M. Emin ÖZMEN
Bidayetinden nihayetine medreseler
Yıllarca İlime-bilime ev sahipliği yapmış bu yuvaların, günümüzde evlatları tarafından terkedilmiş bir anne gibi yalnız bırakıldığını gördüğümde içim acıyor. Kürt medreselerinden bazılarını ayakta görmek ise bir nebze olsun üzüntümü hafifletiyor.
Medreselerin Doğuş Kaynağı:
Hz. Cebrail (as) Hira mağarasına geldiğinde bu dinin esas dayanağını beraberinde getirmişti: İkra/Oku. Peygamber ve O'nun vasıtasıyla tüm ümmete ilim tavsiye ediliyordu. İlk emri oku olan bu din, elbette ki ilme çok önem verecekti. Nitekim öyle oldu. Tarih boyunca Müslüman bilim adamları insanlığa hizmet ettiler.
Hz. Peygamber'e vahiy indikten çok kısa bir süre sonra Hz. Erkam'ın evini kendisi için karargâh edinmişti. Kanaatimce medrese geleneğini buradan başlatmak icap ediyor. Çünkü Peygamber(sav), burada talebelerini eğitiyor, yepyeni bir dünya için temel dinamikleri oluşturuyordu. Tabi burayı bu günkü anladığımız bir medrese profilinde hayal etmemek lazım. O gün şartları daha çok dava adamı yetiştirmeyi gerektiriyordu.
Mekke'den Medine'ye hicretten sonra yeni bir kurum çıktı ortaya: Suffa. Daha çok bekâr ve evsiz Müslümanların kaldığı bir yer olan Suffa da ilk dönem eğitim kurumlarımızdandır. Burada kalanlar daha çok yetişkin, genç müminlerdi. Bütün işleri Peygamber'den öğrendiklerini yaşamak ve yaymaktı. Selman-ı Fârisi, Ebû Hureyre gibi sahabeler hep burada yetiştiler. Burada kalanların masrafları zenginler tarafından karşılanıyordu. Bu örnek davranış daha sonra kurulacak olan medreseler için vakıfların ayrılmasına örneklik teşkil etti.
Asrı saadette eğitim o kadar çok önemlidir ki, Bedir Savaşı sonrasında esir edilen müşrikler okuma yazma işinde görevlendirildiler. Buna karşılık özgür olacaklardı. Buna göre her esir on kişiye okuma yazma öğretecekti.
Medrese Öncesi Eğitim:
Suffa'daki eğitim Mescid-i Nebevi'den ayrı olarak düşünülemez. Bu durum daha sonra ki Müslümanlar için de örneklik teşkil ederek, Camileri eğitim yeri olarak değerlendirmelerine vesile oldu. İslam coğrafyasında birçok yerdeki cami eğitim yuvası oldu. Mısır'da Amr ve Ezher Camisi, Şam Emeviye Camii ve Bağdat Mansur Camisi bunlara örnek olarak sayılabilir.
Müslümanların eğitildiği yerlerden biri de Küttaplardır. Medreselerden önce var oldukları gibi mevcudiyetlerini medreselerden sonra da devam ettirdiler. Daha çok okuma-yazma öğretiminin verildiği yerler olan mektep görevini yerine getiren Küttaplar, sonraları çocukların medrese öncesi eğitimini teşkil edecek şekilde müfredat geliştirdiler.
Medrese öncesi eğitim kurumları olarak en son Beytu'l-Hikme'ye değinmek gerekiyor. Hicri 2. asrın sonlarında kurulan ve fen ilimlerinin okunduğu eğitim kurumlarıdır. Musul Daru'l-İlim'i, Kahire Daru'l-Hikmesi gibi ilim merkezleri örnek olarak sıralanabilir. Harun Reşid tarafından kurulan bu kurumlar, O'nun oğlu Me'mun zamanında gelişerek bünyelerinde rasathaneler ve kütüphaneler kurulmuştur.
Medreseler:
Arapçada “derese” fiil kökünden gelen medrese kelimesi içinde ders okutulan yer olarak anlamlandırılabilir. Genel olarak sıbyan mektebinin üstünde eğitim yapılan orta ve yüksek eğitim kurumlarının genel adıdır. Medresede ders veren hocaya Müderris, onun yardımcısına Muid adı verilmiştir. Buralarda dini eğitim yanı sıra tıp, matematik, astronomi türü fenni bilimlerde okutulurdu.
İlk defa nerde, ne zaman kuruldukları hakkında bir şey söylemek gayri ilmi bir görüş olur. Ancak medreselerin İslam Dünyasının farklı ülkelerinde farklı zaman ve şartlarda ve bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bir de şu gerçek var ki medreseler camilerden bağımsız düşünülemez. Yukarıda da bahsedildiği üzere ilk etapta camide sürdürülen eğitim öğretim faaliyeti daha sonra caminin yakınlarına taşınmıştır.
Ders programlarının artması, ilimlerin belli bir düzen içerisinde okutulması gerektiği hususu, camilerde gürültüye sebep olunması gibi etkenler cami ve medreselerin birbirinden ayrılması sonucunu doğurmuştur. İlk medreselerin nerede açıldığı tam olarak bilinmemekte ise de bu eğitim yuvalarının kurumsallaşmasında Selçukluların hakkını teslim etmek gerekiyor.
Nizamiye Medreseleri:
Selçuklularda ilk medrese Devletin de kurucusu olan Tuğrul Bey (- 1063) tarafından Nişabur'da, 1046'da kuruldu. Alparslan (1063-1072) ve Melikşah'ın (1072-1092) vezirliğini yapmış olan meşhur vezir Nizamü'l-Mülk (1063-1092) tarafından Bağdat'ta bir medrese inşa ettirilmiştir. Nizamiye medreseleri olarak anılan bu eğitim kurumları yaygınlaşıp, Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Basra, Merv, Taberistan, Musul gibi merkezlerde kuruldu. Bütün bu medreselerin baş müderrisi İmam Gazali idi.
Medreselerin Yayılması:
Selçukilerin açmış olduğu bu çığır, diğer Müslüman memleketlere de örneklik teşkil ederek, bir bir medreselerin açılmasına vesile oldu. 1234 yılında Abbasi Halifesi el-Mustansır, dört mezhebe uygun el-Mustansiriyye medresesini kurdu. Ayrıca Musul ve Şam civarlarında Nureddin Zengi, Endülüs'te Emeviler tarafından medreseler kuruldu. Selçukilerden en çok etkilenen ve hatta onlarla aynı soya mensup olan Anadolu Selçukileri, medreseleri de onlardan etkilenerek açtılar. Anadolu'da bilinen en eski medrese Kayseri'deki Şifahiye Tıp Medresesidir. II. Kılıç Arslan'ın kızı Gevher Nesibe Hatun'un vasiyeti üzerine ağabeyi I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1193 yılında yaptırılmıştır. Anadolu'da 1308 yılına kadar 135 medresenin var olduğu genel kabul görmektedir.
Ayrıca Anadolu'da bazı medreselerin ihtisaslaşıp sadece bir dal hususunda kendisini geliştirdiği de gözlenmiştir. Örneğin; Konya'da hala ayakta olan İnce Minareli Medresede Hadis, yine Konya Sırçalı Medresede Fıkıh, Kayseri Çifte Medresenin birinde Tıp, Kırşehir ve Kütahya medreselerinde Heyet ve Nücum dersleri okutuluyordu.
Medreselere hizmetleri geçenlerin arasında Salahaddin Eyyubi'nin mümtaz bir yeri bulunmaktadır. Nitekim Nizamü'l-Mülk'ten sonra en fazla medrese Eyyubi tarafından yaptırılmıştır. Bu durum sadece kendisinin zamanı ile sınırlı kalmamış, halefleri tarafından epey medrese inşa ettirilmiştir.
Osmanlı Medreseleri:
Osmanlıların da temel eğitim kurumları medreselerdir. İlk Osmanlı medresesi, İznik'te 1330-1331 yılında Orhan Gazi tarafından kurulmuş olan Orhan Gazi Medresesidir. Bu medresenin müderrisi Şerefüddin Davud-ı Kayseri idi. Ayrıca yine Orhan Gazi tarafından Bursa'nın fethinde sonra burada bir medrese yapılmış ve bir kilise medreseye çevrilmiştir. Daha sonra Murat Hüdavendigar (1364-1389) Bursa Çekirge'de bir medrese yaptırmıştır.
Bu şekilde padişahlar ve bürokrat kesim tarafından yaptırılan medreseler Osmanlı'da gelişme göstererek özellik Fatih Sultan Mehmet zamanında (1451-1481) bir sistem üzerinde oturmuştur. İstanbul'un fethinden sonra Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında başlanıp 1471 yılında bitirilen bir külliye yapılmıştır. Sahn-ı Seman Medresesi denilen bu yer büyük bir müştemilattan oluşuyordu. Osmanlı medrese sisteminde ikinci gelişme Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında oldu. Ordunun sağlık ve teknik elemanlar gibi ihtiyaçları için Tıp Medresesi, Darüşşifa, Riyazat öğretimine mahsus medreseler açtı. Ayrıca hadis alanında yüksek lisans düzeyinde Daru'l-Hadis'ler açtı.
Kapatılışları:
Bu kadar muhteşem geçmişleri olan medreseler, maalesef bir dönem sonra Batılılaşma sürecinin kurbanı oldular. Bu gerileme aslında daha XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştı. Her ne kadar ferman ve nizamnamelerle durum düzeltilmeye çalışılsa da sorun çözülmedi. En son Osmanlı enkazı üzerinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, 03.03.1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun birinci maddesi olan “Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekaleti'ne merbuttur” ifadesi ile medreseler Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış ve zamanın Milli Eğitim Bakanı Vasıf Bey tarafından 13.03.1924 tarihli bir genelge ile kapatılmıştır. Yani medreseler kanun ile değil bir genelge ile kapatılmışlardır. Çünkü kanun kapatılmaktan bahsetmiyor. Sadece medreseleri Milli Eğitim Bakanlığına bağlıyor. Milli Eğitim Bakanı da kendisine bağlanan medreseleri sadece kendisinin imzaladığı bir genelge ile kapatıyor. İş bu kadar basit.
Yeni kurulan mektepler, Medrese geleneğinden beslenmediği ve köksüz olduğu için bu güne kadar sağlıklı bir eğitim politikası oturtamadık. Bu arada geçen nesillerin hepsini kurban verdik. Zaten üniversiteleri de medreselere alternatif olarak getirdiklerinden dolayı medreselerden herhangi bir gelenek almadılar. Oysaki kurumları gelenekler yaşatır. Geleneği olan üniversiteler daha çok ideolojik saplantıların yeri oldular. Maalesef üniversitelerde bilim üretilemedi.
Velhasıl eskisi yıkıldığı gibi yenisi de kurulamadı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.