Bir Alimin İstiğnası ve Bediüzzaman

Bir Alimin İstiğnası ve Bediüzzaman

Umum enbiyaya ve hususen Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)`e ittiba noktasında ehl-i hizmet olarak dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de elbette ki istiğnadır.

Nisan ayındayız. Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)’in sünnetine ittiba maksadıyla hayırlı hizmetlerin yoğun olduğu mübarek bir iklimdeyiz. Bugün itibariyle elimizde ve önümüzde birçok imkân ve sayısız fırsatlar bulunmaktadı.

Umum enbiyaya ve hususen Efendimiz(Aleyhissalatu vesselam)’e ittiba noktasında ehl-i hizmet olarak dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de elbette ki istiğnadır. Yani hizmetimizi yaparken, bundan dolayı kimseden maddi bir şey istememek, Cenab-ı Hakk’tan başkasına minneti altına girmemek ve dolayısıyla şahsımızdan davamıza ve hizmetimize leke getirmemektir.

Önceki sayıda Üstad’ın konuyla ilgili anlayış ve yaşayışına ilişkin delil olacak bir mektubundan hülasa yapıp etrafında birkaç söz söylemiştik. İstiğna prensibine riayet eden ve etmeyen âlim ve davetçilerin vaziyetlerine temasen bu meselenin olumlu ve olumsuz neticelerine işaret etmiştik. Mektubun içeriğine ise girmemiştik.

Üstad söz konusu mektubunda “Neden kimseden maddi bir şey kabul etmiyorsun?” sorusuna cevap sadedinde “dört-beş esbab (sebepler)a istinaden” demek suretiyle o sebepleri yaşamış, izah etmiştir. Şimdi biz, lillah dairesinde hizmet eden bütün Müslümanlar için çok mühim olan bu sebepleri güncelleştirerek vermeye çalışacağız inşaallah.

Neden İstiğna

Ve Üstad İstiğnasıyla Bize Ne Diyor?

Birincisi:

İslam düşmanlarının öteden beri propaganda amaçlı olarak kullana geldikleri bir argümanları var. Daha ziyade bu argümanı İslam âlimleri ve fedakâr davetçileri aleyhinde kullanırlar. Allah (cc) yolunda hizmet eden Müslümanları kastederek, insanlara; “Bunlar hem dini hem de ilmi kendi çıkar ve menfaatleri için bir araç olarak kullanıyorlar.” derler. Böyle propaganda yapan cahil ve münafıkların maksatları açıktır. Onların kullandıkları bu argümanları dikkate almak durumundayız. Ta şahsımızda İslam’a zarar gelmesin. Öyleyse, sözle değil, amel ve yaşantımızla onların bu iddia ve propagandalarını boşa çıkarıp yalanlayabilmeliyiz

İkincisi:

“Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba etmekle mükellefiz.” Evet, bütün işlerimizde olduğu gibi davet çalışmalarımızda da peygamberlere uymakla sorumluyuz. Bu, Rabbimizin emrettiği bir iştir. İnsanlara İslami hakikatleri götürürken onlar ne yapmışlarsa, nasıl hareket etmişlerse bizim de öyle yapmamız lazım.

Efendimiz (Aleyhissalatu vesselam) başta olmak üzere bütün peygamberler “Bu davetimiz için sizden bir karşılık, herhangi bir ücret istemiyoruz; biz hizmetimizin karşılığını Allah (cc)’tan bekliyoruz” demişlerdir. Onlar İslam için saflar oluşturup çalıştıklarında ve insanlara İslam’ı götürdüklerinde işte bu şekilde çalışmışlardır. Şu halde, kendimizi onların takipçileri görüyorsak, bu konuda da onlara tam bir ittiba ile mesulüz. Keyfi, kendimize göre ve dikkatsiz hareket etme gibi bir inisiyatifimiz söz konusu olamaz, olmamalı…

Üçüncüsü:

“Şayet, illa bir şey verilecekse, bu, sadece Allah (cc) için verilmeli… O’nun üzerimizdeki hakkı olduğu için verilmeli… Verirken, kendimizin, şahsımıza ait bir şey olarak değil, Allah (cc)’ın yanımızda bulunan emanetidir, emaneti vermem gereken yere vermeliyim” şuuruyla… Ve karşılığında hiçbir şey beklemeden vermeliyiz.

Alırken de öyle… Ne özel ne de genel menfaatimiz için hiçbir şey alamayız. İlla alacaksak, bu sadece dava için, dava hizmeti için olmalı… Ki bunun da kaide ve kuralları açık ve bellidir.

Hâlbuki veren gafil olabiliyor ve verirken, kendi adına verme gibi bir konuma düşüyor, dolayısıyla gizli ya da açık minnet ediyor. Bazen de alan gafil olabiliyor. Nimetin hakiki sahibi olan Allah (cc)’a yapacağı hamd u senayı sebeplere verebiliyor. Ve o sebeplerin -her ne ise- minneti altına girebiliyor. Böyle bir durum dava ve davet açısından büyük zararlara, telafisi olmayan vartalara kaynaklık edeceği açıktır.

Dördüncüsü:

Davetçi şahsiyetimiz için olsun, grup, dernek, hareket veya cemaatimiz için olsun tevekkül, kanaat ve iktisadın büyük bir servet ve tükenmez bir hazine olduğuna yakinen inanmalı ve gerçekten kanaat etmeliyiz. İnsanların ellerine ve ceplerine göz dikerek bu büyük servetin ve bu tükenmez hazinenin kapısına kilit vuramayız, vurmamalıyız. Az veya çok kendi öz kaynağımız, halkların tonlarla vereceği meblağdan daha hayırlıdır. Rızkı veren Allah (cc)’tır. O, Rezzak’tır. İzzet ve şeref buna inanmakta ve gereğince amel etmekten geçer.

Beşincisi:

İslam’a hizmet eden Müslüman, kendi vicdanının sesine kulak vermelidir. Biz vicdanımızın sesini dinlemeliyiz. Aldığımız bir şeyi hak ediyor muyuz etmiyor muyuz? Bakmalıyız. Hakkımız olmayan bir şeyi almaktan şiddetle kaçınmalı, rahatsız olmalı ve hatta hasta düşebilmeyiz. Yani hakkımız olmayan bir şeyle ilgili hassasiyetimiz zirve noktasında olmalıdır. Zira mesuliyet hislerini taşımadan, lakayd ve vurdumduymaz davranarak alacağımız bir şeyin hemen olmazsa bile zaman içinde hem bize hem davamıza ağır götürülerinin olacağını bilmeliyiz. Elbetteki bütün insanların mallarına veya teklif edecekleri şeylere karşı hassasiyetimiz olmalı, bununla birlikte mal, makam ve mevki sahiplerinkine karşı daha fazla olmalıdır.

Altıncısı:

İbn-i Hacer diyor ki; “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır.” Hem davetçi olarak bir ferd hem de davetçi olarak bir cemaat bu meselenin üzerinde iyi düşünmeliyiz. İnsanların yaklaşmadaki maksatlarını bilmeliyiz ki yanlışlığa düşmeyelim. Çünkü bu “Zamanın insanları hırs ve tama yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar.” Gerçekten sadece Allah (cc)’ı razı etme niyetiyle verenlerin sayısında bu zamanda daha çok azalma var. Kuruş da olsa karşılığında bir hizmet, kendisine menfaati dokunacak bir karşılık bekliyorlar. Beklentilerine cevap vermediğin veya veremediğinde ise senin şahsından hizmetine, davana ve dolayısıyla davetine karşı olumsuzluklar içine girebiliyorlar.

Sözün özü olarak şunu diyebiliriz; davetçi davetini sadece Allah (cc) rızasını esas alarak yapacak, Enbiyanın yaptığı gibi kimseden hiçbir karşılık beklemeyecek, ücretini alan ve davetin asıl sahibi Rabbinden bekleyecek, öyle çalışacak, hizmet edecek… Rezzak olan Allah (cc) onu yüzüstü bırakmayacak, ona geniş yollar ve imkânlar oluşturacaktır, inşaallah…

Veren ise, yani hayır hasenat yapmak isteyen ise, sadece Allah (cc) için verecek, kendi nefsinden ve duygusundan hiçbir şey katmayacak ve Allah (cc)’ın kendisinde bulunan emanetidir, şuuruyla emaneti ehline teslim edecektir. Böyle yaptığı zaman, verdiğinde ihlâs olacak ve bu ihlâsı ise büyük bereket olacaktır, inşaallah.

Bediüzzaman, Rabbine kavuşuncaya kadar bu maddelere sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Rabbi de ona güzel ve tesirli mücahede yolları açmış, onu tesirli ve çığır açıcı kılmıştır. Birçok yönüyle olduğu gibi ve görüldüğü gibi istiğnasıyla da Bediüzzaman güzel ve mukteda bir örnektir

Nebevi nurun evlerimizi, sokaklarımızı ve şehirlerimizi ihata etmeye başladığı şu güzel iklimde, Allah Resulüne tam ittiba etme duasıyla…

Allah (cc)’a emanet olunuz…

Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Nisan 2012

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.