Fatih AKMAN
Aşkın Dergâhında Kalbin Gözyaşları
Renkten renge, şekilden şekile giren yoğun gündemle yatıp kalkıyor insanlar. Ne oldu, ne bitti? Kim ne yaptı, nasıl yaptı, ne söyledi, niçin söyledi? Gibi soruların geniş ve gelecek zaman kipleriyle nefes alıp veriyor, adeta. Fakat ben bu yazıyı bunlardan azade kılmak niyetiyle aşka ve kalbe dokunmak istiyorum. Dokunabilir miyiz, yazabilir miyiz? Bilmiyorum.
Evet, “Levlake”den ilham aldığımızda aşk adına, aşk namına yaratılan bir kâinatta hayat sürdürdüğümüzün şuurundayız. Aşka ulaştıracak olan da aşktan mahrum bırakacak olan da “ben”dir.
“Men arefe nefsehu, feqed arefe Rebbehu” bilincine demir attığımızda biliriz ki ilahi aşka adım atmanın nefsin yani “ben”in kendisini tanımasından, bilmesinden geçiyor. “İnnen nefse le emmaretun bis sui…” hakikatından gafil olunduğu an da “ben” aşktan fersah fersah uzaklaştırıyor. Nefsin sahibi, ihtiyaç ve istekleri yanında acizliğinin, zayıflığının, kuvvet ve kudretten yoksunluğunun farkına vararak; bununla paralel Allah'ın ihtiyaçlardan, hatalardan, noksanlardan münezzeh olduğunu idrak ederek aşka varır, aşkta erir ve o aşkta Rabbini bulur.
Aşkın manevi atmosferi onun zihin ve kalp dünyasının güneşi olur. Aşkı kalbine dergâh, kalbini aşka girizgâh bilir, kılar. “Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur” hakikatine sarılarak “Ben hiçbir yere sığmam, Mü'min kulumun kalbine sığarım” limanına doğru kürek çeker.
Tabi ki aşkın dergâhında ömür kıymetlendirildiği kadar olur kalbin bahası. Ahirete özlem duymak, ahiret azığına/hazırlığına odaklanmaktır bu aşkın mayası.
Dolayısıyla en büyük iş en başta beden ülkesinin padişahı olan kalbe düşüyor. Kalp sorumluluk aldığı kadar, kalp kendisini arındırdığı kadar, kalp aşkın halinde fenaya kalp çırptığı kadar kendisine gelecektir. Kalpte aşkın mayası tuttuğu kadar, kalp aşka amade olduğu kadar; kul, kulluğun mertebelerine merdiven dayayacaktır. İşte o zaman kalp yer yer hassas, duygusal ve yumuşak olacaktır; yer yer tavizsiz, net, katı ve sert olacaktır. İşte o zaman yer yer zalime karşı kıyama kalkan bir yumruk, yer yer gözlerden süzülen iki damla gözyaşı olacaktır. İşte o zaman yer yer cennetlere uçuşan şehitten süzülen birkaç damla kan, yer yer “iman varsa imkân vardır” şuuruyla aşka kuşanan imkân olacaktır. Âlimin mürekkebi, şehidin kanı, yalın ayaklıların gözyaşı, “imdat” diye inleyen mazlumların ümidi olacaktır.
İşte o zaman Hiroşima, Nagazaki'den Halepçe'ye, Hama'dan Susa'ya, Başbağlar'a, Roboski'ye, Gazze'den Diyarbekir'e; Iraklı Nur Bacı'dan, Abdulkadir Molla'ya, Şeyh Ahmet Yasin'e, Şeyh Sait'ten İskilipli'ye, Rantisi'ye, Ceylan'a ve Yasin Börü'ye…
Aşkla Aşkın olana kurban olmanın destanını yazan yiğitlerin sevdasını kalbinizin derinliklerinde hissedeceksiniz.
Öyleyse siz de gelin kalbinizi aşkın dergâhına talebe verin, aşkın dergâhında Aşkın olanı talep edin.
Vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.