Dr. Abdulkadir TURAN
Birlikte yıpranmışlıktan birlikte kurtuluşa
İslam dünyası, 1970'li yıllarda birlikte kurtuluş düşüncesinden, birlikte yıpranma sürecine saptırıldı. Müslümanlar arasındaki verimli, geliştirici, ilerletici “İttihat” fikriyatı, yerini verimsiz, tüketici, gerici “Tefrika” fikriyatına bıraktı.
İttihat fikriyatında, Müslümanların oklarının yönü emperyalizme dönüktü. ABD'nin bütün çabalarına rağmen Müslümanlar, Batı'nın İslam dünyasındaki faaliyetlerinin neticesini konuşuyor ve bu faaliyetlere karşı nasıl tedbir alacaklarını belirlemeye çalışıyorlardı. Bu, büyük bir uyanış hareketiydi. Bu uyanış hareketi, Batı'yı sadece kötülemiyor; İslam dünyasının Batı etkisine nasıl girdiğini, Batı'nın bu etkiden emperyalist bir güç olarak nasıl yararlandığını ve Müslümanların bu etki ve emperyalist girişimden nasıl kurtulacağını da kavramaya çalışıyor; kavradığını duyurma işlemine “tebliğ” gibi mukaddes bir ad vererek emperyalizmden kurtulmayı ne kadar önemsediğini ifade ediyordu. İslam dünyasındaki büyük İslamîleşme hareketini sağlayan bu kavrama ve kavratma çabasıydı. Bu çaba emperyalizmi çok korkuttu.
Emperyalizm, İslam dünyasındaki uzantılarını kullanarak bir yandan İslamî hareketlerin önderlerini ulusalcı sosyalist yapılar eliyle şiddetli bir baskı altına aldı; diğer yandan tefrikanın tohumlarının besleneceği kimi ülkelere doğru onları bilerek itti. O ülkeler, İslamî hareket önderlerinin baskıya karşı bir sığınak arayışından istifade etmekle yetinmediler; yoksulluklarını da suiistimal ettiler. Onlar için ülkelerinde bir yaşam alanı oluştururken ileride sürüklenecekleri menfi vaziyeti de finanse ettiler.
Bu kirli oyunda Suudi Arabistan yalnız değildir ama en önemli rolü oynayan ülkedir. Bizzat Suudi rejimi tarafından desteklenen rejimlerden kaçan önder şahsiyetler, Suudi'ye geçtikten sonra yüzlerini emperyalizmle mücadeleden başka Müslümanların değerlerine ya da sıradan halkın, emperyalizmle mücadele söz konusu iken teferruat noktasında kalan kimi eksiklerine çevirdiler.
Bu operasyonla Müslümanlar, emperyalizme karşı verdikleri mücadele yerine kendilerini birbirlerine karşı mücadelenin ve halklarına karşı savaşın içinde buldular.
Bu kirli oyun, nihayetinde yer yer silahlı çatışmaya dönüşürken oyuna gelenler, bir anda karşıtları gibi kendilerini de yıpranmış; halklarını ise daha da Batılılaşmış buldular.
Bu sapmanın yol açtığı felaket, bugün Afganistan, Somali, Çeçenistan, Suriye, Nijerya'da gözler önündedir.
İslamî hareket, esasta ittifak içinde bir inşa hareketi iken bu sapma, bizi tefrika içinde yıkıma götürdü. İslam âlemi bu sapma ile toplu halde yıpranırken değerli önder ve gençlerini toprağa gömdü, şehirlerini yerle bir etti.
Ne var ki İslam dünyasının bunlardan daha büyük kaybı “düşünce” oldu; Müslümanlar, bu sapmayla “düşünce”den kopup düşüncesizliğe sürüklendiler.
Şeyh Halid-i Bağdadî Hazretleri, 19. yüzyılın başında devletlerin yönetimlerinin İslam'dan uzaklaştığı ve kimi İslam topraklarının istila tehdidi altında olduğu bir süreçte Müslümanların devlet yönetimleri üzerinde etkilerini kaybetmiş hatta onların hedefi haline gelmiş bir ortamda varlıklarını nasıl sürdüreceklerini öğretmeye çalıştı. 20. Yüzyılın başında İslam düşünürleri, onun bu hareketini modern dünya koşullarında tecdit ettiler; İslamî cemaatler inşa ettiler, İslamî basını oluşturdular.
1970'li yıllarda beklenen, Müslümanların bu ikinci aşamadan üçüncü aşamaya geçmeleri ve İslamî hareketlerin devlet nizamına yön vermeleri durumunda hangi esaslarla hareket edeceklerini tespit etmeleriydi.
İslamî hareketler, bunu yapmaları durumunda kendilerini daha iyi tanıyacak, arayış içindeki halklarının önüne somut projeler koyabilecekler ve emperyalizmin karşısına devlet gücüne bürünmüş olarak çıkabileceklerdi. Bu, İslam âlemini emperyalizmden gerçek anlamda kurtaracak bir adım olacaktı.
O güne kadar İslam'ın siyasi anlamda devrinin tarihte kaldığına inanan emperyalizm, bu muhtemel aşama karşısında paniğe kapıldı, İslam âlemindeki olanaklarını kullanarak “saptırma” operasyonunu işletti. “İslam'ın yeryüzü hâkimiyeti”, karşıt yapıların ithamları ve birbirlerine karşı girişimleri ile bir anda “hayal”a büründü. Bunun bir sonraki aşaması, bu yapıların hatalarının bizzat İslam'a mal edilerek İslamî çözüm arayışlarının tamamen etkisizleştirilmesidir. İslam dünyası, bu kirli oyuna “Dur!” demek ve özüne dönmek durumundadır.
Birlikte yıpranmışlıktan birlikte kurtuluşa yeniden geçmek için geç kalınmış değil. Bunun için kapsamlı bir düşünce hareketinin devreye girmesi, çok şeyi değiştirecektir.
İslam karşıtlığı, artık belli bir dış gücün faaliyeti değildir. Bugün bütün uluslararası güçlerin yakın ve uzak hedefleri arasında İslam'la mücadele vardır. Bu, büyük ittifaka karşı koyabilmek ancak büyük bir İslam ittifakıyla mümkündür.
İslam toplumunun kusurlarına bakıp emperyalizmin yol açtığı yıkımı görmeyecek kadar kafalarını kaybedenlerin, bütün aklî üretimlerini mezheplerini yayma uğruna tüketen sinsi yapıların faaliyetlerini gölgede bırakacak ve onların ıslahına dahi yol açacak geniş bir söyleme ihtiyaç vardır.
Bu söylemin önündeki en büyük engel, fizikî sınırlar değildir. İslam alemi geçmişte sadece Hac ibadeti sayesinde bile olsa fizikî sınırları aşıyor ve buluşabiliyordu. Bugün böyle bir söylem geliştirmenin önündeki en büyük engel, umutsuzluk ve ırkçılıktır.
Müslümanların üniversitelerde yetişen ilim çevreleri ne yazık ki yoğun şarkiyatçı literatürleri yüzünden umutsuzdurlar. Umutsuzluğun çözümü olabilecek manevi bir donanımdan da yoksundurlar; ilim ise manevi boşluk kaldırmadığından manevi boşluklarını ırkçılıkla doldurma eğilimindedirler. İlim adamlarımızın manevi boşluklarını ırkçılıkla doldurmaları Müslümanların mühim bir kısmını kapsayacak çözümler geliştirmelerinin önündeki en büyük engellerden biridir.
Ne yazık ki yıllarını tefsir, hadis dersleri okutmakla geçirenler, emperyalizmin oyunlarını yok sayarak kişilerin davranışlarındaki en büyük etkenin ırkları olduğuna inanabilmekte, değerlendirmelerini bu bağlamda yapmakta, ırklarından olmayan Müslümanlara “öteki” muamelesi yapabilmekte, onların kusurlarını ırkları ile açıklayabilmektedir.
Güçlü bir önderliğin söz konusu olması durumunda İslam dünyasının akademilerini saran bu hastalıktan kısa sürede kurtulması mümkündür.
İrade sahibi olmanın gerekliliklerinden biri engellere rağmen yol alabilmektir. İslam dünyası güçlü bir önderlikle bu engeli aşabilir ve tefrikadan ittihada yeniden yönelebilir.
Bugün bunun işaretleri alındığı için emperyalizm yeni bir telaşa girmiş, Müslümanları bir kez daha durdurmak için paniklemiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.