Biz görevimizi yapmazsak Allah (cc), başkasına yaptırır
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye (İslam hükümlerinin uygulanmasına) daha ziyade muktedirdir
“Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye (İslam hükümlerinin uygulanmasına) daha ziyade muktedirdir… Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur… Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslam’ın şeairini (şiarlarını) tahrip ediyorlar. Öyleyse zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir.”[1]
İslam’ın hâkim olmadığı yer ve toplumlarda İslam akidesine, onun temel esaslarına ve Müslümanlara yapılan saldırılara karşı koyma, müdafaa etme, Allah’ın dinini insanlara ulaştırma, anlatma ve yaşatma görevini; İslam’ı bilen ve yaşayan ihlâslı Müslümanların oluşturdukları yapı, kurum ve müesseseler görmektedir.
Yapıların kimisi birikim, kabiliyet ve güzel hasletlerini birleştirerek birbirlerinden istifade eden ve birbirlerine itaat eden Müslümanların; kimisi de hayatını İslam’a vakfetmiş, tümüyle Kur’an ve Sünnet’i esas edinip bunu pratize etmiş, Allah’ın lütfuyle konuşturulmuş, yazdırılmış, görevlendirilmiş Bediüzzaman (r.h.) gibi âlimlerin mücahedeleriyle oluşmuştur.
İnsanlarımızın Kur’an’dan, Sünnet’ten, Ashab ve Selef-i Salihin’in yolundan uzaklaştırıldığı günümüzde Allah’ın rızasına ve sevgisine mazhar olmak; Hz. Peygamber (sav)’in Sünneti’ni ihya edip bu anlamda inanan, inandığını yaşayan, yaşadığını aile-akraba-dostlara ve nihayetinde elinin yetiştiği herkese imkânları ölçüsünde ulaştırma gayreti içerisinde bulunanlardan olmak büyük bir lütuftur, Cenab-ı Allah’ın hidayet ve sevgisine mazhar bulunmak demektir.
Bu şuurda olan Müslümanlar İslamî mükellefiyet gereği yan yana gelmiş ve bunun neticesinde bir güç ve kuvvet olmuşlarsa bu güç ve kuvveti İslam ve Müslümanların aziz kılınmasına ve İslam’ın insanlara tebliğ edilip ulaştırılmasına vesile kılan bir yapı, bir oluşum, bir kurum oluşturmuşlarsa bu ayrı bir lütuftur, ayrı bir güzelliktir.
Daha doğrusu günümüzde, mevcut şartlarda kulluk görevini ve Allah’a karşı mesuliyeti hakkıyla ifa etmek için mezkûr hususlar bir gerekliliktir.
“Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye (Şeriat hükümlerinin uygulanmasına) daha ziyade muktedirdir… Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur… Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslam’ın şeairini (şiarlarını) tahrip ediyorlar. Öyleyse zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir.”
Müslümanların, İslam’ı ferdi olarak yaşamalarına dahi tahammülü olmayan şeytan ve dostları, kuvvet ve güç oluşturup İslami hizmet gören yapılara asla tahammül göstermezler. Müslümanların büyük fedakârlıklarla meydana getirdikleri oluşum ve yapıları tesirsiz kılmak için -günümüzde olduğu gibi- hiçbir ölçü tanımaksızın her türlü müdahaleyi yapar, hile ve oyun kurarlar. İşkence, zindan, sürgün, şehadet vb. bazı müdahale şekillerinin yanında yapı içerisinde fertlerin İslamî yaşantılarını yozlaştırmak, ibadetleri hakkıyla ifa etme noktasında gevşek hale getirmek, inanç ilkelerinden taviz vermelerini sağlamak, fertler arasında güven bunalımı oluşturmak, münakaşa zeminleri hazırlamak, ye’s ve ümitsizliğe sevk etmek gibi sinsi desiselere de başvururlar.
Böyle bir durumda her bir fert, oluşumunda kendi katkısının da bulunduğu, belli bir seviyeye ulaşmış bulunan, Müslümanların istifade ettiği yapılarını, oluşumlarını, kurumlarını korumak için bütün varlığını ortaya koymalıdır. Bu hususta bazılarının, hatta tek bir ferdin bile gevşeklik veya duyarsızlık göstermesi bir gediğin açılmasına ve belki de tüm yapının bozulmasına sebep olabilir.
Madem Mekke’deki işkence, muhasara, eş ve çocuklardan ayırma, şehadet vb. durumlar ve yine Medine dönemindeki topyekûn baskı, savaş vb. sıkıntılar Ashab’ın önünü tıkamamış ve neticede ulaşılan galibiyet ve muvaffakiyete engel olmamış; o halde onların izini takip edenler için de aynı durum söz konusudur. Fiilî müdahaleler, işkenceler, komplolar, yaralamalar, şehit etmeler vs. hususlar Ashab’ı takip edenlerin oluşturduğu yapıya da zarar vermemiştir, veremez. Ancak; mücadele gereği ve imtihanın tecellisi için, geçmiş ümmetlerin başına gelen musibetlerle karşılaşılmıştır. Bu tür durumlar ise mücadele azmini kırmak şöyle dursun, daha bir teşvik edici, daha bir gayrete getirici durumlardır.
Fakat ne zaman Kur’an ve Sünnet’i okuma-anlama ve yaşamada, inanç ilkelerinde, helal ve haram hususunda, ibadetleri gereği gibi ifa etmede gevşeklik gösterilir ve ahlaki değerlerden taviz verilirse, yapı içerisindeki fertleri ye’s ve ümitsizliğe düşürmek amaçlı şeytan ve dostlarının kurduğu oyun ve hilelere aldanılırsa, işte o vakit bunca emek sarfedip büyük fedakârlıklar göstererek oluşturulan güç, kuvvet ve oluşum -Allah korusun- yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelecektir.
İşte bu noktada yapı içerisinde bulunan ve oluşumda emeği geçen herkes kendisine düşeni yapmakla mükelleftir, kendi alanına giren görevi ifa etmelidir. Hiç kimse kendi işini bir başkasına havale etmemelidir. Bu vaziyette şeytan ve dostlarının oyun ve tuzaklarına, ithamlarına göğüs germelidir ki emelleri boşa çıksın.
Muttakilere yol gösterici Yüce Kitab’a,[2] Cenab-ı Hakk’ın, muhabbet ve rahmetinin vesilesi olan Hz. Peygamber’e[3] uymakla; dünya ve ahiret saadetini netice verecek ibadetlerini bihakkın yerine getirmekle; tartışıp, bozup üzerek değil, münazara ederek ve karşılıklı şefkat kanatlarını germek yoluyla; -harama düşmemek için- şüpheli şeylerden dahi kaçınmakla; kâfir ve sapıklar gibi Allah’tan tümüyle ümit kesmek şöyle dursun, tüm zaman ve şartlarda Yüce Mevla’dan hiçbir şekilde ümit kesmemekle Şeytan ve dostlarının hile ve oyunlarını bozmak gereklidir.
Madem kendimizi, çocuklarımızı, akrabalarımızı, dostlarımızı ve çalışmalarımız vasıtasıyla İslam’la müşerref olanları muhafaza etmeye vesile olmuş bir yapı mevcut ve halen de insanların İslam’la bihakkın tanışıp müşerref olmalarına vesile olmaya devam ediyor; o zaman her ferdin, yapıyı muhafaza etmek, şeytan ve dostlarının tezgâh ve oyunlarını boşa çıkarmak için mesuliyet ve külfet altına girmesi ve bunu yapmaktan bir an ve bir tek adım dahi geri kalmaması gerekmektedir.
Hiçbir karşılık beklemeden, sadece Allah rızası için yan yana gelmiş, birbirine itaat etmiş, birbirini sevmiş, her türlü fedakârlıkta bulunmuş Müslümanların fedakârlıkları ve samimiyetleri neticesinde oluşan bir yapıyı Cenab-ı Mevla elbette korur. Hiç kimsenin emek ve umudunu heba etmez.
Dolayısıyla, çatısı altında hizmet ettiğimiz yapıyı koruyup muhafaza etmek için -zamanında yapının oluşmasında emeği geçenler dâhil olmak üzere- herkes gayret göstermelidir. Biz bu işi muhafaza etmezsek Cenab-ı Allah bunu ortada bırakmaz, sevdiği başka insanlar aracılığıyla muhafazasını sağlar.
Bizden sonra gelecekler de dâhil olmak üzere yapı içerisindekilerin yaptığı tüm hayırlı işlere ortak olmak dururken, niçin böyle hayırlı bir işte gevşek davranılsın ki!
Burada vurgulanması gereken en mühim durumlardan biri de şudur: Her Müslüman, içerisinde bulunduğu yapının muhafaza ve terakkisine çalıştığı gibi, imkânları ölçüsünde diğer İslamî yapılara da yardımcı olmalıdır. Şeytan ve dostlarının oyun ve tezgâhlarına karşı hikmetle ikazda bulunmalı, bu desiselere karşı set olmalı, “Ağır yükün ayrı taraflarından tutuyorsak bile, birbirimize ne kadar yardımcı olursak hedefimize o denli selametli ve kısa bir şekilde ulaşabiliriz” düsturuyla hareket etmelidir.
Cenab-ı Haktan dileğimiz İslamî yapı ve oluşumlarımızı şeytan ve dostlarının şerrinden muhafaza buyurması ve bu hususta bize de çalışma ve basiret şuurunu ihsan edip bizzat çalıştırmasıdır.
Allah’a emanet olun
İnzar Dergisi
[1] Mesnevi-i Nuriye
[2] Bkz, Bakara: 2
[3] Bkz, Al-i İmran: 31
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.