Birbirimizi İhmal Etmeyelim
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler.
“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)
“Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü'minlere yarar sağlar.” (Zariyat: 55)
“Sürüden ayrılanı kurt kapar.” (Kimya-i Saadet)
“Allah (cc) bir kimseye hayır irad buyurursa, din yolunda ona hayırlı bir dost ihsan eder. Allah (cc)’ı unutursa dostu ona hatırlatır. Hatırlarsa dostu ona yardım eder.” (Kimya-i Saadet)
“Bizim din kardeşlerimiz çoluk-çocuğumuzdan daha kıymetlidir. Çünkü onlar dinimizi hatırlatırlar. Çoluk-çocuğumuz ise dünyayı hatırlatır.” (Hasan-ı Basrî)
Mükellefiyeti gereği her Müslüman, dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman kardeşlerinin başına gelen musibet, sıkıntı ve meşakkatlerden dolayı elem çekmeli, huzursuz olmalıdır. Bununla beraber bu sıkıntıların giderilmesi noktasında elinden geleni yapmakla da mükelleftir.
Ashabın sıkıntılarından ötürü Hz. Peygamber (sav)’in ne denli rahatsız ve huzursuz olduğunu siyer kitaplarından okumuşuzdur. Müslümanların meşakkat ve zorluklarla karşılaşmalarının O (sav)’na çok ağır geldiğini ve Mü’minlere karşı merhamet ve şefkatinin ne derece fazla olduğunu Kur’an-ı Kerim çok açık bir şekilde beyan etmektedir:
“Andolsun, size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, Mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.” (Tevbe: 128)
Yine biliyoruz ki mahşer meydanında, peygamberler dahil herkes o büyük günün dehşetinden kendi derdine düşecekken, O (sav), ümmetinin telaşına girecektir.
Yine “…Sıddîk-ı Ekber’in: Cehennemde vücudum büyüsün, ta ehl-i imana yer bulunmasın” (Hanımlar Rehberi) demesi ve Bediüzzaman’ın: “…ehl-i imanı dalâlet-i mutlakadan kurtarmaya-lüzum olsa-dünyevî hayat gibi, uhrevî hayatımı da feda etmek bir saadet bilirim; binler dostlarım ve kardeşlerimin Cennete girmeleri için Cehennemi kabul ederim” (Emirdağ Lahikası 1) sözü bu hususta pek manidardır.
Benzer şekilde, Müslümanlarla ilgili duyarlılığın ne derecede olması gerektiği hakkında Hz. Peygamber (sav)’den, ashabtan, selef-i salihinden ve İslam’a hizmeti gaye edinmiş çağımız İslam âlimlerinden daha birçok söz ve tavır nakledilerek örnekler çoğaltılabilir.
Madem “Asıl musibet ve muzır (zararlı) musibet, dine gelen musibettir” (Lem’alar, 2. Lem’a) ve madem biz Müslümanlar, emniyet altında olmayan dinimiz hususunda bugün büyük bir tehlike ve musibet ile karşı karşıya bulunmaktayız, o halde her birimiz bu büyük musibet karşısında dinimizi öğrenip yaşamak, inancımızı muhafaza noktasında birbirimizin elinden tutmak, birbirimize tutunmak zorundayız.
İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan sistemli ve programlı düşmanlık, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırma çalışmaları, her tarafa yayılmış bulunan dinsizlik, ahlaksızlık vb. belalardan kurtulmak/kurtarmak için bazı fedakârlıklarda bulunarak -az bile olsa- devamlı bir gayret içerisine girmeliyiz. Gücü miktarınca herkes bu hususta mükelleftir.
Esasında, söz konusu mükellefiyet tüm Müslümanlara karşı olmakla beraber, ailelerimiz, akraba ve komşularımız, çeşitli vesilelerle tanışmış bulunduğumuz dost ve arkadaşlarımız; yani ulaşıp konuşulabilecek tüm tanıdıklarımız hakkında öncelikli olarak mükellefiz.
Aile, akraba ve komşulara ulaşma noktasında -mükellefiyetin gereği ifa edildiği sürece- duyarlı Müslümanlar için pek bir problem yoktur. Varsa da kolayca giderilebilir.
Bizim bu yazıda değinmek istediğimiz asıl husus geçmişte bir vesileyle tanışmış olduğumuz kardeşlerimiz hakkındadır. Güçlü dostlukların zor kurulduğu bu dönemde, daha önceleri dost ve kardeş edindiğimiz çevremizle olan münasebetlerimizden ve onlara karşı olan sorumluluğumuzdan bahsetmek istiyoruz.
Fitnenin sokağa döküldüğü, dahası evlerin içine girdiği günümüzde Müslümanlar birbirlerinin ellerinden tutup bir cesedin uzuvları, bir binanın kenetlenmiş taşları haline gelerek, ancak bu şekilde cehennemin kapısında durup çağıranların fitne ve belasından korunabilirler, birbirlerini kurtarabilirler.
Tüm Müslümanların dinî musibetle karşı karşıya bulunduğu, fitnenin diz boyu olduğu bir dönemde sadece ihlâslı ve ilmiyle amil olanların korunabileceğini, onları dahi büyük bir tehlike beklediğini bizzat Fahr-ı Kâinat Efendimiz (sav) haber veriyor:
“İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” (Lem’alar, 21. Lem’a)
Bu münasebetle, uzun süredir görüşüp dertleşemediğimiz kardeşlerimizi, kardeşlik hukuku gereği, arayıp bulalım. Onların sıkıntılarına çare olmak için yoğun bir çaba sarfedip, uykularımız kaçacak şekilde endişe sahibi olalım. Bu kardeşlerimize ulaşma yolunda fedakârlığı biz gösterelim. Buna inanıyoruz ki, her bir Müslüman diğer Müslüman için koruyucu melek konumundadır. Herhangi bir sıkıntısını duyduğumuz kardeşimizin bu sıkıntısına ortak olmamız onu için rahatlatıcı bir etken olacaktır.
Arayıp bulduğumuz kardeşlerimizi sıklıkla, düzenli olarak ziyaret edip, onları kendilerine en yakın kardeşlerle tanıştırma yoluna gitmeliyiz. Dediğimiz gibi biz kardeşlerimizi sormaz, ilgilenmezsek Allah muhafaza dünya hayatı tehlikeye girdiği gibi Ahiret hayatı da tehlikeye girebilecektir. Dolayısıyla bizler eğer kardeşlerimizi sormaz, onların dertleriyle dertlenmezsek, onları fitnelerle başbaşa, klavuzsuz bırakırsak, onların ileride karşılaşabilecekleri kötü akibetlere sebebiyet vermiş olacağımızdan Cenab-ı Hakk bizleri sorumlu tutabilecektir. Bu hususu, gaflete düşmeksizin her daim aklımızda tutmak zorundayız.
Birbirini sormak zorunda olan kardeşlerimize deriz ki, bir dönemki beraberliğiniz, birbirinizi sevmeniz, arkadaşlığınız ve dostluğunuz halis Allah rızası içindi. Bu ara ayrı şehirlerde, vilayetlerde olmanız firaka sebep olmamalıdır. Zira İslamî mükellefiyetimiz bunu iktiza ediyor.
İnanıyoruz ki, herkes ciddi bir muhasebe ve gayret içerisine girerse uzun süreden beri tek başına kalmış, İslamî hizmet noktasında gevşemiş, hatta duyarsız hale gelmiş çok sayıda kardeşe ulaşılabilinecek ve neticesinde hayırlı sonuçlar oluşabilecektir.
Cenab-ı Mevla’dan duamız; hepimize büyük bir aşk ve gayret içerisine girip çalışmayı ve son nefesimize kadar sırat-ı müstakim üzere sabit kalmayı nasip eylemesidir.
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”
İ’la-yı kelimetullah için şehit vermenin geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de olacağını biliyoruz. Bunun yabancısı değiliz. Şehadet makamına ulaşmakla, ölümlü dünyadan kurtulup ölümsüz bir hayata kavuştuğunuzu, böylelikle sağ ve hayatta olduğunuzu; dünyanın bütün zulüm, sıkıntı ve zorluklarından kurtulup Allah indinde büyük ve yüce bir makama kavuşarak orada rızıklandığınızı biliyor ve inanıyoruz.
Mücadele içindeki kahraman Çeçen halkının başı sağolsun. Bütün ümmet gibi onlar da biliyordu ki sen, tüm hücrelerinle şehadeti arzuluyordun. Kim samimi olarak neyi arzularsa, Yüce Allah (cc) onu muhakkak verecektir. Kâfirler ve yardakçıları Müslümanların kavuşmak için can attıkları şehadetlerinden dolayı seviniyorlarsa, bu onların cehaletindendir.
Çeçen halkını mağduriyet ve mazlumiyetlerini Cenab-ı Allah biliyor ve görüyor.
Cenab-ı Allah, büyük komutan Şamil Basayev’in şehadeti vesilesiyle Çeçen halkına sabır ve zafer ihsan etsin. Onların ittihat ve uhuvvetlerini ziyade kılsın.
“Biz, Müslüman olarak Allah için öldürülmüş olduktan sonra ölüm ne surette ve nereden gelirse gelsin aldırış etmeyiz İnşaallah.”
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.