Bugün Ne Gündür
Eyvah ki ne eyvah!.. Bugün yine feryad günüdür… Bugün yine hüzün, bugün yine keder, bugün yine ahu figan günüdür
Sen! Ben! Desin efrad, aradan vahdeti kaldır,
Milletler için işte kıyamet o zamandır.
Mazilere in, mahşer–i edvan bütün gez:
Kanun–i İlahi, göreceksin ki değişmez. (1)
Eyvah ki ne eyvah!.. Bugün yine feryad günüdür… Bugün yine hüzün, bugün yine keder, bugün yine ahu figan günüdür… Şanlı bir ümmetin, insanlar içinde çıkarılmış en hayırlı ümmetin, adaleti ayakta tutmakla görevli serfiraz bir ümmetin geldiği hale bakıp âhüzar ederek kanlı gözyaşları dökme günüdür… Bir bir yitirilen topraklara, işgal edilen beldelere, esir edilen halklara bakıp olduğu yerde diz üstü çöküp matem tutma günüdür…
Dillerin söylemekten utandığı, kalemlerin yazmaktan hicap duyduğu bir işgal ve saldırı melaneti altında inleyen Müslümanlar varken ümmetin bu vurdumduymazlığını nasıl izah edebiliriz? Namuslar kirletilip ırzlar çiğnenirken bu kayıtsızlığı, bu körlüğü, bu sağırlığı nasıl izah edebiliriz? Canlar heder edilip oluk oluk kan akarken bu dilsizliğin, bu köşeye sinmişliğin ya da duvarlar ardında saklanmanın bir izahı olabilir mi? Bütün bu ahval içinde, söylesene Mü’min kardeşim, bugüne bir isim ver, bugün ne gündür?
Irak, Afganistan ve Somali’de Amerika ve yandaşlarının; Filistin’de Yahudilerin ve Yahudi yandaşlarının; Çeçenistan ve Kafkasya’da Rusların işgal, soykırım, zulüm ve talanları; diğer İslam ülkelerinde ise onlardan olup bizden gözüken yardakçılarının her türlü melanetleri dururken buna mı yanalım, yoksa tutuşturulan kardeş kavgasına mı? Bu kardeş kavgası; yüreğimizi çok daha fazla acıtıyor, çok daha fazla paralıyor, sinemize düşürdüğü korlar daha fazla, bu belli… Kelimelerin anlatmakta aciz kaldığı bir sekerat halini yaşıyor ümmet ne yazık ki… Hele şimdi, tam da işgalciler batağa saplanmışken, hele de tefrikanın unutulması gerektiği bu anda, yani ortak düşman ta hanemizin içine kadar girip hançerini gırtlağımıza dayamışken bu kardeş kavgası yürekleri cayır cayır yakmaz mı? Söylesene Mü’min kardeşim, inancına kurban, kitabına kurban, Peygamberine kurban, Kâbe’sine kurban kardeşim, bugünün adı nedir, bugün ne gündür?
Akıl pazara mı düştü, nedir bu iz’an yoksunluğu?!. Allah için, O’nun Resulü Aleyhisselatu vesselam’ın hatırına bir düşünen yok mu? Silah doğrulttuğun, büyük bir kinle bomba yüklü araçları ortasına sürdüğün halk; zavallı kadın, çocuk, yaşlılar kim? Evlerinden alınıp işkenceden sonra eli-ayağı bağlı olarak kurşunlananlar kim? Aynı kıblenin mensuplarına, aynı dinin takipçilerine, aynı ümmetin fertlerine yapılan bu saldırı ve katliamları hangi akıl yoksunu insan meşru görebilir? Hani Mü’min Mü’minin kardeşiydi? Hani bir Mü’minin canı, malı, namusu diğer bir Mü’mine karşı emniyet altındaydı? Bir Mü’mine haksız yere silah doğrultmak kişiyi İslam’dan çıkarıyordu hani? Ne oldu, bütün bu gerçekler birdenbire unutulup gitti mi yoksa? Yoksa ne? Nedir bu hal, bu ölümler, bu katliam, bu kardeş kavgası? Paylaşılamayan şey nedir? Düşmana karşı savaşmak dururken, paylaşılamayan nedir ki bombalar camilerde patlamakta, namlular yüreklerimizde soğumaktadır? Bu hal, ne Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in, ne de Ehl-i Beyt sevgisiyle tutuşan Ehl-i Beyt’in yoludur. Kendilerini başka bir adla adlandırmak zorundadır, bu hal üzere olanlar... Aynı şekilde Müslümanlar da bu hal üzere olanları başka bir isimle adlandırmalı, onların asıl amaçlarını göstermelidir. Çünkü bu yol, Müslümanların yolu değildir asla… Hayır, bu yol, kendisini İslam ümmetinin bir ferdi olarak gören birisinin yürüyeceği yol değildir kesinlikle… Bu yolun tabileri varsa bugün hâlâ, söylesene Mü’min kardeşim, o zaman bu günün adı nedir, bugün ne gündür?
Patlayan bombaların ardından gördüğüm cesetler kimin? Bombayı patlatan, tetiği çeken, yaptıklarına sevinip Tekbir çeken Hasan, Hüseyin, Osman, Ömerler iken; parçalanan, öldürülen, yaralananlar ise Ayşe bacılar, Fatma teyzeler Ali amcalar, Muhammed dedeler değil mi?!. Öte tarafta, hemen yanı başımızda melanetlerine devam eden Coniler, Toniler, Corclar ve Hanslar bu halimize bakıp nasıl da seviniyorlardır kim bilir!.. Böyle mi olmalıydı halimiz? Emanete sahip çıkmaklığımız böyle mi olmalıydı? Dehşetle açılan gözlerimizle; yıkılan medeniyetimizi, kırılan gururumuzu, çiğnenen onurumuzu izlerken kanıksamaya başladık mevcut durumu… Gaddar, cani, merhametsiz düşmana karşı kedi pısırıklığına bürünmek değildi bu ümmetin ahlakı… Yaptıklarını görmemek için utanç içinde kırılırcasına eğilen boyunlar, bahadır ecdadımızdan bize kalan bir miras değildi… Müslümanların ahlakında yoktu, kardeşine karşı cesaret, atılganlık göstermek… Kardeş kardeşe bu kadar tahammülsüz olmamıştı hiçbir zaman…
Bir zaman bilirim, bu zamandan önce… O zamanlar ‘Sen’ yoktu aramızda, ‘Ben’ hiç yoktu. ‘Biz’ vardık her şeyde, hepimizin kalbi birimiz için, birimizin kalbi hepimiz için atardı o zamanlar… Kazandıksa, ‘Biz’ kazanmıştık… Fetihler yapan, görkemli medeniyetler inşa eden, insanlığa numune-i imtisal fertler yetiştiren hep ‘Biz’ olmuştuk. Peki, ne oldu da bugün dilimiz ‘Biz’ kelimesini telaffuz etmekte zorlanmaktadır? Ne değişti de ‘Sen’, ‘Ben’ kelimesini dolamışız dilimize? Bizi ‘Biz’ yapan, düşmanların yüreklerini korkudan çatlatan birliğimiz, vahdetimiz nasıl da parçalanıp gitti!.. Nasıl da imamesi kopmuş tesbih gibi dağılıp gittik bir bir!.. Nasıl da kendi kendimizin cellâdı olduk da boyun kökünden vuruyoruz kendimizi? Söylesene can kardeşim buna ne denir, söylesene bugünün adı nedir, bugün ne gündür?!.
Vahdetin yerini tefrika alınca parçalanıp gittik, küçülüp ufaldık. Öyle ufaldık, öyle güçsüz kaldık ki, leziz bir yem olduk leş kargalarının kursağına… Ne kendimiz acıyoruz bu halimize, hal çaresi bulmak için; ne de kâfirler yeterli görüyor bu dağınıklığımızı yakamızdan düşmek için…
Yaptığımız bütün fetihlerin, kazandığımız savaşların, küfürden kurtardığımız toprakların yüzyıllar öncesinden gelen intikamını alıyorlar bizden, hâlâ görmüyoruz bunu... Hâlâ elimize tutuşturulan fitne-fesad oyuncaklarıyla bir çocuk masumiyetinde oynayıp duruyoruz. Dökülen kardeş kanının her damlası işgalcilerin değirmenini döndürmektedir oysa, bunu görebilseydik keşke!.. Keşke bu yangını körükleyenlerin İslam düşmanları olduğunu görebilseydik!... Çok değil, biraz açsak gözümüzü, her şey ayan-beyan ortadadır oysa… Benzini tutan kim, çakmağı çakan elin sahibi kim görebilirdik, eğer açabilseydik biraz gözümüzü!..
Feryatlarımız arşa yükseliyor artık yetmez mi? El âlem güçlenip dururken hep oturup kaldık yerimizde… Topraklarımız işgal, kutsal değerlerimiz çiğnenirken hep oturduk yıllar yılı miskinliği sanat bilerek… Düşmanlarımız yüzyıllar öncesinin planlarıyla adım adım ilerleyip bizi lokma lokma yutarken, reva mıdır hâlâ ‘Sen’-’Ben’ kavgası yangınına körükle gitmek? Bu tefrika tohumu uzun yıllar öncesinden ekildi topraklarımıza, işte şimdi topluyorlar hasadını. Peki, reva mıdır hâlâ bu hasadın rençberliğini yapmak? Ümmet olarak uyanmanın zamanı gelmedi mi daha? Tefrikayı bir kenara bırakmanın, vahdet çizgisinde buluşmanın, kardeşlik bilinciyle kucaklaşmanın bundan daha iyi bir zamanı var mı? Birliği bozanları, ümmeti kamplara ayıranları, ‘Sen-Ben’ kavgasıyla kardeşkanı dökenleri tard edip dışlamanın bundan daha uygun zamanı olabilir mi? Yarın değil, hemen bugün, eski günlerdeki gibi Tevhid Sancağı altında toplanıp İ’la-yı Kelimetullah için işgalcilere karşı yekvücut olmanın, cihad Tekbirleri almanın, şehadet marşlarıyla cennete koşmanın tam zamanıdır. İşte o zaman derim ki Mü’min kardeşim: Bugün vahdet günüdür, bugün cihad günüdür, bugün tefrikayı yok etme günüdür, bugün Allah yolunda ölme günüdür ve bugün Allah’ın izniyle zafer günüdür…
(1) M. Akif Ersoy, Safahat, ‘Hâlâ Mı Boğuşmak?’ adlı şiirinden
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.