Abdullah ASLAN
Barış süreci değil, alan açma sürec
Başta belirteyim. Ben vaziyeti ifade ederken kimseyi kimseye, özellikle de sağa sola saldıran taifeyi devlete şikâyet derdinde değilim. Öyle bir pozisyondan da Allah’a sığınırım. Çünkü halkın huzurunu kaçıracak kadar o şebekeyi azdıran aslında bir noktada o devletin kendisi olmuştur. Bu devlet kimi zaman bilinçli bir şekilde şiddet uygulayarak karşıya eleman ve sempatizan kazandırmış, kimi zaman da yolunu açarak, karakollar “kamplar”ın yolunu göstermek suretiyle “merci yeri”nin “dağ” olduğunu bir nevi ifade etmiştir. Ve bu tutum birilerini, kendi denetimlerinde bir devlet kurma hayallerine sevk edivermiştir. Hayaller yoğunlaştıkça da halkın ıstırabı o oranda artmıştır.
90’lı yıllarda insanları sorgusuz sualsiz evlerinin içinde veya hemen kapı önlerine çıkararak cadde ortasında infaza tabi tutan zihniyet, bu yapılanmanın palazlanmasında nasıl ki etkili olmuşsa bugün Kürdistan’ın tek temsilcisi gibi muamele gösterip adeta sersemleşmesine de yine aynı güç etkili ve sebep olmuştur.
Ben bu tabloyu ve iki ateşli gücün oynadıkları oyunu halka arz etmek istiyorum. Süreç diye başlatılan açılımdan bu yana sadece kan üzerine hesap kitap yapanların başka hiçbir oyun ve tezgâhı görmeyişleri gerçekten gözden kaçmıyor. Aylardır Kürdistan coğrafyasında gerçekleştirilen “provalar” pek de hayra alamet görülmüyor.
Ankara’dan veya batıdan meseleye bakış tozpembe şeklinde olabilir, fakat bölge insanının şu an içinde bulunduğu sıkıntı, halkın tepkisini celp edecek boyutlara varmış durumda. Şu barış sürecinden bu yana devletle bir olup barıştıklarını ortaya koyan kimi Vandallar, Kürtlerin kapılarına dadanarak her gün rahatsız etmekte, tehdit, kaçırma ve para cezalarıyla tam bir mağduriyete sebebiyet vermekteler. Masum ve savunmasız köy halkını -eline silah alan her hangi bir insanın yapabileceği türden- gözdağıyla sindirmeye çalışmak, sürecin bölgeyi nasıl bir boyuta götürdüğünün de ayrıca nişanesi.
Şunu ifade etmek gerekir ki, yalan dolanlarla ve halkı sindirmeye çalışmakla, tehdit etmeye gitmekle hiçbir barış tesis edilemez. Bölgeden edindiğim izlenim, halkın inançlarıyla barışık olmayıp onları ırkî söylem ve yalanlarla iğfal etmeye çalışanlar, Kürt halkını ve özellikle dindar Kürt halkını tam bir abluka altına alma gayreti içerisinde. Bu yönde bildiriler dağıtmakta ve hatta yıllarca insanların kanına girerek onları hem cam hem mal kaybına uğratan örgüt kendisi değilmiş gibi af dilemeye çağırmakta/zorlamaktadır. Elbette ki kendisiyle alay edilen bu halk, kendisine bu denli mağduriyet yaşatanlardan af dileteceği günleri de görecektir. Bu tabloyu Allah’ın yardımı çabuklaştıracaktır inşaAllah.
Yıllardır iğfal edilmeye çalışılan bu halkın basiret gözleri her şeyi “olduğu gibi” görmeye başladığı gün, illüzyonistler –inanın- kaçacak delik arayacaklardır.
Bölgede sahiden garip şeyler oluyor. Yol kes, ondan sonra “haberimiz yok!” de. Heykel dik, onun için insanlar ölsün, ondan sonra çık ve “kim dikti!” diye alay et. Ahlaktan yoksun ne kadar yapılanma varsa onları kolla ve “Türkiye’de onların tek hamileri biziz” de. Hatta kendi örgütlü STK’ların üzerinden Doğruhaber gibi gazetelere -onları ifşa etti diye- dava aç, ondan sonra “mesafe koyun!” diye dürüstlük ve dobra olmakla hiçbir alakası olmayan zikzaklar çiz. Lütfen, olduğunuz gibi görünün! Halka çektirdiklerinizin yanında bari şimdi de alay etmeyin!
Sözde vekillik yapan kişi, Karlıova olaylarıyla ilgili “Halk protesto amaçlı demokratik hakkını kullanırken sivil çeteler tarafından saldırıya uğradı…” demek suretiyle bir iki partinin ismini de çetecilikle anarak utanmadan soru önergesi veriyor.
Vekil bey(!)e bir de buradan sormak lazım gelmez mi? Yüzleri kapalı, ellerinde molotoflarla esnafın dükkânlarına saldıran teröristler, nasıl “halk” olabiliyor? İkincisi, bahsini ettiğiniz ‘Demokratik hak’ nasıl bir nesne ki, kendi dükkânında müşteri bekleyen esnaftan talep ediliyor?
Baksanıza, “Barış Süreci” başlayalı çocuk kaçırmalarından ve kandırılarak götürülmelerinden tutun da yol kesmelere, molotoflamalara ve esnafa saldırılara varana kadar bütün hinlikler tüm hızıyla devam ediyor. Yol kesmeler, adam kaçırmalar, “ceza kesmeler”, tehditler, bombalamalar ve kısacası saldırılar, süreçten öncesine göre artmamışsa azalmamış. Buna göre bu sürecin adı niye “Barış süreci”dir. Şahsen bunu anlamada zorluk çekiyorum. Tamam, kanın durması iyi -ki tam o da söylenemez- ama bunun yanında milletin canı hala eskisi gibi acıyorsa burada bir terslik vardır demektir. Bu olsa olsa partnerlerden birisinin diğerine alan açma sürecidir. Yoksa bu, tamamen halkın manevi değerlerine düşman olanların halka “baş” edilmeleri projesi olmasın? Sosyal mühendislik bu olsa gerek. Bu proje, birilerini, bir noktaya dikkatleri çekip “bitireceğim” diyerekten onu diğer bütün alanlarda “şah” kılmak şeklinde yürümemelidir.
İki gün önce Silvan’ın Dağcılar köyünde İlke Haber Ajansı Muhabiri Ali Adiyaman silahlı kişiler tarafından kaçırıldı. Süreç, bu halkın can ve mal emniyeti konusunda bir iyileştirme süreci değilse o zaman bunun nasıl bir faydası vardır. Ajans muhabiri bu arkadaşımızın, kılına dokunulmadan serbest bıraktırılması “Barış Süreci”yle ilgilenenlerin boynunun borcudur. Hem “süreç” diyeceksiniz hem de adam kaçıracaksınız. Bunu kimseye yutturamazsınız.
Allah’u Teâla halkımıza gerçek manada barış ve huzur dolu günler ve süreçler ihsan eylesin; “süreç” ve “barış” palavralarıyla halkımıza her gün saldıranlara da rahat yüzü vermesin inşaAllah!
Selam ve dua ile…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.