Said El KURDİ
Batı çalıyor, Ortadoğu oynuyor!
Çok garip bir süreçten geçiyoruz. Projesini beynelmilel güçlerin çizdiği kanlı senaryonun en vahşi sahneleri sergileniyor. Vahşetin çerçevesini çizen, limitsiz destek veren, kanlı sahneler için mekan, zaman, aktör/topluluk tayin eden beynelmilel güçler ortadayken, vahşet senaryosuna kurban seçilenler birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye saplanmış durumdadırlar.
İslam dünyasının genelini, hasseten Ortadoğu'yu mekan tayin eden güç odaklarının kanlı senaryolardaki etkileri tüm çıplaklığıyla gözler önündeyken, filmin sonunda, çizilen senaryonun kahramanı olma yarışı gibi ilginç bir müsabaka sergiliyor tüm kurbanlar.
Aslına bakılırsa kanlı oyun, bölge içi aktörler üzerinden yürütülüyor olsa da küresel güçlerin çizdiği çerçevede cereyan ediyor. Temel mücadele, küresel güçlerle İslam dünyasının bütün dinamikleri arasında yaşanıyor ve tüm dinamikler küresel güç odaklarının hedefinde bulunuyor. Ama ilginç olan, küresel güçlerin kendi yapmaları gereken mücadeleyi, ayrıştırmayı başardıkları hedef konumundaki yerel dinamikler üzerinden yürütme başarısı gösteriyor olmalarıdır.
Türkiye'de yaşanan “Çukur siyasetinden” tutun Irak'ta yaşananlara; Suriye'den tutun Yemen'e, hatta Afrika'da bir çok bölgeye sarkan çatışma ve karmaşalara bakın. Her yerde, her alanda bölge içi aktörler kıyasıya bir tükenmişlik savaşı veriyor. Farklı karşıt kamplara/eksenlere ayrılıp çatışma alanlarına müdahil olan bölge içi güçlerin her biri, ilk olarak sahadaki karşıtını suçluyor, tüm dramatik sahnelerin müsebbibi olarak değerlendiriyor.
Kimisine göre fitnenin merkezi Tahran, kimisine göre Ankara, kimisine göre Riyad'dır.
Kimisine göre ana sebep “Şii yayılmacılığı”; Kimisine göre “Sünni eksendir!” Kimisine göre “Pers yayılmacılığı”; Kimisine göre “Neo-Osmanlıcılık” hayalidir.
Oysa şöyle bir gerçeklik de var!
Herkes, birbirine suçlama ve beraberinde namlu yönelttiği temel sorunların çözümünde kilit noktanın, nedense bölge dışı beynelmilel güçlerin uzlaşısında yattığına inanıyor. Bölge içi tüm aktörlerin birbirleriyle yürüttüğü örtülü, doğrudan ya da vekalet savaşının çözümü için nedense tüm umutlar Batı başkentlerinde düğümleniyor. Kanlı sürecin müsebbipleri olarak birbirlerini işaret edip birbirlerine namlu çevirenler, Washington ile Moskova arasında seyreden ilişki biçimine göre tavırlar geliştiriyorlar.
Mesela bir sabah vakti Obama ile Putin basın önüne çıkıp “Ey dünya! Ortadoğu'da cereyan eden çatışmacı, kanlı yamyamsal süreci bitirme konusunda anlaştık. Hatta iki güç olarak bölgeyi tamamen terk etmeye karar verdik, çekiliyoruz!” derlerse, sizce ne olur? Eminim ki bölgede amansız bir “horoz dövüşüne” girmiş bulunan yerel aktörlerin çok önemli bir bölümünün kolu kanadı kırılır, belki de silah kullanacak mecalleri bile kalmayabilir!
Şuna vurgu yapmak istedim; Savaş, bölge dışı küresel güç odaklarının savaşıdır. Oysa kendileri yerine bölgenin dinamikleri savaşmakta, birbirlerinin kanlarını dökmekte, şehirlerini, kasabalarını harab etmektedirler.
Savaşlarda şöyle bir kural vardır; Çatışma/rekabet halinde olan taraflar, çözüm ve barış söylemine sarılıyorlarsa neden birbirleriyle konuşmak yerine Batı başkentlerinin yolunu tutuyorlar? Görüşme ve uzlaşı turlarının merkezi neden Ankara, Tahran veya Riyad olmuyor da, Washington, Cenevre, Moskova vb oluyor?
Çünkü savaşa karar verenler, çözüm/uzlaşı kararını da etkiliyor. Savaşa karar verenler ancak barışa karar verebilirler. Savaşan, çatışan veya çatıştıran taraflar sahada ama, sadece dayatılan yükümlülükleri icra ediyorlar. Uygulayıcı konumundadırlar, karar verici/alıcı konumda bulunmuyorlar. Bundandır ki her ani gelişmede derhal karar alıcı başkentlerin yolunu tutuyorlar.
Hal böyle olunca pratikte karmaşa sahasına yansıması mümkün değilse bile sağduyuya davetiye gönderen her ses bastırılmakta, Müslümanların selametini önceleyen tavır ve haykırışlar peşinen mahkum edilmekte, bu yönde çağrı yapan çevre veya çevreler itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Batı'nın çerçevesini çizdiği kirli senaryoda sağduyuya, sağduyulu tavır ve çağrılara prim verilmemektedir.
Herkese, her kesime kirli senaryoda rol alıp tarafını seçme dayatmasında bulunulmaktadır. Kirli senaryoya taraf olursan en azından sadece karşı tarafın ithamlarına maruz kalırsın. Aksi durumda her iki tarafın tazyik, itham ve psikolojik işkencelerine maruz kalmaktan kurtulamazsın.
Bu tür dayatmaları çoğu zaman filmin doğal akışının gereği olarak yorumlarsın, oysa aslında senarist senaryoyu bu şekilde yazmıştır.
Senaristin çizdiği senaryonun dışına çıkıyorsan, ekranı süsleyen oyuncuların tepkisini üzerine çekmen kaçınılmazdır.
Ve senaristler filmi “Mutlu Son” ile bitirmedikleri müddetçe bu film bitmez, bitmeyecek!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.