Dr. Abdulkadir TURAN
Batı, Türkiye'den ne istiyor?
Sıradan bir gözlemci bile Batı'nın 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa ulaşmasından memnun olmadığını görebiliyor. Batı'nın şaşkınlığını, en katı Batıcılar bile Türkiye'nin lehine yorumlayamıyor.
Batı, Türkiye konusunda bir şok değil, birkaç şok yaşıyor:
Batı, Türkiye'ye istediği her şeyi yaptırabileceğine inanıyordu. Son yıllarda “Yaptıramazsın” anlamına gelecek itirazlarla karşılaştı, bunu kabullenemiyor.
15 Temmuz'dan önce Türkiye'ye istediğini yaptıramadığında Türkiye'de istediğini yapabileceğine inanıyordu. Darbe girişiminin başarısız olmasıyla bu inancı boş çıktı. Darbe için zemin hazırladığı hâlde ve darbeye neredeyse doğrudan destek verirken darbe girişimi akamete uğradı.
1870'li yıllarda Sadrazam Mahmud Nedim Paşa için “Rus Nedim Paşa” deniyordu. 26 Temmuz 1875'te sırf Rusya'ya yakın olduğu için Sultan Abdulaziz tarafından ikinci kez sadrazamlığa atanmıştı. Ondan önce de Tanzimat'ın üç önemli isminden Mehmet Emin Ali Paşa'ya “İngiliz Ali Paşa” denmişti, galiba. Daha öncekilerden ve Tanzimat'ın en önemli ismi Mustafa Reşit Paşa da “Fransız Mustafa” denecek türdendi. Osmanlı'nın son döneminde bir İngiliz-Rus, Fransız sevdasıydı almış başını gidiyordu. Cumhuriyet'ten sonraki hâl ise malum…
O günleri gören Batı'nın elinde, NATO eğitiminden geçmiş bir ordu ve bir tür müstemleke eğitiminden geçmiş bir halk da söz konusu olunca Batı, Türkiye üzerinde yaptığı hiçbir hesabın yanlış çıkmamasını bekliyordu. Dilediği zaman “iktidar” seçecek, dilediği zaman “iktidar” düşürecekti. Onun yaptığını asker- üniversite-medya üçlüsü “biz yaptık” diyecek; darbe milli oluverecekti. Daha önce yaşanan buydu, 15 Temmuz'da da beklenen bundan başkası değildi.
15 Temmuz'da, Batı açısından garipti ama ne “müstemleke eğitiminden geçmiş halk”, Batı'nın beklediği bir tutum içindeydi ne NATO eğitiminden geçen ordunun bir kesimi ne de bugüne kadar Batı'nın her dediğini alkışlamış medyanın tamamı… “Batı'nın Türkiye'si” Batı'nın beklemediği kadar Batı'ya karşı duruyor, Batı medyası “Durun bakalım! Her şey bitmedi” dediği hâlde, darbe karşıtları, tedbiri elden bırakmasa da zaferlerini neredeyse ilk anda ilan ediyorlardı.
Aradan neredeyse dört ay geçmesine rağmen Batı'dan Türkiye'ye yönelik henüz orta düzeyi aşan bir ziyaret bile söz konusu değil. Batı, yarım ağızla “Hata yaptık!” diyorsa da hâlâ neden hata yaptığını ve yaptığı hata ise bunu nasıl düzelteceğini bilmiyor.
Zira İslam dünyasında yaşananlar, Batı'nın kendi açısından yol gösterici bütün literatürünü anlamsızlaştırıyor. Batı'nın sosyal bilimleri, Batı açısından artık tutmuyor, mühendislik sonuçlar vermiyor, Batı'yı yanıltıyor, şaşırtıyor ve Batı, bir zamanlar bizdeki eğitim sisteminin ihtiyaçlarımızı görmemesi karşısında yaşadığımız şaşkınlığın bir benzerini yaşıyor.
Batı'nın sosyal bilimleri daha 19. yüzyılda din çağının geçtiğini, insanlığın sözde akıl dini çağına girdiğini, o günden sonra dinin insanlığın tutumlarını belirleme kabiliyetini yitireceğini ve insanlığın gündeminden çıkacağını iddia ediyordu. En Batı'da ve en Doğu'da gelişmeler bu yönde yaşandı. Kuzey ise bu sonucun bizatihi mimarı konumundaydı. Modern dünyada bir Amerikalı dindar olmadığı gibi bir Japon da artık dindar değildi. Bir İngiliz, bir Alman, bir Rus hiç dindar olmazdı, zira bu akıl çağının tohumları Alman ve İngilizlerde atılmış, Fransız'da boy vermiş, Rus'ta en katı siyasi rejime dönüşmüştü. Yılların Hindu Sih'i Sih sarığını çıkarmış, Londra sokaklarında fötr şapka ile dolaşırken Çin'de yüzyılların Budist'i, Buda'nın adını bile anmıyordu.
Batı, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve nihayetinde din adına bir şey üretiyor, süreci de bu üretime eninde sonunda uyduruyordu. İslam dünyasını da modern dünyada ön gördüğü kalıba uydurabileceğine inanmıştı. Mukaddes topraklar ve çevresine tiksindirici kral ve emirleri yerleştirmiş, daha uzak çevresini sosyalist milliyetçilikle kontrol altına almış, Türkiye'de ise daha Sih'in başına fötr şapka geçirmeden, bir kısım cami imamının başına fötr şapka geçirmeyi başarmıştı.
Kral ve emirlerin tutumları İslam konusunda nefret ettirici bir hâl oluştururken bir kısım Arap ülkesi “Yaşasın sosyalizm!” çığlıkları ile inliyor, Türkiye'de de “Güneş Batı'dan doğar” diye haykıranların engellemesiyle başörtülü öğrenci üniversitenin kapısından içeri giremiyordu. İşte! Nihayetinde son düşman da “akıl”lanmış, İslam dünyası modernizme ayak uydurmakta dünyanın gerisinde kalmışsa da sonunda yola gelmişti. İstendiği gibi güdülebilirdi. Ama Batı medyası Batı halklarından bir şey saklasa da İslam dünyasında Batı açısından işler ters gidiyordu: İslam önderleri, müstemleke eğitiminin sınırlarını aşarak her tür maddi yokluk içindeki kendi kurumlarında yüksek sesle veya fısıltıyla, “İslam'ın çağı geçmez ama Batı'nın çağı elbette geçer” diyordu. Müslüman gençler de müstemleke eğitiminin bütün çevrelemesine rağmen buna inanıyor ve kulağı sözde müstemleke eğitiminde iken kalbi bu mukaddes uyarı ile çarpıyordu. Bu, İslam dünyasının kral ve diktatörlere rağmen direnişiydi. İslam dünyası, bu direnişten hiç vazgeçmedi, vazgeçmedikçe de bu sese inananların sayısı inanmayanların sayısını bastırdı.
Batı, bu sesin kendisi karşısında sürdürdüğü direnişin kral ve diktatörlerin baskısıyla önlenemediğini fark edince çareyi Türkiye örneğinde ve kimi iddialara göre daha önce Irak'ta onu besleyen gayri resmi eğitimi ele geçirme hamlesinde buldu.
Bundan sonra aslında kendisine ait olan bir yapı, resmi denetime kapalı göründüğünden halk tarafından muteber görülecek, halk sistemin kontrol edemediği o dindarlığı bir de dünyevi olarak kârlı görünce ona adeta hücum edecek, çocuğunu ona sevk edecekti. Geçmişte özgürlük arayan çocuklarımızın Fransız ideolojisi esiri olmaları gibi bugün de din ve dünyasını bir arada arayan çocuklarımız, FETÖ'nün tezgâhında kendini bulacak; Batı'yı temsil eden resmi yapıdan kurtulmak isterken gayri resmi bir yapı üzerinden Batı'nın askeri hâline gelecekti.
15 Temmuz'da o çocuklar sahnedeydiler. Yıllarca “Saklanın, namazınızı erteleyin, başı açık kadınlarla evlenin çünkü siz, mevcut duruma aykırı bir konumdasınız” denilerek Işık Evleri'nde yetiştirilen gençler, 15 Temmuz'da Batı'nın askeri oluverdiler. Hayır, oluvermediler, formal eğitimi kontrol altında tutmakla kalmayıp informal eğitimi dahi sözde bir cemaat yapılanması üzerinden kontrol altına alan Batı'nın zaten öz askeri olarak yetiştirilmişlerdi. Ancak özgürlük diye bağıran nice Genç Osmanlı gibi oyunu anlamamışlardı. Belki de hiç anlamayacaklar, zira zihin kodları çoktan değiştirilmiş, tersyüz edilmiş, halkının gerçeğine yabancılaştırılmış durumdadır.
Batı'nın bu son şoku atlaması imkânsız görünüyor. Zira, son imkân da tüketilmiş, bu imkânla birlikte aslında Batı da tükenmiştir.
Batı, şimdi hafızası köreldiği için yeni bir şey öğrenemeyen bir yaşlının isteklerini hep eski öğrendikleri üzerinden ifade etmesi gibi geçmişte Türkiye'den ne istiyorsa bugün aynısını istiyor. “Ben, üreteceğim, sen tüketeceksin; ben, emredeceğim, sen yapacaksın!” diye dayatıyor.
Hafta içinde eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'la yapılmış bir röportaj yayımlandı. Onun bile geldiği nokta, Batı'nın dilediği noktanın çok uzağında… Bir zamanlar, Batı Çalışma Grubu emrediyor diye İmam Hatiplerin kapısına kilit vuran Mesut Yılmaz, Batı'nın Türkiye konusunda içinde bulunduğu hâli gerçekçi bulmuyor, Batı'nın Türkiye'yi anlamadığını söylüyor.
Batı'nın içinde bulunduğu hâl gerçekçi değil, zira Batı'nın literatürü, Batı'ya dünya gerçeğini anlatamayacak kadar yaşlandı, iş göremez duruma düştü. Batı, dışarıda yol almasını sağlayacak kılavuzlarından yoksun. Bunun için dışarıya illa çıkacaksa İslam âleminin ihmal edip küstürdüğü mezhebi ve etnik azınlıklardan birini bulup önüne katıyor. İçeride ise tamamen savunmada… İslam, kendi insanı üzerinde tebliğ ile fetihler gerçekleştirmesin diye kendi modern dünya tasarımına tam zıt olarak Hıristiyanlık ve milliyetçiliğini güçlendiriyor.
Heyhat!.. Amerika bunu yaptı. Ama sonuç hiç de parlak değil, Hıristiyanlığın son versiyonu Protestanlık, Amerika için harç olmaya yetmiyor. Geriye faşizm kalıyor. Faşizm ise eninde sonunda kendi sahibini imha ediyor.
İslam âleminin, saptırıcı yapılardan uzak durup mutedil direnişini devam ettirmesi durumunda Batı'nın bundan sonra yaşayacağı ancak derin bir bunalımdır. Batı'yı bundan kurtaracak tek bir şey vardır: İslam'a sarılmak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.