M. Zülküf YEL
Atatürk ve Laiklik Maskesi Takan Firavunlar ve Soyguncular
Her sene 28 Şubat geldiğinde herkes bir şeyler söyler. Çok şey yazılır, çizilir ve tarihimize kara bir leke olarak geçen postmodern darbe lanetlenir. Hatta bu lanetleme seremonisine eski darbe şakşakçıları ve yalaka takımı da katılır. Her devrin adamı olan ve fırsat kollayanlar, tekrar bitleri kanlanıncaya kadar araziye uymayı tercih etmekteler. Bukalemunları kıskandıracak bir ustalıkla kendilerini gayet iyi kamufle ediyorlar. Bir gün mutlaka fırsat yakalayacakları umutlarını diri tutmakta ve bu umut ile yaşamaktadırlar.
Elbette 28 Şubat utancı hakkında çok şeyler yazılıp çizilebilir. Hatta tarihin bu utanç verici karanlık dönemi ve müptezel Siyonist işbirlikçileri hakkında ciltler dolusu kitap yazılabilir. Siyonistlerin azat kabul etmez köleleri ve içimizdeki Brütüslerin cinayetleri saymakla bitmez. Biz, özellikle bu süreç ile alakalı bir boyuta dikkat çekmek istiyoruz.
Herkesin lanetlediği bu süreç ve aktörlerinden hesap sorulmadı. Göstermelik ve sembolik bazı adımlar dışında sadra şifa bir icraata şahit olmadık. Özellikle bu sürecin sembolü haline gelen isimlerden hesap sorulmadı. Bunların mal varlığı hakkında geniş çaplı bir tahkikat yapılmadı.
Oysa bu süreç içerisinde irtica yaygarası ile kamuoyunun dikkatleri dağıtılırken ve herkes yapılan firavuni zulme odaklanırken, laiklik maskesi takan soyguncular, çoktan ülkeyi talan etmişlerdi. İrtica hortladı deyip memlekette bir terör dalgası başlatıldı. Devletin gücü suiistimal edildi ve halkı ezmek için kullanıldı. Çeteleşme ve illegalite zirveye çıktı.
Batı Çalışma Grubu namıyla, çete marifeti ile bu ülke teslim alındı. İçimizdeki Brütüsler, halkımızı Siyonistlerin hesabına sırtından hançerlemiş ve İslam’a karşı alenen savaş açılmıştı. Aslında ortada hortlayan bir irtica falan yoktu; hortlayan firavunlar vardı. Firavunlar, ülkeden İslam’ı tamamen silmek ve Musalara bu ülkeyi dar etmek istiyordu. Hortumculuk damarları hortlayan bu çete, resmi kurumları esir almış ve ülkenin kaynaklarını talan etmişlerdi.
Doymak bilmeyen hortumcular, hasbelkader bu talanlarının önünde birilerini engel olarak gördüklerinde; hemen Atatürk ilke ve inkılaplarından dem vurup bu şahsiyet ve kurumları irticacı ilan edip iplerini çekmeye yeltendiler. Dağlarında domuzların bile özgür gezdiği memleketimde, bir avuç özgürlük ve insan hakları insanımıza çok görülüyordu. Siyonistlerin iflah olmaz köleleri ve illegal çeteler, bir halkı adeta topyekûn köleleştirmek istiyordu.
Bu süreçten herkes ağırlığınca nasipleniyordu. Firavunların kapılarında gönüllü bekçilik yapmayı marifet sayan sözde gazeteci ama özde müptezellik çukurunda yuvarlananlar, adeta dindar avına çıkmıştı. Tetikçilik konusunda köleleşmiş ruhlar bir birleri ile yarışıyordu. Adeta kimin burnu daha iyi dindar kokusu alır yarışı vardı. Eşrefül mahluk olma yerine, esfele safilin olmayı tercih edenler, adeta bir sürek avı başlatmıştı. Özellikle, “darbeci çetelere daha yakın olan daha iyi parmak yalar” mantığı ile boyunlarına tasma geçirmiş bu taife, kendilerine görev tanımı yapmışlardı.
Özellikle bu konuda gazetecilerin sicilleri epeyce kabarıktı. Hele U. D. ve F. A. , dindarlara çok çirkin ve hayasız hakaretlerde bulunanların başını çekiyordu. Asker üniforması giymiş çetelerin postallarını yalamayı marifet sayanlar, gönüllü olarak dindar fişleme ve takibatı yapıyordu. Kim daha iyi İslam ve halk düşmanlığı yapar, darbeci postallarını dili ile parlatır hususunda yarışıyorlardı. O zamanın şartlarında tetikçilik, gazetecilikten daha iyi para ediyordu. İstisnalar hariç, özgür olması beklenen basın, tetikçilerin doluşup, yargısız infaz ve haysiyet cellatlığı yaptığı bir arenaya dönüşmüştü.
Ya Beşli Çete olarak adlandırılan o devrin sendika liderleri…
Gazetecileri aratmıyorlardı. Sanki işçi haklarını savunmak gibi bir görev yokmuş gibi işçi hakları dışında her şey ile ilgileniyorlardı. Cunta çetesinin kapısında birer kapıkulu askeri olarak bekleyip kendilerine verilen talimatları yerine getiriyorlardı.
Bir üniversitenin yemin töreninde bölüm birincisi başörtülü öğrenciye yemin ettirmeyen ve hala görevde olan Profesörü ve onun tetikçiliğini yapan sefili de unutmadık.
Bürokrasi, yargı, siyaset ve toplumun her kesiminden bu sürecin içerisinde rol alanlar vardı.
Bu sürecin direkt ve dolaylı olarak milyonlarca mağduru oldu. Peki, bu kadar mağduru olan bu sürecin suçluları nasıl olmaz? Madem suçlular var, neden yargı önünde çetecilik ve darbeciliğin hesabı sorulmaz? İşin daha da utanç verici tarafı, bu çeteci ve darbeci süreç içerisinde rol alan bazılarının hala aktif görevde olmasıdır. Utanç olarak bu husus bile başlı başına yeter.
28 Şubat süreci bütün sonuç ve aktörleri ile beraber mahkum edilmeli ve darbe çetesinden ve darbe sürecinden hesap sorulmalıdır.
Sürecin mağdurlarına da itibarları ve tüm hakları iade edilmeli, resmi olarak özür dilenmeli ve tazminat ödenmelidir. Bu tazminat da süreç içerisinde dahli olanların mal varlıklarından karşılanmalıdır. Ayrıca bu sürecin tüm unsurlarının mal varlıkları didik didik edilmeli ve yapılan yolsuzlukların hesabı sorulmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.