Çağdaş İslamî Hareketler -1
nice peygamber vardır ki, onunla birlikte bir çok mü’min, (Allah yolunda) savaşmışlardır da, kendilerine Allah yolunda isabet eden (musibet)lerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermemişler, boyun eğmemişlerdir. Allah, sabredenleri sever.
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’ IN ADIYLA
(Gelip geçmiş) nice peygamber vardır ki, onunla birlikte bir çok mü’min, (Allah yolunda) savaşmışlardır da, kendilerine Allah yolunda isabet eden (musibet)lerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermemişler, boyun eğmemişlerdir. Allah, sabredenleri sever. (Ali-imran suresi:146)
Uzun bir uyku sonrası İslam için yeni bir dönem son iki asırdır başlamış durumda. Genel olarak bakıldığında bu çağdaş dönemin başlangıcını net bir tarihle belirlemek güç olmasına rağmen bu dönemin Napolyon Bonapart'ın Mısır seferi ile başladığını söylemek mümkün (1798-1801). Miladi takvime göre ikinci bin yıldan seneleri devirmeye başladığımız yıllar da göz önünde bulundurulduğunda bu son 200 yıllık zaman dilimi "Çağdaş İslam" ın tarihini oluşturmaktadır.
XIX. yüzyılda islam ülkeleri içerisinde sömürgeye uğramamış olan Osmanlı Devleti'nin önce dağılma daha sonra parçalanma sürecine girmesi, o dönem Müslüman ve Osmanlı aydınlarının soruna acil, pratik ve kısa vadeli bir anlayışla bakmalarına sebep olmuştur. Öyle projeler üretilmeliydi ki, sonuçları kısa zamanda ortaya çıksın; Osmanlı Devleti/Hilafeti kurtulsun (bundan amaç da islamın yeryüzüne hakim olmasıdır).
Bahsettiğimiz bu zaman içerisinde meydana gelen diğer bir olay 3 mart 1924’te hilafetin kaldırılmasıdır. Bundan sonra her müslüman bulunduğu coğrafyada mücadele vermeye başladı. İslami mücadele veren Müslümanlar yeni bir kavramla tanımlanmaya başlandı: İslami Hareket
20. Y.yılın başında kullanılmaya başlanan bu kelimeye Batılılar "Pan-İslamizim" derken Mısırlılar "es-Sahvetu'l-İslamiyye (İslami Uyanış)" yerliler ise "İslamcılık" şeklinde kullanmışlardır. Ayrıca "Müceddidiyye" ve "tecdit-teceddüd" kavramları da İslami hareketi ifade eden kavramlar arasında zikredilmiştir. Fakat kullanılan bu kelimelerin hiçbiri İslami hareket kadar kucaklayıcı özellik arzetmemiştir.
Bu kelimeyi ilk defa kimin kullandığı belli değilse de, Hasan el-Benna'nın güçlü çıkışıyla kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Batılıların "İslamic Movement" dedikleri bu kavram müslümanlarca tasvip görmüş ve yaygın bir şekilde kullanılmış ve kullanılmaktadır (İslami Hareket-Anadolu 1- Mustafa İslamoğlu. Denge, 1991.)
Kavram olarak bu kelimenin ne zaman çıktığından ziyade, bu kelimeyle ifade edilen gerçek nedir, asıl önemli olan bu. İslami Hareketin tarihi insanlık tarihiyle yaşıttır. Bu anlayıştan hareketle İslami hareketi yeryüzünün en uzun ömürlü hareketi olarak kabul edebiliriz. Ayrıca Allah'a iman,tağutu inkar akidesini esas alan her müslümanı da bu hareketin üyesi sayabiliriz.
İSLAMIN ÇAĞDAŞ ŞEHADET TARİHİ
Kuşkusuz insanlık tarihi bu zaman boyutunda çok büyük, enteresan ve dramatik olaylara şahitlik etmiştir. Ve etmeye de devam ediyor. Ancak batının hegemonyacı, dayatmacı, vahşi, insanlıktan uzak, tamamen sömürme amaçlı bu son saldırılarının etkisi, doğunun sahipsiz ve güçsüz olduğu son iki yüzyıl içerisinde geçmişe nazaran çok daha ağır ve derin tahribatlara yol açtı ve açmaya da devam ediyor.
Müslümanlar açısından değerlendirildiğinde belki yüzeysel bir bakış açısıyla pek parlak galibiyetler görülmeyecektir. Ancak bu son iki yüzyıl gerçek manasıyla ve doğru bir bakış açısıyla incelendiğinde şanlı İslam tarihinin parlak sayfalarından biri olmayı hakkeden gelişmeleri de içinde barındırdığı görülecektir. İslam’ı yaşamanın suç kabul edildiği, Kur’an okumanın bile yasaklanmak istendiği, temel Kur’an-i prensiplerin çiğnendiği bir zamanda bu yüce dinin fedakar evlatları Allah’a kullukta melekleri bile imrendirecek pratik tavırlar sergilediler. Tereddüt etmeden Allah’a kulluk davasında candan maldan ve yardan geçtiler. Biz bu şanlı tarihe baktığımızda tıpkı asr-ı saadette olduğu gibi fedakarlığın olduğunu göreceğiz. Cesaretin olduğunu göreceğiz. Sabrın olduğunu göreceğiz. Takvanın olduğunu göreceğiz. İnsani yücelmenin olduğunu göreceğiz ve en önemlisi Allah uğruna nasıl şehid olunduğunu göreceğiz. Bir bakıma biz bundan dolayı bu tarih dilimine islamın çağdaş şehadet tarihi dersek yanılmamış oluruz. Evet şehidleri göreceğiz. Onlarki kanlarını vererek ölüm uykusuna yatmış koskoca bir İslam ümmetine hayat verdiler. Arkalarında nice Cemaleddinler, El-Bennalar, Şeyh Saidler, Ömer Muhtarlar, Seyyid Kutuplar, Mutahariler, Abbas Musaviler, Cevherler, İmam Hüseyinler, Şeyh Ahmed Yasinler bırakıp rablerine kavuştular….
İnşaallah bu yazı dizimizde imkanların elverdiği ölçüde bu süreyi kimi yazarların nitelendirdiği gibi “çağdaş islam (yakın zaman) tarihi” olarak ele alıp olan bitenleri tarihi malumat olsun diye değil “geleceği oluşturan geçmiş” olduğu için anlamaya, yorumlamaya çalışacağız. Bununla beraber çağdaş islami hareketlerin ortaya çıkışının tarihi seyri, düşünsel temelleri ve bu hareketlerin önemli şahsiyetlerinin hayatlarını da anlatacağız inşallah.
TARİHİ SEYİR
Bu dönem iyi incelendiğinde her iki yüzyılın son iki ucunda her biri kendi dünyaları için büyük önem arz eden iki büyük devrim olduğu görülecektir. 1789 Fransız Devrimi ve 1979 İran İslam Devrimi. Kimi araştırmacılar bu iki büyük devrimi, doğu ile batı arasındaki medeniyet savaşının sembolleri olarak görmekte tarihsel dönüşümün "zirve" noktaları olarak algılamaktadır. (Çağdaş İslam Düşüncesi-İhsan Eliaçık)
OSMANLININ DURUMU
16.yüzyılın ilk yarısına kadar doğu (islam) kesin siyasal ve askeri üstünlüğe sahipti. Bu yüzyıl aynı zamanda batıda "Rönasans"ın başlama yıllarıdır. Bu tarihlerde Osmanlılar İslam dünyasının koruyucu kudreti olarak görülüyordu.Asli özelliklerini çoktan kaybetmiş ve tamamen sembolik olarak varlığını sürdürmesine rağmen "Hilafet Müessesesi" bütün yozlaşmışlığına rağmen islam ümmetinin siyasal temsilcisi olma vasfını hala koruyordu. Fas ve İran hariç bütün İslam dünyası Osmanlı’nın "Yed’i Kudret"indeydi. İstanbul'daki "Halifeyi ruyi-zemin" için hutbe okunuyor "Devleti Aliye"nin bekası için dualar ediliyordu.
BATI DA MEYDANA GELEN GELİŞMELER
MUHARREF HIRİSTİYANLIKTAN KURTULMA ÇABALARI
Osmanlı bu seviyedeyken batı’da rönesans ve reform hareketleriyle bir "kendini sorgulama" dönemi başlıyordu. Buna Batılılar daha sonra "aydınlanma çağı" diyeceklerdir. Bu reformcu dalga temelde Batı’ya tahakküm eden "katolik kilisesine" ve onun kabul edilemez uygulamalarına bir tepki ve başkaldırı özelliği taşıyordu (Bu nokta özellikle çok önemlidir. Zira batıda yaşayan insanlar kilisenin, akla mantığa uygun olmayan düşünceleri dinin birer aslıymış gibi kabul etmesi ve kabul etmeyenlere ağır baskılar yapması engizisyon mahkemeleriyle muhalif tüm düşünceleri akıl almaz işkencelerle sindirmeye çalışması, muharref Hristiyanlığın din adamlarının şahsi çıkarları için sergiledikleri pratik, kilisenin halktan toplamakta olduğu çeşitli bağışlar halkta ve aydınlarda büyük tepkilere yol açıyordu. Yani söz konusu tepki aslında muharref Hristiyanlığa idi. Ancak kasıtlı bir şekilde söz konusu tarih anlatıldığında sanki tüm dini anlayışlara karşı bir tepkiymiş gibi durum lanse edilmektedir. Ki bu da kasıtlı bir tavırdır. İslam’ın aziz evlatları bu tür kelime oyunlarına kanmamalıdırlar). Reformcular Katolikliğin Batı’yı geri bıraktığını iddia ediyorlardı. Kiliseye, katolik mezhebine ağır eleştiriler yöneltiyorlardı.
Batı’da "muharref din"in tahakkümünden kurtulma hemen gerçekleşmedi. Bunun için birbirini tamamlayan üç büyük devrimin olması lazım geldi. Bunların ilki 1648 İngiliz "pruten" devrimiydi. Temelde Hristiyanlığın aslına dönmeyi, saflaşmayı amaçlayan "Protestan" mezhebinden hız ve ilham alan bir devrimdi bu. Zaten protestan anlamına gelen "pruten" öze dönme, saflaşma, katolikliğin bid'at ve hurafelerinden kurtulma anlamına geliyordu. Fransız Calvin, Alman Luther vs. isimler hareketin ideologlarıydılar. Batı Avrupa'da doğan bu hareket İngilizlerin elinde "Anglikan" yorumuyla ifadesini buldu.
İkincisi 1789 Fransız devrimiydi. Bu devrim, 1648 İngiliz pruten devriminden bir hamle daha ilerdeydi. Bu İngiliz devrimi protestanlık adına yapılmıştı. Hıristiyanlığı ıslah etmeyi amaçlıyordu. Katolik statükoculuğuna karşı İngiliz-protestan değişimini temsil ediyordu. Fransız devrimi ise Katoliklikle beraber Protestanlığı da dışlıyordu. Temelde Hıristiyanlığa yöneltilmişti. Onun dünyevi hakimiyetini kırmayı amaçlıyordu. Fransız devrimi bir mezhep tercihi yapmadığı gibi din tercihi de yapmamayı hedeflemişti. Dine en pasif bir yer ve mekan gösteriyordu, kişilerin vicdanı... Din, bir takım manevi, moral duygular olarak vicdanlarda kalacak, böylece toplumdaki saygın yerini muhafaza edecekti. Fransız devriminin bu "laik" ilkesiyle Hıristiyanlık toplum hayatından iyice dışlanarak bir vicdan meselesi haline getirildi. Fransız devriminin bu "laik" uygulaması daha sonra aynı şekilde Osmanlı ülkesine de taşınacaktır.
Batı’da üçüncü büyük devrim 1917 Rus devrimiydi. Temelde Batı düşüncesinin bir ürünü olan Marksizm-Leninizm’in, 1748’deki "Paris Komünü”nün 73 günlük denemesinden sonra dünyadaki ilk devrimiydi. Rus devrimi İngiliz ve Fransız devriminin "din"i sorgulama hamlesinin son aşamasıydı. Hıristiyanlık (genelde din) İngiliz devrimiyle islah edilmeye çalışılmış, Fransız devrimiyle de kapı dışarı edilmişti. Bu nedenle Rus devrimi her türlü dini inancı vicdanlarda dahil insanların hayatından "kazımaya" yöneldi. (age)
Gelecek sayımızda inşallah batıda gerçekleşen bu devrimlerin doğu’ya etkileri üzerinde duracağız. Allah’a emanet olunuz.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.