Özkan YAMAN
Batının tavrına aldırmadan geleceği inşa etmek
Tüm Müslüman halklar ve de Kürtler; ne Yanki'nin, ne Hans'ın ne de Frank'ın umurundadır. Üstadın nefis ifadesiyle, “Allah'ın insanlığa sanat ve teknoloji üretsinler diye yarattığı bir tür hayvan sınıfı” olan bu şımarık emperyalistler, eğer zerre kadar Kürtleri düşünselerdi, bir defacık olsun gelir, evi yıkılmış, yerinden yurdundan olmuş, bir Şırnak'lı aileye üç kuruş yardım ederler, bir Nusaybin'li aileyi teselli ederlerdi.
Öyle Kürt diye bir dertleri olsaydı, defalarca sivil yerleşim merkezlerinde kuklalarının patlattığı bombalardan sonra üç kelimelik cılız bir kınama yerine, şimdiki gibi gazaba gelirlerdi ya da işi başka örgüte yıkma numarası yapmazlardı. Bölge halkının bizzat kendisi, onların umurunda olsaydı bir gün de oralarda halkın ne tür bir belediye hizmeti aldığını merak ederlerdi. O bölgede şimdiye kadar yapılan tüm seçimlerde kimin ne tür saiklerle oy kullandığını da raporlarına eklerlerdi.
“Ya siz ne şekersiniz öyle, sizi daha önce tanısaydık, burada şurada yüz yıldır sizi sistematik olarak katleden, baskı uygulayan ve asimile edenlere göz yummazdık.” dediklerini sananlar var. Bunlar “Biz de, kurtuluş savaşından bir 25 yıl sonra çok partili demokrasiye geçeriz, ardından da onların hediye ettiği rejimden yavaş yavaş kurtuluruz.” fetvasına(!) sarılıp romantik modellemelerin cazibesindedirler. Batı'nın nazarında İşte bu taife hariç her dindar Kürt'ün değeri, sadece nerede ve ne zaman geleceği belli olmayan bir barış eyleminin kurbanı olmak kadardır.
Onlar israil'le anlaşan Türk'e, israil bayrağı açan Kürde aşıktırlar. Onlar ABD'nin İstanbul konsolosluğuna asılan LGBT flamasını savunmak için renkten renge girenlere sevdalıdırlar.
Onlar ne Türk'ün ne de Kürd'ün kaşına gözüne hayrandırlar, onlar namusa savaş açan partinin sonuna kadar dostudurlar ve ülkedeki son hukuk filmine karşı da tabi ki, ‘Kürt partisi' payesi ile insani fazilet ve erdemlerini(!) sonuna kadar sergilemekten geri durmayacaklardır.
15 Temmuz darbe girişimi de tabi ki, bu yoldaşlarına karşı yapılmış olsaydı, o zaman da öyle hakkaniyetli, öyle adaletli, öyle özgürlükçü olurlardı ki, Charlie Hebdo için Paris'te toplanır gibi elçi, konsolos, piskopos, dük, şansölye, kral mral ne varsa İstanbul'a gelir Ayasofya önünde kol kola girip simsiyah bir siluet oluştururlardı.
Türkiye'de kırmızı sınırların aşıldığını söyleyen kibir maymuncuğunun kimi yetkilileri de bu sözleriyle bile o kadar yalancılar ki. Çünkü onlara göre bu ülkenin kırmızıçizgisi, ne Cumhuriyetin canı ne de allayıp pullayarak seçtirdikleri vekillerin canıdır.
Asıl kaygılandıkları tek bir konu vardır. O da Kemalizm'in canıdır. Çünkü Kemalizm'in ölmesi demek, Türk ya da Kürt temsiliyetine büründürülen seküler örümceklerinin ölmesi demektir. Kemalizm'in dokunulmazlığının kalkması demek, bu coğrafyanın mazlum insanını aklen, ruhen ve bedenen sıkan modern(!) ahtapotlarının kollarının kesilmesi demektir.
Üstelik konuştukça, gündem oldukça daha fazla deşifre oluyorlar. Şimdi Türkiye'deki avam halk bile, Batı'nın artık durağan hale gelmiş teknolojik ve sanayi üretkenliği bir yana ne kadar yaşlı ve takatten düşmüş olduğunu daha net görüyor.
Devletlerini ayakta tutacak bir aile yapısının kalmadığını, dolayısıyla köksüz gayrimeşru bir kuru ağaca dönüştüklerini daha iyi görüyor. Çok övündükleri Avrupa Birliği'nin de son hali herkese malum.
O yüzden Sam Amca'larının arkasına saklanıyorlar. Onun da 15 Temmuz'la birlikte yıkılan hayalleri gibi inşallah bir Hillary'lik ömrü kalmıştır.
Sonuçta Üstadın şu sözünü yüz yıl sonra bugün söylenmiş gibi yeniden hatırlayalım: “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal.” Yani eski duruma dönmek artık imkânsızdır ya yeni bir düzene geçilecektir ya da yok olup gidilecektir.
Dolayısıyla büyük düşünmek; geçmişin nostaljisiyle batıyı korkuttuğunu düşünüp avunmak değil, kimin ne dediğine bakmadan ve kınayıcının kınamasından korkmadan Kur'an ve Sünnet gibi iki hazinenin gücü ile geleceği inşa etmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.