Yusuf ARİFOĞLU
Bu Tavır Kardeşliğe Halel Getirir
Günümüz Müslümanları için ‘aidiyet, etnisite, mezhep algısı, grup yaklaşımı' en büyük imtihan olsa gerek! Kanımca bir Müslümanın kardeşlik tanımlaması ve dairesine kimleri alacağı/almayacağı için bunlar birer samimiyet testidir. Kabul edelim veya etmeyelim, bu böyledir. İki asır önce Avrupa'da Fransız İhtilali'yle gelişen ulusçuluk onların bağlamında bir iyileşme getirirken yani bu habis ilaç o bünyeye uymuş; ama ümmet bağlamı içinde Müslüman toplumlara bir darbe, ayrışma, birbirine öfkeyle bilenme gibi olumsuzluklara yol açmıştır. Makro milliyetçilikle yüz yıl önce Batılı devletlerin birbirinden kopardığı ümmet, bugün mikro milliyetçilikle birbirine bir daha bağlanmayacak saiklerle aldanmış/aldatılmıştır. Kürdistan'daki referandum kararı, sonrası gelişmeler, beyanatlar, kınından çıkmış kılıçlar söylemimizin somut örneğidir.
Müslümanların yoğun olduğu coğrafyada Batılı kurtların bize anlattığı ‘Kırmızı Başlıklı Kız' bir hikâye olarak kalmamış. Bu hikâyenin bir sürü tesettürlü, sarıklı, takkeli, şalvarlı evlatları kurtlar sofrasına ‘batılılaşma, ırkçılık' kodlarıyla sunulmuştur. Bugün hala uslanmaz, yola gelmez, ders çıkarmaz bir tavırla aynı sofraya helvadan putlarımızı/çıkarlarımızı korumak için kardeşliğimiz, kardeşlerimiz kurban ediliyor. Bu felaketin nedeni olan ülke ve idareciler de akabinde adeta insanların aklıyla oynarcasına ‘hain, terörist, Siyonist uşağı' gibi suçlamalarla kendini aklama, diğerlerine akıl babası olma yoluna gidiyorlar.
"Yarım imam dinden; yarım hekim candan eder." demişler. Bu söz bir yönüyle insanın maddi-manevi, ruhi-bedeni birliğinin önemine dikkat çeker. İslam'da yönetici olabilmenin iki temel şartı adalet ve imamettir. Adil olma vasfını yitiren bir yönetici zalimleşir, imamet liyakati taşımayan bir yönetici de ehliyetsiz kalır. Bu iki yönden yoksun idarecilerin bulunduğu toplumlar ve komşuları için huzurdan bahsedilemez.
Dersine iyi hazırlanmamış bir öğretmen, kırk dakikalık dersi boyunca vaziyeti kurtarmaya çalışır. Kitlelere hakikat adına vereceği bir şeyi olmayan madrabazlar, "Al takke, ver külah" yapıp ne kadar maharetli(!) olduklarını gösterirler. İllüzyon ve hipnozu bilenler ise görünenin ardındaki göz boyamayı çabucak fark ederler.
Bir asra yakın bir süredir kanayan bir yara olan Kürt sorunu için hala alışılagelmiş yaklaşımların sergilenmesi gösteriyor ki, sistem dükkânını işletenin değil dükkânın kendisinin değişmesi lazımdır. Çünkü müşteriye bilinen klasik mallar sipariş edildikten sonra bunun sol bir elden, silahlı bir elden veya abdestli bir avuçtan sunulması fazla fark etmiyor.
Ümmetin yetimi vasfını fazlasıyla hak eden bir toplumun tamamını ilgilendiren ve hepsi için iç acıtan, yürek yakan, göz yaşartan, acilen çözüm bekleyen büyük bir sorun sarmalını yani Kürt Sorunu ismiyle tanımlanmış bir sorunu "terör, ayrışma, bölücülük sorunu"na indirgemek büyük bir işgüzarlıktır.
Sorunun çözülmesi adına atılan her türlü adım elbette önemsenir. Eğer sadra şifa bir çözüm getirecekse, sulh ve selamete vesile olacaksa herkesle görüşülebilir. Fakat aksi durumda Nasreddin Hoca'nın fıkrasında olduğu gibi evde kaybedilen bir iğneyi sokakta aramak gülünçlüğüne düşülür.
Bu sorunun çözümü tıkanmanın başladığı yerden olmalıdır. Yani bu halkın bire bir kendisi muhatap alınarak, sorunun yol açtığı gedikler onların dilinden dinlenerek çözüme giden yollar aranmalıdır. Acaba, on beş yıldır iktidarda olan ve ümmetin mazlumları nezdinde sevilen Recep Tayyip Erdoğan, referandumla ilgili talihsiz ve üzücü açıklamalarını yapmadan kaç milletvekilini Kürt halkının gerçek temsilcileri olan âlimler, seydalar, kanaat önderleri, cemaat imamları, aşiret liderleri, sivil toplum kuruluş yöneticileri ile görüşüp istişare etmek için görevlendirdi?
Niye böyle derseniz; Türkiye, Irak ve Suriye açmazında hükümetin Kürtlere böyle uzak ve ipleri koparacak bir tavır alması tatlı bir başkanlık ve Ortadoğu halklarının haklı sevgisi olarak biçilen bir kaftan için zor duruyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.