Bir 26 Haziran Gecesi: Susa Katliamı
Susa Katliamı Akşam namazından sonra nedense hiç biri terkedememişti şirin mescidi.
Susa Katliamı Akşam namazından sonra nedense hiç biri terkedememişti şirin mescidi. Hava, oldukça sıcaktı. Gündemleri de sıcak bir iklimden almıştı konusunu. Ortam Şehadet kokuyor, dualar Şehadet diliyor, gözyaşları şehadet diye ıslatıyordu mübarek yüzlerini. Kanları Haziranla yarışıyordu sıcak sıcak…
Susa Mescidi idi şehadet kokan. Susa Köyü’nün küçük ama şirin Mescidi idi Haziran’ın 26’sında Şehadeti bağrına basan. Hepsi daha bir nurluydu o gece. Yalnız da değillerdi mescidde. Hani biraz daha kulak kesilseler, duyacak gibiydiler yeşil kuşların kanat seslerini. Bedr’i anmış, Uhud’a gidip hep beraber ağlamışlardı Hamza diye, Mus’ab diye. Reci ve Bir-i Mau’ne şehidlerine… Mu’te Harbini düşünüp, «Şayet Zeyd b. Hârise şehid olursa yerine Ca`fer bin Ebu Tâlib ve o da şehid olursa yerine Abdullah bin Revaha kumandan olsun, o da şehid olursa ehl-i İslam içlerinden birini seçsin» müjdesi ile şehadete koşan komutanlara imrenmişlerdi.
Ömer-ül Faruk, mübarek kanı Kur’an’a akan Zinnureyn ve sahib-i Zülfikar gelip oturmuştu nurlu meclislerine. Göz yaşları, Fırat’a dönmüştü Kerbela deyince İmam Hüseyn… Muhammed Ata demişti birisi, Muhammed Ata… Zaman ve mekan anlamını yitirmiş, küçücük mescid kah Ramda Vadisi, kah Filistin, kah Mekke, kah Medine, Kerbela, Nusaybin, Cizire, Farkin, Batman olmuştu. Kendi isimlerini bile unutmuş gibiydiler. Soracak olsanız adım ŞEHİD diyecekti herbiri.
Bir garipti bu gece, Susa Mescidi… Büyük bir yarış vardı. Herkes hem helalleşiyor hem de şefaat için sözleşiyordu. Yatsı ezanı bile bir farklı gelmişti… Hiçbiri ezanın bitmesini istemiyordu nedense. Herkes birbirinin yüzüne bakıyor ve o mutlu tebessümü yakalıyordu kardeşinin yüzünde. Belkide bu, vadedilen cennetleri, yani mekanlarını görmenin tebessümüydü.
Uzun secdelerle süslü Sünnetleri, kıyamete kadar sürecek olan bir farzın müjdecisi olan kamet izlemişti. Ve şimdi, kıyamete kadar sürecek olan huşu dolu namaz başlamıştı… Son Namaz. Artık vakit mükafat vaktiydi. Yeşil Kuşların kursağında, ebedi yolculuğa, İsra etmenin vaktiydi. Ve Molla Abdulhalık nida etmişti. “Allah-u Ekber”… Huzur ve mutluluk içinde titriyordu bedenleri, Allah korkusuyla…
İçi gibi dışı da kıpır kıpırdı mescidin. Karanlık, askerleriyle beraber kuşatmıştı mescidi. Hem de “Küfür tek millettir” hadisini tasdik edercesine. Karanlığın askerleri, küfrün tüm renkleriyle oradaydı o gece. Tağut’un partalları, Mürtedlerin pabuçlarıyla ne de güzel uyuşmuştu bu gece.
Susa Köyü’nde o gece herkes susamıştı… İçerdekiler şehadete; dışardakiler katliama ve zulme… Erkekçe dikilememişti Mürtedler, Hüseynilerin karşısına. Tağut’un elbiselerini giymiş, Tağutça kuşatmıştı mürtedler, Susa Mescidi‘ni. Ellerindeki silahlar, üzerlerindeki asker elbiseleri bile içlerindeki korkuyu bastırmaya yetmemişti. Kendilerine insan diyorlardı, kendilerine Kürt diyorlardı, Kürtler için silahlandık deyip asker kılığıyla, sırf müslüman oldukları için Kürtleri katletmeye gelmişlerdi… Herkes ya onlar gibi dinsiz olacak ya da camide bile olsa kurşunlanacaktı…
Mescid ışıl ışıldı. Uhrevi zaman, dünyevi zamanı kuşatmış ve eller son kez duaya durmuştu. Genciyle yaşlısıyla herkes, aynı anda, "Amin" deyip birbirine bakmıştı. Dışarıdaki gariplik, hepsinin dikkatini çekmişti. Onlar daha ayağa kalkmadan, Mescid ayaklanmıştı bile…
Ahşap kapı yerle bir olmuş, mescid bir anda karanlığın askerleriyle dolmuştu… Daha, "ne oluyor" demeye kalmadan, keleşler kuşatmıştı yiğitleri. İmam Hüseyn, yine kıyamdaydı adına yaraşırcasına… Gelenlerin üzerlerindeki asker kıyafetlerine rağmen, Mürted guruhun beyinsizleri olduğunu anladığında, eller çoktan tetikle, yüce ruhlar ise yeşil kuşların kursaklarıyla buluşmuştu…
Mescid kan içindeydi, Kur’an kan içindeydi, Hüseyn kan içindeydi… Karanlık, bir kez daha alıp gizlemişti kendi askerlerini. Zaman durmuş, Susa vurulmuştu… Ağıtlar, ahlar eşliğinde, yüce arşa ulaşmıştı bile.
Hüseyn bir yana düşmüştü, Adnan bir yana. Molla AbdulHalık, mübarek bedenininde soğutmuştu onlarca mermiyi. Gözlerini semaya dikmiş, huzurla cennetlere bakar gibiydi Muhammed Ali. Bu nasıl bir acıydı? Oğlu Emin’i arar gibiydi Hacı Ahmed’in gözleri.
Bir ananın yüreği, aynı anda kaç evladın acısını taşır? Dört kardeş… Aynı anda toprağa düşen, dört Muvahhid kardeş. Said, Mekki, Medeni ve Zeki diye ağıt yakıyordu, Susalı gariban annenin yüreği…
Silahlar susmuş, hava ağarmış, mescid kan gölüne dönmüştü. Ama SUSA asla susturulamamıştı… Susa’da yapılan katliam, tarihin kara sayfalarında yerini alırken, Ebabiller çoktan yıkıvermişti bile mürted guruhun, rezil kalelerini.
Şehadeti kuşanan Aziz kardeşlerimize, birkez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, onları pırıl pırıl şehidliklerinde, yeniden ziyaret etmeyi özlediğimizi de belirtelim. Ne de güzeldi, Bayramlarda binlerce Mü’minin onlara koşup, onlardan feyz ve bereket alması…. Yeniden o mahşeri kalabalıklarla SUSA ŞEHİDLİĞİNDE BULUŞMAK DİLEGİYLE….
Selam ve dua ile
Zülküf Er
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.