Beni Engellemeyin Öykü
Adı İstanbul’la özdeşleşen muhteşem mabede baktı; Sultan Ahmet Camii… Işıkların yansıttığı renk cümbüşü içinde muhteşem bir manzaraydı.
Adı İstanbul’la özdeşleşen muhteşem mabede baktı; Sultan Ahmet Camii… Işıkların yansıttığı renk cümbüşü içinde muhteşem bir manzaraydı. Fakat bir farklılık vardı bu gecede çözemediği. Akın akın insanlar koşuyordu camiye. Her geceden daha çok…
Durdu. Gökyüzüne çevirdi başını. Yıldızlar, uzansan dokunacakmışsın gibi adeta daha yakın, daha parlaklardı. Gökyüzü nazenin bir karanlıkta berrak yıldızlarıyla bir asma bahçesini andırıyordu. Garip, ama hoş bir havayı teneffüs etti.
Yanından geçen iki adamın konuştukları dikkatini çekti. “Kadir Gecesi” diyordu biri diğerine. Anlamıştı hemencecik bu gecenin neden her geceden farklı olduğunu. Anlaşılan rahmet, şimdiden kuşatmıştı geceyi.
“Bir mendil verir misin?”
Daldığı düşüncelerden sıyrılıp “Buyurun” dedi. “Hemen”.
Elini boynunda asılı duran poşetine sokup çıkarttığı mendili adama uzattı. Verilen madeni parayı poşetine koydu.
Kendisini geçen biri, dönüp bir lira uzattı. Hemen uzaklaşmaya çalıştı.
“Hey, hey!” dedi adamın arkasından.
Adam dönünce:
“Mendilini unuttun” dedi zorlanarak.
“Kalsın, önemli değil”
“Bi dakka, bi dakka!”
Adam durdu “ne var” dercesine baktı.
“Ben, ben..” dedi özürlü genç. “Ben dilenmiyorum. Mendil satıyorum”
“Peki” dedi adam gülümseyerek “Bir tane alayım”
Uzatılan mendili alırken özürlü genci daha dikkatle süzdü. Her iki ayağı kalçalarından kesikti. Sağ kolu arkasına doğru bükük ve parmakları ters çevrilmişti. Hafif ağzından taşmış bir vaziyette olan 25-30 yaşlarındaki bu gencin dili de ağırdı. Güçlükle konuşuyordu. Tek sağlam organı sol koluydu. Altına yerleştirdiği bir minderin üzerinde sol kolunun yardımıyla sürünerek ilerliyor, boynuna astığı poşetin içindeki kâğıt mendilleri satıyordu.
Yıldızların parlaklığı altında yüzünü seçmeye çalıştığı bu gencin simasında okuduğu tek şey, mutluluktu. Dilenmeyip mendil satarak gururunu korumaya çalışan bu genci takdir dolu bakışlarla süzüp uzaklaştı.
Alışmıştı özürlü genç böylesi bakışlara. Hayat ona neler öğretmemişti ki!
Sultan Ahmet’in sağındaki giriş kapısına niyetlendi. Biraz ilerleyince aniden duyduğu sese kulak kabarttı.
“Ey Müslümanlar, ey kardeşler, ey bacılar, analar, babalar!.. İsrail zulmü altında inleyen Filistinli kardeşlerimize yardım ederek hem onları sevindirin, hem de Allah’ın lütfu ile siz de sevinin…
“Çaresizlikten kıvranan, Allah’tan başka yar ve yardımcısı olmayan Filistinli kardeşlerimiz yardımlarınızı bekliyor… Allah kendi rızası için Müslüman bacı ve kardeşlerimize yardım elini uzatacak olan bizlerin amellerinin karşılığını kat kat verecektir. Yüce Allah’ı hoşnut etmek istemez misiniz?”
Hüzün dolu bu mikrofonik sese eşlik eden müzik ise, adeta yürekleri paralıyordu. Yavaşça sese doğru sürünmeye başladı. Karşısında durduğu yer bir stanttı. Masa üzerinde yürekleri dağlayan bilgisayar görüntüleri eşliğinde Filistin dramını seyretti. Sağlı sollu iki büyük amfiden çıkan hüzün melodileri, insanları çekiyordu. Masanın üzerindeki yardım sandığı, sergilenen kitaplar, asılan afişler ve görevli gençler, toplananların gözünden kaçmıyordu.
Uzun uzun seyretti hiç görmediği bu manzarayı. Bilgisayar görüntüleri daha ilgi çekiciydi.
Enkaz yığınları önünde kucağında bebeği olan bir anne gördü. Gözlerinde acı, keder ve elem okudu.
Elinde taşlarıyla örtülü bir kadın görüntüsü belirdi ekranda. Taşıyla hamle yapıyordu atmak için. Adeta tüm kin ve öfkesi gözlerinde toplanmıştı kadının.
İsrail askerlerince kollarından tutulup çekilen 12 yaşlarında bir kız öğrenciye takıldı gözleri. İnadına direniyordu kızcağız bir başına.
Başından ve göğsünden kurşunlanmış birkaç aylık bir bebeğin görüntüsü yürek paralıyordu.
Elindeki M-16’yı Filistinli bir kadına doğrultmuş, ürkek ve sinsi bir İsrail askeri gördü.
Gözlerine takılan son bir görüntü onu yüreğinden vurmuştu. Elleriyle yüzünü acılar içinde kapamaya çalışan çarşaflı bir kadın fotoğrafıydı onu kedere boğan. Boncuk boncuk yaş dökülüyordu kadının gözlerinden. Bir zulmün eseriydi dökülen gözyaşları, elemler, acılar…
Daralmıştı yüreği özürlü gencin. Tüm benliğini hüzün kaplamıştı. Kendini, sakatlığını unutup gitmişti sanki.
“Haydi can dostlar, haydi Müslümanlar!” anonsuyla irkildi. “Zaman, yardıma koşma zamanıdır. Filistinli kardeşlerimize yardım…”
Gerisini dinlemedi. Yavaşça sürünerek masaya yaklaştı. Elini boynundaki poşete soktu. Avucu demir paralarla dolmuştu. Görevli gençlerin şaşkın bakışları arasında amuda kalkar gibi doğruldu. Yardım sandığına uzandığı esnada.
“Bi dakika, bi dakika!” dedi görevli genç. “Ne yapıyorsun?”
“Yardım edeceğim” dedi zorlanarak.
“Ama sen yardıma muhtaçsın. İstersen…”
“Hayır, ben de yardım etmek istiyorum Filistinli kardeşlerime…”
“Tamam, anlıyoruz, ama…”
“Beni engellemeyin. Allah için.. Aha işte; al, al!”
Avucundaki parayı ısrarla görevliye uzattı. Herkes sandığın başına toplanmış, sakat gencin fedakârlığına şahitlik ediyordu. Tüm engellemelere rağmen ısrarla yardımını gerçekleştiren özürlü gence gıpta ve takdir dolu bakışlarla makbuzu takdim edildi.
Gözlerinde gecenin yıldızlarından daha parlak bir ışıltı vardı. Biraz önce gözlerine ve yüreğine çöken hüznün yerini, yardım etmenin sevinci doldurmuştu. Mutluydu.
Daha çok yardım etme isteği doğdu içine. Sürünerek “dikili taşa” doğru yol boyu uzaklaştı. Tekrar dönecek, satacağı mendillerin parasını sandığa atacaktı. Henüz fazla uzaklaşmamıştı ki birkaç mendil sattı. Yolun sonuna varıp dönene dek hiç satmadığı kadar mendil satmıştı. “Gecenin ve niyetinin bereketi miydi bu acaba?”
Yine yardım masasının yanındaydı. Üzerindeki sandığa uzandı. Avucundaki parayı bu defa kendisi bıraktı sandığa. Tekrar müdahaleler olduysa da ısrarla “Filistinli kardeşlerime yardım etmek istiyorum. Beni engellemeyin” diye güçlükle konuşup direndi.
O gece standın olduğu yol boyu, her gidiş-gelişte sattığı mendil paralarını yardım sandığına attı. Gecenin ilerleyen saatlerinde son bir defa poşetine soktuğu eliyle avuçladığı parasını sandığa attıktan sonra, kendisini seyreden gıpta ve takdir dolu bakışlar altında uzaklaştı.
Karanlıkta kaybolurken gökyüzü ve yıldızlar adeta ona rahmet kanatlarını germişlerdi. Arkasında kalbini kanatan bir ses hâlâ hüzün melodileri eşliğinde bir dramı dillendiriyordu.
“Ey Müslümanlar, ey kardeşler, bacılar, analar, babalar!... İsrail zulmü altında inleyen Filistinli kardeşlerimize…”
Gittikçe azalan ses, şehrin gürültüsünde kayboldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.