AŞİRET AĞALIĞINDAN DEVLET BAŞKANLIĞINA: ALİ ABDULLAH SALİH
Sözde “kansız” bir devrimle ülkeden uzaklaştırılan Yemen diktatörü Salih, yıllar boyu sırtını dayadığı feodal bağlar sayesinde 50 milyar dolara yakın bir servet yapmış durumda.
Yemen Arap Baharı yaşayan Arap ülkelerinden farklı bir ülke. Ülke büyük ölçüde aşiretler ve kabilelerin hakim olduğu siyasal bir görünüm arz ediyor. Bu yönüyle Yemen’in büyük ölçüde Libya’ya benzediğini söylemek mümkün. Ülkenin tamamını ilgilendiren hayati bir konuda nasıl bir karara varılacağı ya da siyasete ilişkin kararların nasıl alınacağına kabileler karar veriyor. Birçok konuda buna tanık olunabiliyor. Örneğin, ülkede büyük küçük herkesin serbestçe taşıdığı ve neredeyse Yemenliler için şerefin, asaletin ve erkekliğin simgesi olan silah, 90’lı yıllarda bir ara yönetim tarafından yasaklanmaya kalkışılmıştı. Ancak kabilelerin tepkisi, Salih yönetimine geri adım attırdı. Salih, televizyona çıkarak silahın Yemen halkının namusu ve şerefi olduğunu, kahraman Yemen halkının şerefini ve namusunu en iyi yine kendisinin koruyacağını açıklamak zorunda kaldı.
Tabi Ali Abdullah Salihi bütün Arap diktatörleri gibi, sadece tek bir şey ilgilendiriyordu, o da cebini nasıl dolduracağı. Bunun dışında kalan her şey pazarlık konusu olabilirdi. Yemenin bağımsızlığı, ulusal onur, milli egemenlik, yasaların nasıl yorumlanacağı vs...
Hatta 1998 yılında Yemene gittiğimde Cuma namazında imamların doğrudan devlet başkanını hedef alan hutbe okuduğunu, Arap dünyasının içinde bulunduğu acziyet ve zilleti eleştirdiklerini bizzat kendi kulaklarımla duymuştum. Diktatörlük sayılabilecek bir ülkede cami imamlarının nasıl olur da bu kadar özgürce ve korkusuzca mevcut sisteme meydan okuyabildiği merakımı celb etmişti. Sonradan farkına varmıştım ki Ali Abdullah Salih klasik anlamda bir diktatör değildi. Ülkede kurduğu yolsuzluk sistemi işlediği sürece gerisini çok fazla umursamıyordu. Yüzyıllar boyu başına buryuk ve yarı özerk bir statü içerisinde yaşamış kabilelerin rahatını bozmaya niyeti olmadığı gibi bir kalkınma hamlesi başlatarak Yemeni dönüştürmeye ve modernleştirmeye hiç niyeti yoktu. Böyle bir hamle başlatmak, mevcut sistemin devamını da riske atmak demekti. Ayrıca böyler bir kalkınma hamlesi, güçlü bir merkezi yönetim ve onun iradeine tabi olmaya hazır bir halk kitlesi gerektirirdi. Bu ise büyük ölçüde oturmuş devlet gelenekleri, ülkenin her yanına yayılmış bir bürokrasi, merkezi devlet anlayışının yerleşik teamüller içerisinde makbul bir konuma sahip olmasını gerektirirdi. Bu ise Yemende yoktu. Yemene hiçbir şey vermeyen ve ondan çok şey alan Salih ailesi, neden böyle bir risk alsındı ki? Servetine servet katmak, ülkenin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yağmalamak varken, kentleşmenin, modernleşmenin, toplumsal dönüşümlerin getireceği bedellerle, kendisini ve çevresini huzursuz etsin di ki?
Yemen ziyaretimde gördüğüm felaketlerden biri de petrolden elde edilen gelir giderek ciddi bir gelir oluşturmasına rağmen ülkede hemen hemen ciddi hic sir üretimin bulunmamasıydı. Yemen ihtiyacı olan ürünlerin neredeyse tamamını ithal ediyordu. Halk, ülkede muadili bulunan ürünleri almak yerine yurt dışında ithal edilmiş olanları almayı tercih ediyordu.
Devlet gelirlerinden yasal yollarla pay alamayan kabileler, ülkedeki yoz rejimle doğrudan mücadele etmek ve adalet talep etmek yerine ya bir takım kaçırma olayları ya da başka yasal olmayan yollarla hükümetten fidye istiyor, kendince adaleti böyle tahakkuk ettiriyordu. Tabiat boşluk tanımazdı, halkın hakkı olanı korsan yöntemlerle halktan gasp ettiğinizde geçimini sağlamak zorunda olan halk kitleleri (bunlar kabile, parti ya da stk şeklinde örgütlenmiş olabilir, hiç fark etmez) bunu bir şekilde yönetimden geri alacaklardı.
Kabilelerin, 90lı yıllarda merkezi yönetimin gelirlerinden pay almada kullandığı en yaygın yöntem, ülkeye gelen turistleri kaçırarak hükümetten fidye istemekti. Kaçırma olaylarında turistlerin ölmemesi, her seferinde pes ederek kaçıranlara fidye ödeyen Salih yönetiminin en sonunda buna bir son verme kararı almasına neden oldu.
Ülkede yüzyıllar boyunca kabilevi ilişkiler içerisinde oluşmuş gelenekleri yok sayarak topluma hükmetmek oldukça zor. Dolayısıyla feodal yapı, Yemen’in her yerine sirayet etmiş durumda ve bütün dengeler de bu yapı içerisinde filizleniyor. Bir yönüyle kabileler, ülke yönetiminde devlet başkanının yetkilerini paylaşıyor ve onu sınırlıyor olsa da, bir başka yönüyle bu durumun ülkedeki siyasi kifayetsizliğin kaynağını olduğunu söylemek mümkün.
Kabilevi gelenekler tarafından şekillenen ülkelerde yönetim ve hükümet etme biçimi de yine kabilelerin gelenek, örf ve adetlerinden etkileniyor. Bir yönüyle kabilelerin ortaçağlarda en azından bazı yönleriyle daha özgürlükçü olduğunu söylemek mümkün. Örneğin feodal beylerin, ağaların kralın yetkilerini sınırlandırarak bir kısımını onunla paylaşması, halk üzerindeki merkezi hükümetin baskılarını azaltan etkiler ortaya çıkarıyordu. Tabii feodal düzenin özellikle Batıda ortaya çıktığı şekliyle insanlar üzerinde kurduğu tahakküme değinme ihtiyacı bile hissetmiyoruz.
Ancak modern dönemde diktatörlerin ve yolsuzlukçu rejimlerin kendi yoz yönetimlerini sürdürmek için kabileler arasındaki husumeti, rekabeti kullanması, kabileleri birbirine kırdırarak ülke içindeki rakiplerini zayıflatması, ülke zenginliklerini kendine yakın kabilelere peşkeş çekmesi vs. gibi nedenlerle kabilecilik, çağımız Arap toplumlarının kabusu haline gelmiş durumda. Bu nedenle Arap toplumları hep, kendi modernliğini üretememiş, kalkınma ve gelişme konusunda fiyasko yaşamış, ülkelerinin zenginliklerini ya lüks harcamalarının finansmanında ya da ordusunun silahlanmasında kullanmış diktatörlükleriyle meşhur olmuş, ön plana çıkmış.
Yemen de Libya’ya benzer şekilde sivil toplumun gelişmediği, devletin kabile örgütlenmesinin gölgesinde kaldığı siyasi yapının sonucu olarak attığı her adımda devlet, kabileler arasındaki dengeyi gözetmek zorunda. Bu tür ülkelerde söz konusu dengeyi sağlamak için söz gelimi kara kuvvetlerine bir kabileden komutan atandığında benzeri bir mevkiye atanacak komutanın bir başka kabileden olması gerekiyor. Ancak Yemen örneğinde Salih ailesi, aynı zamanda ülkenin en etkin kabilesine sahip olmanın da avantajını kullanarak ordunun üst düzey hiyerarşisini tamamen kendi akrabalarını yerleştirmiş.
Bu konuda çok somut örnek, Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in oğlu, Ahmed Salih’in Cumhuriyet Muhafızları Komutanlığına, kardeşleri Ali Salih, Muhammed Salih ve bunun oğlu Amir ve Yahya Tarık silahlı kuvvetleri n en üst kademesinde yer alıyorlar. el Cezire yayınladığı haberinde adı geçen kişilerin devrimden hemen önce ABD’ye sığınma talebinde bulunduğunu duyurdu.
Ülkede ekonomi de dâhil hemen hemen bütün işler bu şekilde yürüyor. Tabii bu durumun bir başka handikapı da toplumu daha da derinleştirecek ve örgütlü yapıyı mümkün kılacak oluşumların ortaya çıkamaması. Bunun doğal bir sonucu olarak da hükümet dediğimiz siyasi yapı şekillenemiyor, halk nezdinde sözü dinlenir ve saygın bin yere sahip olamıyor. Sonuç olarak ne kurumsallaşmış bir siyasi yapı, ne hükümeti denetleyebilecek toplumsal yapı oluşmadığından lider, ülke üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabiliyor. Buna karşı itirazlar yükseldiğinde ise yükselen sesleri etkisiz hale getirmek için sadece memnuniyetsiz kitlelerin önderlerini, kabile başkanlarını yemlemesi yeterli olabiliyor. Kilit noktalara kendi yakınlarını getirirken ülkede karar alma mekanizmasında etkili kabile şeyhlerine para dağıtarak yaptığı yolsuzluklara yönelik tepkileri de etkisizleştirebiliyor.
Yemen Devrimi’nin gerçekleşmesinde çok büyük role sahip Değişim Grubu gençlerinin yayınladığı bir periyodik yayın olan “Devrimin sesi” dergisi, devrimden önce gerçekleşen bu girişimin, Ali Abdullah Salih’in yurt dışında bulunan servetini torunu Kenan’ın üzerine geçirme girişimiyle aynı zamana tesadüf ettiğini kaydediyor.
Devrimci gençler, Salih ailesinin servetlerine el konmasından korktuğundan bütün mal varlığını yurt dışına kaçırmaya çalıştıklarını kaydediyor. Devrimcierin çıkardığı “Devrimin sesi” adlı yayında yer alan haber ve makalelere göre ülkeye hâkim aile, Ali Abdullah Salih’in torunu Kenan’ı seçmiş durumda. Bunun nedeni ise oldukça ilginç. Ülkeyi yönettiği 32 yıl boyunca Yemen’in bütün zenginlikleri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunan Salih ailesi içerisinde, bu süreç zarfında oluşan servete kimin sahip olacağı yönünde anlaşmazlık baş göstermiş durumda. Salih’in torunu Kenan, ailenin bütün üyeleriyle müşterek bir yöne sahip bulunduğu ve aile içi rekabetin dışında kalan bir isim olması nedeniyle servetin resmi olarak devredilmesi için seçilmiş bulunuyor. Aile üyelerinin serveti kaçırmak için başvurduğu bir başka yöntem ise diplomatik pasaport yerine sıradan pasaportlar çıkartarak kendi hesaplarında bulunan paraları uydurma isimler üzerindeki hesaplara aktarmak. Bu şekilde Avrupa ülkeleri ve Amerika’daki hesaplarının dondurulma tehlikesini bertaraf etmek istiyorlar.
Ancak son süreçte böyle bir yönteme başvurmalarına da gerek kalmamış, çünkü Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin arabuluculuk girişimleriyle varılan ve Ali Abdullah Salih’in ülkeden nasıl ayrılacağını netleştiren anlaşmaya göre Ali Abdullah Salih geçmişte işlediği suçlar nedeniyle hiçbir şekilde yargılanamayacak, kovuşturulamayacak. Batılı kaynaklara göre Salih’in serveti, 40-50 milyar dolar civarında. Servetin büyük bölümü özel şahıslar üzerinde ve bir kısmı da yurt dışında oteller zinciri, villa, turistik tesislerin de içinde bulunduğu taşınmazlar üzerinde bulunuyor.
Salih’in başka ülkelerle yaptığı petrol ve doğal gaz anlaşmalarından ise büyük miktarlarda rüşvet aldığı biliniyor. Örneğin Kore’yle yaptığı doğal gaz anlaşması nedeniyle Yemen’in kaybının 65 milyar dolar olduğu Yemen basınında yer alan bilgiler arasında.
Birleşikbasın
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.