Büyük Türkiye öyle mi?

Yıllarca bu ülkede oy isteyen siyasi partiler “Yeni Türkiye”, “Yeni düzen”, “Adalet” diyerek seçim propagandaları yaptılar.

“Halka rağmen halk için” siyaset yaptıklarını iddia edenlerin halkı aşağılayan tutumları, feodaliteyi biraz değiştirerek siyasete taşımaları, seçmenin ekseriyetinde tepkiye neden oldu ve belli dönemlerde yeni siyasi hareketler çıktı ortaya.

Hemen her baskı ya da darbe dönemi sonrası statüko karşıtı olduğunu, değişim istediğini söyleyen partiler teveccühle karşılaştı. DP'nin, AP'nin, ANAP'ın ve AK Parti'nin tam da bu şekilde iktidara geldiği unutulmamalı.

Demokrat Parti'nin sloganı “Yeter söz milletin” şeklinde idi. Anavatan Partisi'nin güçlü olduğu dönemlerde “liberal” düşünce revaçtaydı. AK Parti döneminde 90'larda dile getirilmiş olan “ikinci cumhuriyet” fikri daha yüksek sesle dillendiriliyordu. Bu düşüncenin sözcüleri ise “liberal sol” olarak bilinen ve küresel sermaye grupları ile direk ya da endirek bağlantısı olan kişi ve gruplardı.

AK Parti'nin liberallerle olan sıcak ilişkileri 2007'ye kadar sürdü. Bu tarihten itibaren liberaller birer birer muhalif çizgiye kaymaya başladılar. Liberallerin, Gülen Grubunun Abant toplantılarının sürekli katılımcıları olduğu ve hükümeti sürekli PKK ile görüşmelere davet ettikleri, örgütü meşrulaştırma gayretinde oldukları bir dönem yaşandı. “Liberal abiler” hükümete çok yakındı. Mesela o dönem bir ayağı sürekli Kandil'de olan Hasan Cemal, Erdoğan'ın “Hasan Abi”si idi.

Erdoğan'ın “ustalık dönemi” karmaşanın zirve yaptığı, “paralel devletin” bürokrasinin her alanında yer tuttuğu ve zaman zaman dişlerini gösterdiği dönem oldu. 7 Haziran, çözüm sürecinin buzdolabına kaldırılması, 17-25 Aralık darbe teşebbüsleri, PKK ile çatışmaların yeniden başlaması, 6-8 Ekim dehşeti ve 15 Temmuz… AK Parti içerisinde yine “Yeni Türkiye” söylemleri dile getirilmeye başlandı; ama bu kez müttefik MHP idi ve söylemler “Neo Osmanlıcı” bir hedefi gösteriyordu.

PKK ile kırsalda çatışmalar yoğunlaşırken siyasi uzantısı durumundaki HDP'ye yönelik büyük operasyonlar söz konusu oldu.

Ama asıl büyük hareketlilikler 15 Temmuz'da ve sonrasında yaşandı.

Devletin her tarafında eli olan FETÖ'nün tasfiye süreci başlatıldı.

Tutuklananlar, kaçanlar, gizlenenler, Ege'de ve Meriç nehrinde boğulanlar…

Yine “Bağımsız Türkiye”, “Yeni Türkiye” sloganları atılıyordu; ama yine adalet yoktu.

Cumhurbaşkanının “At izi iti izine karıştı” demesine neden olan olaylar yaşanırken devlet kendini milliyetçi-muhafazakar esaslar üzerine konumlandırdı, tehlike ve tehdit algılarında revizyonlara gittiğini iddia etti. Karanlık ve kirli topluluklar bahane edilerek “cemaat ve tarikatların tasfiyesi” gündeme getirildi.

Devletin esas aldığı birikim “FETÖ hafızasıydı” ve bu hafızada adaletin esamesi okunmuyordu. Ama sanki devlet bundan hiç rahatsız değildi.

FETÖ, Erdoğan'ı “Tevhid-Selam” dosyasında “Terör örgütü yöneticisi” olarak fişlemişti; ama bu bile o hafızanın bir tarafa bırakılıp yeni bir sayfa açılmasını sağlamıyordu.

28 Şubat'ın darbe olduğu mahkeme tarafından tescilleniyor ve darbecilere ceza veriliyordu; ama mağdurların mazlumiyeti devam ediyordu.

Adalet yine yoktu!

Şimdilerde bazıları adli mahkumlar için ceza indirimi ya da affı gündeme getiriyor; ama mesele yine adalet değil, çünkü sebep cezaevlerindeki doluluk oranları…

Küresel meydan okumalar, siyasi arenada başarılı top koşturmalar, yüksek enflasyon ve ekonomik krize rağmen “büyüyen Türkiye” söylemleri…

Gündemde güçlenen silah sanayi, S-400'ler, Amerika'ya posta koyan yöneticiler var; ama adalet yok!

Öyle ya 28 Şubat mağduru, kanser hastası olan bir mazlum Yusufi'nin engelli çocuğu için ödenen yardım parası kesilmiş!..

Büyük Türkiye öyle mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.