Av. Taşkesen: "Gezi davasının kararı bir hukuk garabetidir"
Yargının ulusalcı, ülkücü ve AK Partili olarak bölündüğünü belirten Avukat Zeki Taşkesen, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin, Gezi davasını ağaçları korumaya yönelik basit bir eylemmiş gibi gösterme kararının hukuk garabeti olduğuna dikkat çekti.
Türkiye'de Yargı'nın bağımsız olmadığını ve bölündüğüne vurgu yapan Av. Zeki Taşkesen, Yargı'nın şu anki haliyle hem ulusalcı hem ülkücü hem de AK Partili bir kimlik olarak bölündüğüne dikkat çekti.
Taşkesen, bir taraftan Osman Kavala hakkında 30'uncu Ağır Ceza Mahkemesi beraat ve tahliye kararı verirken aynı gün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tekrardan gözaltı kararı çıkardığını söyledi.
Taşkesen, Türk Ceza Kanunun 309'uncu madde ve diğer devamı maddelerinde gezi davası suçunun ağırlaştırılmış müebbet hapis olduğuna dikkat çekti.
"Gezi olaylarının oluş şekline ve oradaki infiale baktığınızda 15 Temmuz darbe girişimi gibi"
Gezi davasının hukuk literatüründe Anayasal düzeni bozmaya giren suçlar kapsamına girdiğine dikkat çeken Avukat Taşkıran, "Türk Ceza Kanunu'nun 309'uncu madde kapsamında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik bir suçtur. Aynı zamanda hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik bir teşebbüstür. 2013 Mayıs ayında başlayan Gezi olaylarının oluş şekline ve oradaki infiale baktığınız zaman ve yaşanan olayları irdelediğimiz zaman hakikaten 15 Temmuz darbe girişimi gibi. O kapsamda, o büyüklüğünde değilse de başlangıç olarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik küçük çapta başlayan bir teşebbüstü aslında. Bunların içerisinde Sanatçıların, iş adamlarının ve avukatların yer almasına baktığınız zaman hem PKK diyebileceğimiz hem sol kesimden çok değişik örgütlerin, çok değişik Sivil Toplum olarak nitelendirilen örgütlerin ve aktivistlerin yer aldığı bir kalkışmaydı. O yönden de çok farklı bir yönü var. Ve ondan başlayan bir süreç dahası da 15 Temmuz'la taçlanarak geldi." dedi.
"Ergenekon davası, 70 yıldır Türkiye'nin bugüne kadar gelinen vesayet sisteminin bir devamı"
Ergenekon davasının da Gezi davası gibi aynı kapsamda irdeleyebileceklerini belirten Taşkıran, "Ergenekon davası aslında 70 yıldır Türkiye'nin bugüne kadar gelinen vesayet sisteminin bir devamıydı. Ergenekon davası her ne kadar FETÖ'cüler tarafından organize edilse de ya da denildiği gibi delil uydurma ve FETÖ'cü savcılar, FETÖ'cü Emniyet ekibi tarafından uydurma delillerle ortaya çıkarılmış basit bir şey gibi gösterilmiş olsa da kesinlikle öyle değildi. Ergenekon davası, Balyoz davası anayasal düzene karşı işlenmiş suçlar olarak görülebilir suçlar mahiyetinde idi." diye dikkat çekti.
"TCK'nın 309 ve devamındaki maddelerinde bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapistir"
Türk Ceza Kanunun 309'uncu madde ve diğer devamı maddelerinde bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olduğuna dikkat çeken Taşkıran, şöyle devam etti:
"Buna kalkışmaya yardımcı olanların da alacağı ceza müebbettir ve kesinlikle verilen karar hukuka aykırıdır. Tabii ki işin içinde doğrudan orada olmasak dahi -orada yargılanan sanıkların tanıdığımız ve toplumda gördüğümüz kadarıyla- bunlar basit ve beraat edebilecek hiçbir delil olmayan şeyler değildi. Orada sanatçı olarak görülenler, gerekirse George Soros'un Türkiye'deki temsilcisi ve finans kaynağı olarak bildiğimiz iş adamı Osman Kavala, Mehmet Ali Alabora ve Türkiye'nin başına yıllardır bela olmuş ve Türkiye'ye gelmeyen Can Dündar gibi kişilere baktığınız zaman olay basit değil. Bunun da cezası kesinlikle ağırlaştırılmış müebbet olmalıydı." diye belirtti.
"Yargı hem ulusalcı hem ülkücü hem de AK Partili bir kimlik olarak bölünmüş durumda!"
Yargı'da yaşanan sıkıntıları da dile getiren Taşkıran, şu önemli açıklamalarda bulundu:
Yargımız bağımsız değil, bir şekilde bazı grupların eline geçmiş durumda. Biz, hukukun içinde olan insanlar olarak Türk adaleti şu anda hâkimiyle, savcısıyla genelde ulusalcı ve ülkücü bir ekibin eline geçmiş olarak görüyoruz. Bu sürekli Türkiye'de söylenen bir durumdur. Bir yönüyle hükümetin emri altında, bir yönüyle de dışarıdan etkiye müsait ve dışarıdan yapılan etkilerle karar veren bir duruma gelmiştir. Ulusalcı olarak görülen kanata baktığımız zaman bunun bir ayağı Perinçek grubuna dayanıyor. Perinçek'in de Rusya'da Aleksandr Dugin ismi ile tanıdığımız Putin'in akıl hocasının etkisinde olduğunu biliyoruz. Yargı şu an ki haliyle hem ulusalcı hem ülkücü hem de AK Partili bir kimlik olarak bölünmüş durumda. Yargının bölündüğü de zaten kendisini dün gösterdi. Bir tarafta Osman Kavala hakkında 30'uncu Ağır Ceza Mahkemesi beraat ve tahliye kararı verirken aynı gün, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tekrardan gözaltı kararı çıkardı. Osman Kavala'nın FETÖ'den tekrardan gözaltına alınması yönünde bir delil bulunacağını ben tahmin etmiyorum. Ama dış güçlerin etkisiyle yargı özellikle 30'uncu Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri sırtlarını her nereye dayanmışlarsa öyle bir beraat ve tahliye kararı verdiler. Osman Kavala ile ilgili delil yetersizliğinden verilen bir karar var. Delil yetersizliğinden verilmesi kesinlikle akla uygun değil, mantığa aykırı. Orada kamera görüntüleri var büyük bir kalkışma olmuş, otobüsler yakılmış, halkın dükkânları yağmalanmış çok büyük bir eylemdi ve bu eylemde yer alan aktivistler kamera kayıtlarıyla belliydi.
"Osman Kavala, Türkiye'de gizli işler yapan ve George Soros'un finanse ettiği bir adam"
Taşkıran, "2013 yılı olması nedeniyle o dönemde FETÖ'cüler hakimdi. Dolayısıyla FETÖ'cülerin yaptığı ya da elde ettikleri bütün delilleri, polis ve savcıların FETÖ'cü olmalarından dolayı hepsini geçersiz saymak adaletli bir karar olmayacaktır. Olayda yapılanlar bellidir. Osman Kavala, Açık Toplum Vakfı'nın Türkiye'deki Mütevelli heyetinde olan bir adam. Türkiye'deki bir sürü gizli işlemleri yapan bir adam. George Soros'un finanse ettiği bir adam. Dolayısıyla hiçbir şey yokmuş gibi bu adamın beratını ve tahliyesine karar vermek adil bir karar olmayacaktır, verilen kararda adil değildir." diye konuştu.
"Kavala, uluslararası ilişkileri olmayan biri olsaydı gözaltına alınmasına dışarıdan tepki gelmezdi"
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tekrardan aldığı gözaltı kararı ne kadar doğru olursa olsun bir şekilde geçici olacağına dikkat çeken Taşkesen, "Osman Kavala, aslında gezi olaylarının baş aktivistidir! Ama FETÖ olaylarında bir delil elde edileceğini tahmin etmiyorum. Bunun arkasında kesinlikle siyonizm vardır. Arkasında Amerika ve siyonizm olduğu da şundan bellidir. Dün Amerika büyükelçiliğinin yapmış olduğu bir açıklama vardı. Bu dava sırasında defalarca yaptıkları açıklamalar vardı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman Kavala ve diğer arkadaşlarının tahliye edilmesi yönünde verdiği kararlar vardı. Şu anda hala dünya basınında ve diğer dünya ülkelerinde Osman Kavala'nın tekrar gözaltına alınması müthiş derecede bir tepkiyle karşılanmıştır. Osman Kavala eğer basit bir insan ya da sıradan beraatla sonuçlanabilecek bir kişiliğe sahip bir insan veyahut uluslararası ilişkiler olmayan bir insan olsaydı -emin olun- bu kadar dışarıdan tepki almazdı. Bu kadar dışarıdan yoğun bir şekilde bu karşılıklar ve Amerika Büyükelçiliği tarafından böyle bir açıklama yapılmazdı. Dolayısıyla basit bir olay değildir ve İstanbul 30'uncu ağır ceza mahkemesinin verdiği kararda yerinde değildir."
"Mahkemenin ağaçları korumaya yönelik basit bir eylemmiş gibi göstermesi hukuk garabetidir"
Taşkesen, son olarak şunları söyledi:
"Bunu delil bulunamadığı tarzına gitmeleri bir geçiştirmedir. Yazacakları başka da bir gerekçe kalmadığı için bunu yapmışlardır. Adamın aklanması ya da beraatını çıkarabilmek adına ne yapmaları gerekiyordu? Bunun bir şekilde genel olarak hâkimlerin başvurduğu bir kaçış noktası delil yetersizliğidir. Bunu da işte bir ağaçtan dolayı hukuki bir eylemmiş gibi gösterip 'ülkenin hükümetini ortadan kaldırmaya ya da anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem değildi, bu hukuki bir eylemdi' diyerek mahkeme işi geçiştirmiştir. Aslında bu dosyaya ilişkin, TAPE kayıtları ve kamera kayıtları mevcuttur, ilişkileri mevcuttur. Bu sanatçılarla Osman Kavala'nın, Osman Kavala ile Goorge Soros'un ilişkileri yıllardır Türkiye'de bilinen bir gerçektir. Buna rağmen mahkemenin olayı, ağaçları korumaya yönelik hukuksal basit bir eylemmiş gibi göstermesi bir hukuk garabetidir. İnşallah temennimiz odur ki Türkiye'de yargı bağımsız olsun, yargı tarafsız olsun ve yargı başka uluslararası güçlere ve derin güçlere teslim edilmesin. Buna ilişkin olarak da Adalet Bakanlığı ve HSYK'nın İnşallah gerekeni yapacağını düşünüyorum."
İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.