Ahmet DEMİR
Bir Film Pi'nin Yaşamı
Yann Martel'in aynı adlı romanından uyarlanan bir film. Kanadalı bir yazar, asıl adı Pisicine Molitor olan Hindistanlı Pi'nin evinde “Senin tanrıya inanmamı sağlayacak bir hikâyen varmış” diyor ve hikâyemiz burada başlıyor.
Hindistan'dan Kanada'ya giden bir yük gemisi, fırtınaya yakalanır ve trajik şekilde batar. Bir cankurtaran filikası, uçsuz bucaksız Pasifik Okyanusu'nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi ve ailesi o gemiye hayvanlarını Kanada'ya götürüp satmaya çalışıp yepyeni bir hayat kurmak için binmişlerdir. Ama bu kazada başka kurtulan olmamış.
Pi koca okyanusta, zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir. Sandaldaki bütün hayvanları yiyen kaplan ile teknede baş başa kalır. Dev kaplana yem olmamak için hayvanla anlaşmanın ve yakınlaşmanın yollarını bulmak zorundadır.
“Onu ehlileştiremem ama terbiye edebilirim”
Okyanusta boğulmak ya da kaplana yem olmak dışında tek seçenek budur ve Pi bunu başarır. Sıra dışı yolculuk sona ermeden büyülü bir adaya varacaktır. Ada bir kadın siluetindedir. Gündüz hayat bahşeden, geceleri ise misafirlerini yutan etobur bir canlıdır…
Film tam bir görsel şölen ve izlerken sonunda neyle karşılaşacağımıza dair en ufak bir fikrimiz yok. Daha başlar başlamaz tanrıyı bulacağımız bir hikâye olduğunu söyleyen yönetmen bu konudan kopmamıza hiç izin vermiyor.
Filmin başında tanrının bütün dinlerde aynı olduğunu ve sadece farklı bir yaklaşım tarzı olduğunu vurguluyor. Pi daha çocukken bu gerçekliğe ulaşmış, ateist babasının etkisine girmeyerek tüm semavi dinlerin ortak paydası olan ve hiç değişmeyen tanrısına güçlü bir bağla bağlanmıştır.
Okyanusta başlarına gelen tufan ve sevdiği her kesi kaybetmesi bile inancını sarsmıyor. Her şey tanrının bilgisi dâhilinde gerçekleşmektedir.
Yer yer İslam irfanından da öğeler, çok estetik bir şekilde bize sunuluyor. Özellikle adanın anne gibi tasarlanmış hali müthiş bir sunum. Dünya hayatının bir yolcunun gelip kaldığı sonra da çekip gittiği bir durak olduğunu tasvir ediyor. O durakta beklenilemeyeceğini tasvir etmesi çok ilgi çekici. Dünya hayatı gündüz ve geceden oluşmaktadır. Gündüzün bitince uyku zamanı gelir, uyku da ölüm hali gibidir. Nitekim ada da tam olarak bunu yapıyor, gündüz emniyet, huzur ve konfor sunuyor. Geceleri ise ölüm...
Filmde çok iyi işlenen diğer bir temsil ise kaplandır. Kaplan aslında Pi'nin nefsidir. Nefis ehlîleştirilemez, sadece terbiye edilebilir. Nefsi en iyi açlıkla terbiye edebilirsin. Bu konu İslami kaynaklarda çokça işlenmiştir.
Aynaya bakıp kendini tanımaya çalışması, yani suda kendi siluetini seyrederken sudaki akiste kaplanın şekillenmesi müthiş bir metafor.
Buna benzer bir sürü mistik simgelerle bezenmiş hikâyemiz bitince başka bir hikâye ile karşılaşıyoruz. Her ne kadar filim bitmeye yakın olsa bile asıl olay şimdi başlıyor.
Geminin zararını ödeyecek olan Japon sigorta şirketi kazadan kurtulan tek tanık olan Pi'den kaza hakkında bilgi almaya gelir. Pi'nin anlattığı hikâye onlara hiç inandırıcı gelmez. Elbette bize de inandırıcı gelmemiştir. Ama gerçekler ortaya çıkması lazım. Pi sigortacıları ikna edemeyince başka bir hikâye anlatır.
Bu hikâyede filikada kurtulanlar arasında hiçbir hayvan yoktur. Onların yerine geminin acımasız aşçısı, yaralı bir Japon genç ve annesi vardır. Aşçı tek tek hepsini yok ederken sıra ona gelmiş ve aşçı onu öldürmeden o aşçıyı öldürmüştür. Sigortacılar şaşkına dönerler.
Hikâye daha gerçekçi olmasına rağmen bu dehşet kayıtlara geçmez ve ilk hikâye kayıtlara geçer.
İşte sonuç! Pi Kanadalı yazara, hangi hikâyeyi sevdiğini sorar. Elbette o da ilk hikâyeyi sevdiğini söyler. Pi “Tanrı inancı da böyledir” der ve filim biter.
Şimdi çıkın işin içinden bakalım.
İnanç bütün yönleriyle ve olanca güzelliğiyle gösterilir. Tanrı İnancı, dünya hayatının korkunç gerçeklerinden kaçmak zorunda olan insanoğlu tarafından uydurulmak zorunda kalınan bir hikâyeden ibaret olduğu ima edilir. Aksi takdirde dünyanın adaletsiz ve gaddar gerçekleri karşısında mutlu olabilmenin mümkün olmadığı vurgulanır. Güya tanrı gerçekliği yoktur, sadece uydurduğumuz kadarı ile vardır, denilir!
Filmi izleyip izlememek size kalmış, ama izleyenlerin haddi hesabı yok. Her kes beğeniyor ve bu zokayı yutuyor. O kadar iyi işlenmiş ki yutmamak elde değil.
Çözüm mü? Sanat bir hikmettir ve hikmet müminin yitiğidir, bir an önce elde edilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.