Bela ve Vela

Nisan ayı bu coğrafyada farklı yaşanılır oldu kaç zamandır.  Muhammedî Sevda’nın iklimine ait ılgıt ılgıt esen rüzgârların suretlere ve sîretlere nüfuz ettiği anlar yaşanılır oldu. “Peygamber Sevdalıları”nın yüz binlere ulaştırdığı bu mesajın ve heyecanın tadı bir başka…


“Birkaç etkinliğe daha katılmıştım, ama bu camianın etkinliklerine benzer heyecanı ve coşkuyu yaşayamamıştım. Sence sebebi nedir?” diye sordu dostum, safiyâne ve açık yüreklilikle. Kendim de bizzat aynı durumu müşahede ettiğim için hiç düşünmeden cevap verdim:


Bela ve Vela meselesi azizim!


Bak istersen şu sevdalıların mazilerine. Sorduğun sorunun cevabı orda gizlidir, dedim. Anlamadı tabi.


Dostum, dedim. Bilir misin sen, Muhammed (SAV)’e ve O’nun davasına âşık oldukları için belaya uğratılmışları?
Hem bilir misin gerçekten, günlerce “Filistin Askısı” nda kalıp yaşam ile ölüm arasındaki o şuuru kaybetme anını?
Gözler kapalı… Şiddetli darbeler… Yüksek voltajlı elektrik şokları…


Ve “taştan kelimeler”in gürültüsü altında başını kaldırmaya azmederek kıbleyi tayin etmeye çalışmayı… Kımıldayan tek yeri olan başı ile Muhammed (SAV)’in Rabbi’ne secde etmeyi… Çıplak vücudun hiçbir şikâyetine aldırmadan ve hissetmeden acıyı… Mecazdan ve fenadan koparak bekaya varmayı, ruhu cezbeye getirmeyi… Kesretten vahdete yani…


Ve sonra, gençleri ihtiyarlatan ömürlük cezalara tebessüm etmeyi…


Vesaire vesaire…


Suskun kaldı dostum, gözleri fal taşı gibi açılarak, “Gerçekten mi?” dedi gayr-ı ihtiyari.


Ne sandın ya?


Fuzuli’yi hatırla, dedim edebiyatçı dostuma. Hani demişti ya:
“Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır” (Ey tabip! Aşk derdiyle hoşum ben. Yaramdan elini çek, bana derman hazırlama, çünkü senin merhemlerin benim ölümüm sayılır.)


Vahşi canavarların elindeki ürkek ceylanlar misali bu çileye günlerce, haftalarca hatta bazen aylarca katlanmayı başka ne ile açıklayabilirsin? Evet, bela ve vela meselesi… Bir bütünün iki parçası... Ayrılmaz ikili…


Vela, yani aşk, yani sadakat, yani sevgiliye yürekten bağlılık; hemen akabinde gelmesi mukadder olan bela, yani musibet, yani çile…


“Qul in kuntum tuhibbunellahe fettebiûni…” sırrına erme.


 “Em hesibtum en tedhulu’l cennete velemma ye’tikum meselu’lezine xelew min qablikum…”  hakikatini anlama.
“Elif, lam, mim. E hesiben-nasu en yutreku en yequlu amenna ve hum la yuftenun.” gerçeğini iliklerine kadar yaşama.
“Ve le neblüvennekum…” ferman-ı ilahisine mazhar olma.


Kendisine, “Ey Allah’ın resulü! Seni çok seviyorum diyen” bedeviye, o kutlu Nebi (SAV)’in “O halde fakirliğe (bela ve musibetlere) hazır ol.” hakikatinin sadece siyer kitaplarına mahsus olmadığını kanıtlama.


Aşk mevzuunda,  “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş.” diyen Niyazi-i Mısrî’yi düşün.


Sadakatini ispat için canından geçen Hallac’ı;


“Aşkın beni mest eyledi, aldı gönlüm     hasteyledi
Öldürmeye kast eyledi, gel gör     beni aşk neyledi
Derde giriftar eyledi …” diyen Yunus’u düşün.


Çok tuhaf gelecek sana ama N.Fazıl’ın şu dizesi, bu insanlarda tecessüm etmiş sanki:


 “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın,
Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.”


Sürece bak, hızlarını ve küllerinden tekrar nasıl doğduklarını göreceksin, dedim.


Ağır musibetlere uğramayı “Yoldaki İşaretler”den sayan ve ölümün aşksız, davasız ve çilesiz kalmak; “Susuz aşım, dertsiz başım” yalanı ile kendisini avutmak olduğunu en iyi bilenlerin bu camia olduğunu anlatmaya çalıştım aziz dostuma.
En sevgili için bedel ödemeyi, adanmışlığı ispat etmişler vallahi…


Sorduğun sorunun cevabı ve meselenin özü de budur diye düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?  
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.