)’ın, Medine’de yaptığı ilk üç işten biri, Muhacir ve Ensar arasında kardeşliği tesis etmekti. Onun için; “Kardeş olunuz, birbirinizi seviniz” demişti. Bunun üzerine her ensar bir muhaciri kardeş bilmiş ve evinde ağırlamıştı. Allah’ın Resulü (sav) buyuruyordu ki; “Her biriniz, kendiniz için sevip arzuladığınız şeyi mü’min kardeşiniz için de sevip arzulamadıkça tam mü’min olamaz.”[11] Ensardan Sa’d b. Rebi, Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf’la kardeş olmuş ve onu evinde ağırlamıştı. Çok manidardır ki, Hz. Sa’d (ra) Peygamberinin çağrısını öyle bir sevgi ve itaat ile hazmetmişti ki, İbn Avf (ra)’a; “Ben malımın yarısını sana ayırdım. Haremlerimin hangisini murad edersen, senin için talakımı veririm”[12] diyecek kadar ileri gitmişti.
Sahabenin sevgi ve itaati sınır tanımaz boyutlardaydı. Hicretlerde, savaşlarda durum daha bir belirgin oluyordu. Allah−u Teala bazı ayetlerde imanın ölçüsünü mal ve candan geçmekle belirtmiştir. Uhud Savaşında, mü’minlerin zor anlarda Resulullah’ın (sav) etrafında cansiperane durup çarpışmaları ve sırf Allah’ın Resulüne bir zarar dokunmaması için canlarını feda etmeleri tarihçe de sabittir. Savaşın kızıştığı bir anda Resulullah (sav)’ın şehid olduğuna dair yaygara kopmuştu. Bunu duyan Enes b. Nadr (ra) gözyaşlarına boğularak arkadaşlarına dönüp “Ey Müslümanlar! Muhammed öldüyse; Allah kalıcıdır. Din uğruna harbedip de şehid olarak O’na kavuşmak istemez misiniz?” diyerek herkese cesaret vermiş ve şehid oluncaya kadar çarpışmıştı. Hatta öyle ki, vücudu tanınmaz hale gelmişti de kız kardeşi ancak parmaklarından onu tanıyabilmişti.[13]
Mus’ab b. Umeyr (ra) Uhud savaşında Resulullah (sav)’ın zırhını üzerine giyerek olası saldırıları engellemeye çalışmıştı. Müşrikler de onu Resulullah zannederek şehid etmişlerdi. Sa’d b. Rebi de vuruşarak şehid olmuştu. Son nefeslerini aldığında yanındaki arkadaşına; “Allah’ın elçisine benim selamımı ileterek söyle ki ben cennetin kokusunu duyuyorum. Kavmine de benden selam ile söyle ki, kirpikleriniz kımıldadıkça peygamberinize ihlâs hususunda Allah yanında özürlü olamazsınız” demişti. Bunu duyan Resul−i Ekrem de; “Ya Rabbi, sen Sa’d’dan hoşnut ol” diye dua etmişti.[14]
Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan, âlemlere ilahi bir rahmet olan böyle yüksek, şanlı bir peygamberin ümmeti bulunan ve özellikle sohbet ve arkadaşlık şerefiyle şereflenmiş kılınan sahabelere ne mutlu! O öyle bir Resul ki, onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları ilahi bilgilere ulaştırır ve bakış güçlerini terbiye ederdi.
Nebevi ocakta yetişen sahabeler, vahye muhatap bir ortamda, yaşamlarının tüm alanlarında Resulullah (sav)’ı örnek alıyor, seviyor ve itaat ediyorlardı. Öyle ki darağacına götürülen Hubeyb b. Adiyy (ra)’in, müşriklerin; “Muhammed’in, senin yerinde olmasını ister miydin?” demelerine karşılık, tarihe geçen sözleri Muhammedi âşıkların yollarına ışık oluyor, şevk veriyordu: “Değil benim yerimde olmasını, vallahi Medine’de ayağına bir dikenin dahi batmasını istemem.” Bu sözüyle canından olmuş ve ebedi saadeti kazanmayı başarmış, Resulullah (sav)’a olan bağlılığın yaşamsal boyutunu hayatıyla kanıtlamıştı.
Ona (sav) ve ashabına salât ve selam olsun.
İnzar Dergisi
--------------------------------------------
[1] Fetih: 29
[2] Acluni, Tirmizi
[3] Sözler, 27. söz
[4] Buhari
[5] Asım Köksal−İslam Tarihi
[6] Asım Köksal−İslam Tarihi
[7] Al−i İmran: 31
[8] Lem’alar, 11. Lem’a
[9] Buhari−Müslim
[10] Asım Köksal−İslam Tarihi
[11] Buhari
[12] Buhari
[13] A.C.Paşa−Peygamberler Tarihi
[14] A.C.Paşa−Peygamberler Tarihi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.