Camilerin fonksiyonu üzerine bir röportaj
1987 senesinde Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde dünyaya geldim. Babam ve dedem de imam olmaları hasebiyle ilmi geleneğe sahip bir ailede yetiştik.
– Hocam, sizi tanıyabilir miyiz?
1987 senesinde Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde dünyaya geldim. Babam ve dedem de imam olmaları hasebiyle ilmi geleneğe sahip bir ailede yetiştik. Kur’an-ı Kerim eğitimimi küçük yaşlardan itibaren devam ettiğimiz camilerde ders okutan hocalarımdan ikmal edip medrese ilimlerine başladım. Molla Zeki Bilgin Hocadan alet ilimlerinin bir kısmını okuduktan sonra medrese ilimlerine ara vermek durumunda kaldım. Lise tahsilimi Diyarbakır’da tamamladıktan sonra tekrardan İslamî ilimlerde kendimi yetiştirme aşkı bende oluştu. Bunun için Suriye’ye gittim ve üç yıl başta Arapça olmak üzere diğer İslami ilimler üzerine dersler aldım. Türkiye’ye döndükten sonra bir yandan İlahiyat Fakültesini tamamlarken bir yandan da amcam Molla Ahmed Varol’dan Nahiv ilminden dersler aldım. Medrese ilimlerinden icazetimi babam Molla Muhammed Beşir Varol’dan aldım. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 2015 senesinde mezun oldum. 2016 senesinde başladığım Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Konya Selçuk Dini Yüksek İhtisas Merkezinde ihtisas eğitimimi başarıyla tamamladıktan sonra Esenler ilçe vaizi olarak atandım. Esenlerde vaiz olarak hizmetimizi sürdürmekteyiz.
-Hocam, “İhya ve İnşa Açısından Camilerin toplum hayatında önemi hakkında ne dersiniz?
Şüphesiz ki, İslam dini cami merkezli bir dindir. Hazreti Peygamber (s.a.v) henüz Mekke’de davete başladığı ilk günlerden itibaren putlarla doldurulduğu halde ibadetlerini Mescid-i Haram’da eda eder ve burada Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerini İslam’a davet ederdi. Hazreti Peygamber’in (s.a.v) Kabe’de ibadet etmesi insanlar üzerinde derin bir tesir bıraktığından, Mekkeli müşriklerin Ebû Cehil ve Ukbe Bin Ebi Muayt gibi azgın zümresi Hazreti Peygamber’i (s.a.v) aşağılamak ve namazının insanlar üzerindeki etkisini kırmak niyetiyle sürekli tacizlerde bulunuyordu. Bütün bu tacizlere rağmen Hazreti Peygamber (s.a.v) Mescid-i Haram’da ibadeti terk etmezdi.
Hazreti Peygamber (s.a.v) Yesrib’e hicret edip bir Medine inşa sürecine gidince, kuracağı medeniyet ve Medine’nin ilk yapısı olarak bir mescid inşa etti. Mescid-i Nebevî ve ilk günden itibaren takva üzerine kurulmuş ve içinde temizlenenlerin ibadet ettiği Mescid-i Kuba İslam medeniyetinin temelinin atıldığı iki mescittir. Hazreti Peygamber (s.a.v) zamanında bütün Müslümanların vahdetini temsil ederdi camiler. Erkeklerin iştirak ettiği vaazlarda Hazreti Peygamber’e rahatça soru soramadıkları için kadınlar, Hazreti Peygamber’den (s.a.v) kendilerine bir gün belirlemelerini istemiş ve Hazreti Peygamber (s.a.v) onların bu taleplerine olumlu cevap vererek bir gün tahsis etmişti. Camiler için İslam toplumunun bütün bireylerini birbirine bağlayan harç ve çimentodur dersek abartmayız. Zira beş vakit namaz, Cuma namazı ve Bayram namazları toplumun bütün katmanlarından insanları bir araya getirir. Camide saflarda dizilirken dil, din, renk ve ırk ayrımı kalmaksızın hepsi bir Rabbe secde eder. Secde ve rükuda başlar aynı hizada eğilir ve yapılan dualarla kalpler birbirine ısınır. Bir Müslüman günde on yedi defa sadece farz namazlarda “Yalnızca sana ibadet ederiz” diyerek çoğul eki kullanarak ibadetini eda eder. Bu yüzden namazlarda esas olan cemaatle kılınmasıdır. Ramazan’da eda edilen Teravih namazları da birlik ruhunu besler. Böylece cami etrafında birbirine kenetlenmiş, her vakit birbirilerini gördükleri için birbirinin dertleriyle dertlenen, birbirini seven, birbirinin varlığından ve yokluğundan haberdar olan, hastalığında, sıkıntısında ve sevincinde birbirine iştirak eden bir toplum teşekkül eder.
-Malum yaz mevsimine giriyoruz. Camilerin bu dönemdeki hareketliliği konusunda neler söylemek istersiniz?
Yaz ayları geldiğinde camilerde diğer aylara oranla büyük bir canlılığın yaşandığı aylardır. Bir süredir salgından kaynaklı alınan tedbirlere bağlı olarak camiler normal zamanlardaki fonksiyonlarını tam olarak icra edememektedir. Duamız ve temennimiz odur ki bu sene yaz Kur’an Kursları vazifelerini yapabilsin. Normal zamanlarda yaz ayları cami ile çocuğun buluştuğu, hocaların en önemli görevlerinden biri olan gelecek nesillere Allah’ın kelamının öğretildiği, temel dini bilgilerin verildiği bereketli aylardır. Bu aylarda özellikle derslerin verildiği saatlerde camilere girdiğiniz zaman sanki bir cennete girersiniz. Kimi zaman fiziki şartlar, cemaatin tutumu ve hocanın performans düzeyi olumsuz etkide bulunsa da bu hizmetler kendi içinde büyük bir bereketi barındırır.
Burada yanlış bir algının da düzeltilmesi gerektiği inancındayım. Camilerde Kur’an-ı Kerim ve dini dersler sadece bu aylarda verilmemektedir. Şüphesiz bu aylarda çocuklar okul gibi bir engelleri olmadığı için daha aktif katılım gösteriyorlar. Ancak yılın on iki ayı kardeşlerimiz cami hocalarından talepte bulunabilir, ders halkaları teşekkül edebilirler ve etmelidirler. Zira bu aylarda üç ayla sınırlı olmak üzere bu dersleri alan çocuklar bir dahaki sene geldiği zaman öğrendiklerini unutmuş oluyorlar. Bu da her sene çocuğun aynı dersleri alması ve olduğu yerde sayması anlamına gelmektedir. Bu yüzden diğer zamanlarda da çocukları camiye göndermeli ve çocuklar yılın on iki ayı camide alması gereken eğitimi almalıdır. Bu yüzden denilmiştir ki, “sağlıklı bir toplum inşası ancak üç yerde bütüncül bir şekilde alınan eğitimle gerçekleşir. Cami, medrese ve tekke.” Kardeşlerimize tavsiyemiz, gidebildikleri tüm vakit namazlara çocuklarını da beraberinde götürmeleri ve onlara kendi evlerinden çok Allah’ın evi camilere bağlanma bilinci aşılamalarıdır.
-Cami-Cemaat ilişkisi nasıl daha çok arttırılabilir?
İstanbul’da yaşamamız hasebiyle buradan bir örnekle bu hususu izah etmek isterim. İstanbul’da ekseriyetle camiden çıkan cemaatin takılıp sohbet ve muhabbet ettiği çay ocakları vardır. Bu çay ocaklarında cemaat bir araya gelir sohbet ederler. Biz de kimi zaman vaazdan sonra buradaki cemaatin içerisine karışır, onlarla sohbet eder, muhabbetin husulü için gayret gösteririz. Cami cemaat ilişkisinden çok cami gençlik ilişkisinin konuşulması gerektiğine inanıyorum. Cami cemaatinin ekseriyeti yaşlı kimseler olduğu için camide bölümler onların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenleniyor. İhtiyarlarımız camiden çıkıyor, çay ocağında muhabbet ediyor ve sonraki vakitte yine camiye geliyor. Bu döngü içerisinde camiler işliyor. Genç cemaatin talep ve ihtiyaçlarına göre düzenlense camilerin müştemilatı, ben eminim ki o zaman camiler gerçek fonksiyonlarına kavuşacaktır. Örneğin, camilerin yanında Gençlik Merkezleri teşekkül ettirilmelidir. Bu gençlik merkezlerinde gençlerin ihtiyaç duyacağı ve verimli vakit geçirebileceği tüm imkanlar oluşturulmalıdır. Camilerdeki genç sayısının gün geçtikçe azaldığını iddia edenlerin iddialarına katılmıyorum. Aksine verimli vakit geçirebilecekleri ortamlar olmadığı için burada vakit geçirmiyorlar, vakit namazlarını kılıp hemen çıkıyorlar. Müşahede edenler ise çoğunluk yaşlı cemaat zannediyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı cami ve gençliği birbiriyle buluşturmak için yeni bir proje geliştirdi. “Gençliğe Değer Projesi” kapsamında din görevlilerine eğitimler verildi. Yetersiz olsa dahi gün geçtikçe camilerdeki gençlik merkezlerinin sayısı artıyor. Bu merkezlerde bilgisayar odaları, kütüphane, sohbet edebilecekleri kafe tarzı bölümler ve hatta eğlenecekleri oyun alanları oluşturulmalıdır. Bütün bu çalışmalar için Diyanet ve STK’lar arasında dayanışma olması şart. Birbirlerine rakip ya da düşman gözüyle değil ihvan gözüyle bakmalı ve kurumlar arası koordinasyon konusunda her zaman arzulu olmalıdırlar.
-Müslümanların camilere ilgisini artırmanın yolları nelerdir?
Müslümanların camilere ilgilerinin arttırılması için hayatın merkezinin asr-ı saadette olduğu gibi camilere çekilmesi gerekir. Caminin hayatımızda olmazsa olmaz bir parça haline gelebilmesi için de camiler hakkındaki itikadımızı tashih etmemiz şarttır. Şöyle ki, camide cemaatle namaz kılmanın hükmü bazı mezheplere göre farz-ı kifayedir. Yani camilerde düzenli namaz kılan üç Müslüman yoksa o yörenin ahalisi tamamen vebal altındadır, denilmiştir. Bazı müçtehit imamlar, böyle bir yöreye halifenin yöre halkı Müslümanları camide namaz kılmaya zorlamak için sefer düzenlemesinin caiz olacağını ifade etmişlerdir. İmam Ahmed Bin Hanbel ise camide cemaatle namazı farz-ı ayn kabul etmiştir. Ona göre mazeretsiz cemaatle namazı terk eden evinde tek başına namazı kılmışsa dahi cemaati terk ettiği için günaha girmiştir.
Müslümanları camiye teşvik için öncelikli yapılması gereken; önce kendi nefsimizi ferdi ve kurumsal anlamda teşvik etmektir. Bu anlamda STK’lara büyük görevler düşmektedir. Öncelikle STK ve İslami Camialar çalışmaları için asıl merkez olarak camileri kabul etmeli, kendi dernek veya vakıf binalarını camilere insanları taşıyan birer vasıta olarak değerlendirmelidir. İkisinin yeri değiştiğinde İslami bir çalışma yaptığını iddia ettiği halde İslam’ın merkezi olan camilerden kopuk ucube bir hizmet şekli gelişiyor ve ihlas kayboluyor. Camiler sadece bir camianın olmadığı için buralar aynı zamanda bütün Müslümanların kaynaştığı yerlerdir. Bunun bilincinde olmalı ve vahdeti teşkil etmede camilerin fonksiyonu göz ardı edilmemelidir. Müslümanlar kendi camilerinde her vakit görmedikleri, aynı safta beraber aynı cihete yönelmedikleri kimselere neden güvensinler?
Camiye gelen her bir kardeşimiz beraberinde bir kardeşini getirmenin çabası içerisinde olursa cemaat ikiye katlanır. Bu şekilde her gelen bunun için gayret ederse günden güne sayı artar. İnsanları Allah’ın evine davet etmekten bir Müslüman niye utanır ki? Kendi nefsine, menfaatine bir iş olunca utanmayan bizler neden mesele Allah’ın evine insanları davete gelince utanırız. Oysa Allah, iyiliği emretmeyi bütün Müslümanlara farz kılmıştır. Geçenlerde bir camimizde ders veriyordum. Baktım camide bayağı kalabalık bir cemaat var. Gelen kardeşlerimize gelecek hafta her gelen çocuğunu da getirsin diye ricada bulundum. Bir sonraki hafta derse geldiğimde gelen gençlerin ve çocukların sayısı bayağı artmıştı. Sonraki hafta böyle bir ricada bulunmadım ancak o hafta o dersin tadını alan pek çok genç derse devam ettiler. Yeter ki bizler samimi olalım.
-Camiler, sadece namaza çağrı merkezleri mi yoksa eğitim merkezleri mi olmalı?
Aslında sorunuz biraz ilginç. Namaza çağrı merkezleri(!) Tebessüm etmemek mümkün değil. Şirketlerin çağrı merkezleri falan olur. Namazın kendisi aslında bir eğitimden ibarettir. Bu eğitim bir çağrıyla başlar ve biz ona ezan deriz. Ezanda namaza ve kurtuluşa çağrı vardır. Namazın bu eğitici vasfına dikkat çeker Kur’an ve namazın insanları kötülük ve sapkınlıktan alıkoyduğunu ifade eder. Bu eğitimin başlama zili ise ezan çağrısıdır dersek teşbihte umarız su-i edepte bulunmamış oluruz. Ancak “camilerin tek fonksiyonu ezan ve namazdan mı ibarettir?” sorusunu sormak ise kastınız, bu anlamda şunları ifade edebilirim: En önemli fonksiyonu bu olsa da tek fonksiyonu bu değildir. Namaza ve kurtuluşa çağırıyor bizi ezan. Öyleyse her ikisinin mekânı da camidir. Namaz aslında kurtuluşa sebep olan asıl unsur olduğu için kurtuluşa takdim edilmiştir. Hem dünyada hem ahirette kurtuluşun pek çok gerekleri ve vazifeleri olduğu için, kurtuluşun merkezi olan caminin de icra ettiği pek çok görev vardır. Bu yüzden asr-ı saadette camiler herkesin önünde adaletin tesis edildiği adalet sarayıdır. Sûffa denilen köşelerinde ilimlerin tahsil edildiği üniversitedir. Zikir ehlinin evradını yerine getirdiği tekkedir. Müslümanların düşmanlarına karşı sefer için toplandıkları ordugahtır. Müslümanların idare edildiği ve idareye görüşleriyle katıldığı meclis ve hükümet konağıdır. Zaman içerisinde İslam devletinin sınırları genişledikçe bu hizmetler için müstakil binalara ihtiyaç duyulmuştur. Ancak camilerden hiçbir zaman ayrılmayan en önemli vasıf dini ve ahlaki eğitimin merkezi konumunda olmasıdır. Camiler hiçbir dönemde bu fonksiyonları yitirmemiştir ve hiçbir zaman da yitirmemelidir.
-İmamların Camileri asıl fonksiyonlarına kavuşturmada rolleri nasıl olmalı?
İmamlar aynı ipe dizilmiş boncukları birleştiren ve tespih haline getiren imame gibi olmalıdır. İmame yoksa insicam bozulur, boncuklar birbirine karışır ve tespih icra etmesi gereken fonksiyonu icra edemez. Camilerdeki hizmetlere öncülük eden kişi imamdır. Bu anlamda ibadetlerde cemaatin önünde durmak kadar, diğer zamanlarda da bu konumunu korumak durumundadır. Bu konum ve statüyü korumada insanları her namaz vaktinde davet ettikleri kurtuluşa önce kendileri koşmalı, amelleri ile önce kendileri yaşamalıdır. İhlası muhafaza etmesi bir imam için en öncelikli görevdir. İlmiyle amel ederek insanlara örnek ve rol model olması ikinci önemli görevdir. Dünya malına ve insanların elindekine tamah etmemeli, imamlığın izzetini maddi menfaat sağlamak için aşağılık kimselere çiğnetmemelidir. Durdukları mihrap, minber ve kürsü Hazreti Peygamber’in (s.a.v) makamıdır. İmamlar o makamda duran Peygamber varisleridir. Hazreti Peygamber’in (s.a.v) sahip çıkılması gereken mirası ise O’nun sünnetidir. Bu yüzden her anlamda sünnete ittiba tariki üzere olmalılar. O’nun ümmetine gösterdiği ihtimamı ümmete göstermelidirler.
Camileri asli fonksiyonuna kavuşturmak için azimle çalışmalıdırlar. Gelen cami cemaatine, özellikle çocuklara ve gençlere büyük ihtimam göstermelidirler. Camideki hizmetleri icra ederken görev yaptıkları bölgenin insanının örf ve adetleri, pozitif ve negatif yönlerini iyi tespit etmelidirler. Bir hocamız anlatmıştı, yeri gelmişken aktarmak yerinde olacaktır: Bu hocamız bir köye irşat faaliyeti için gidiyor. Köylüler sevinçle kendisini karşılayıp ikramda bulunuyorlar. Hocamız sohbete başlıyor. Sohbetin bir yerinde “cemaat kızlarımıza sahip çıkalım, sahip çıkmazsanız kızlarınız ya zurnacıya ya da davulcuya varır” diyor. Bir anda köylülerden bir homurtu, köpürme ve öfke seliyle karşılaşıyor. Köylüler zorla aklı selim insanlar tarafından sakinleştiriliyor. Hoca neden kızdınız diye sorunca, “Hoca! Bu köyün hepsi zurnacılık ve davulculuk yapar, bizler rızkımızı bu yolla kazanırız” diyorlar. Bunun üzerine özür diliyor. Bakınız irşada geldiği köyü tanımadığı için bu hocamızın irşadı neredeyse büyük bir ifsada sebebiyet verecekti.
İhtisas eğitimim için Konya’dayken evimize yakın Ebu Zer Gıfarî camiine giderdim. Cami imamı bir Sedat hocamız vardı. Sedat hoca, camiye gelen hiçbir çocuğu eli boş çevirmezdi. Muhakkak her gelen çocuğa çikolata, kek, meyve suyu veya şeker ikram ederdi. Her namaz vaktinde safların arasında çocuklar olur, namaz bitince hocanın elini öperlerdi. Hoca da kendilerini camiye geldikleri için tebrik eder, takkesi olmayanlara takke hediye eder ve bu ikramlardan verirdi. Çocuklardan biri de bizim Muhammed Yahya idi. Konya’dan taşınacağımız zaman Yahya’ya “Ne hissediyorsun?” diye sormuştum. Yahya: “Duygularım biraz karışık Sedat hocadan ayrılacağım için üzülüyor, İstanbul’daki kuzenlerimle buluşacağım için seviniyorum.” demişti. Öyle bir hoca düşününki bir çocuğa kendini bu kadar sevdirmiş.
-Çocuklarımızı camilere nasıl alıştırabiliriz?
Çocuklar söylediklerimizden çok yaptıklarımıza bakarlar. Sözlü telkinlerden çok fiili örneklik onlar için değerlidir. Camiye giden bir neslin inşasını ancak camiye giden bir nesil sağlayabilir. Zikrettiğimiz Sedat Hoca örneği bize bu konuda ışık tutacak ipuçları barındırmaktadır. Ödüllendirme, camiye gidince hissedilen mutluluğun çocuğa hissettirilmesi ve örnek olma. Camiye gittiği halde huzur bulmayan ve evine huzur yaşatmayan bir baba bu konuda neden örnek alınsın ki! Burada dikkat çekmemiz gereken bir şeyde ödüllendireyim derken çocuğu rüşvete alıştırmamaktır. Maalesef pek çok kardeşimiz bu hataya düşüyor. Ceza ve ödül dengesini muhafaza edemiyor. Cezayı nefret boyutuna, ödülü rüşvet boyutuna ulaştırıyor. Çocuğa Allah’ın vereceği mükafatın büyüklüğü aşılanmalı ve amelini rıza-i ilahi için yapma şuuruna kavuşturulmalıdır.
-Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz Hocam?
Ben teşekkür ederim. Rabbim yardımcınız olsun.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.