Yusuf ARİFOĞLU
Çare Kudüs ve Aksa’nın Özgürlüğüdür
Bu dünyada imtihanın zorluğu, çilesi ve hüznü payımız olsa gerek!
Son on yılların her Ramazan’ında neredeyse her iftarımız, sahurumuz ve teravihimiz kanla açılmakta, kılınmakta…
Kudüs, Şam; Bağdat, Kahire, Kabil ve nice merkezimiz bunu tattı tadıyor. Acep zaaflarımız, ihmalimiz; yoksa düşmanın güçlü oluşu mu diyelim? Muhtemelen cevaplarımız ilkine yoğunlaşacak ve düşmanın üstünlüğü bizim gafletimizden diye haykıranlarımız olacak!
Evet öyledir!
Biz, ümmetiz ama ümmet ruhunu yitirdik.
Biz, izzetli olanız ama izzetin koordinatlarından koptuk.
Biz düşmana kilometreler uzaktan korku salanlarız ama korku salacak cehdimizden olduk.
Düşman, bunu görmekte, bu zaafımızı bilmektedir ki, bizi yoklaya yoklaya ilerliyor.
Gücümüzü ve tepkimizi sınaya sınaya yol alıyor.
Zulmün kötülüğünü, vahşetin çirkinliğini elimizle, iktidarlarımızla, silahımızla düzeltmek varken acizler modunda dilimizle men etmeye, engellemeye çalıştık. Onda da bizi kınadılar, şimdi olmaz dediler, bilmediğiniz farklı uluslararası zorluklar ve anlaşmalar var, dediler.
Biz de ‘herhalde böyüük adamlar, bildikleriii vaar’ deyip kalben buğz etmeyi seçtik, gözyaşlarımızla acizliğimizi örtmeye çalıştık, vicdanlarımızla mücahit kaşarlığı yaptık. Bir iki kınama, birkaç haykırış, biraz da dua ekledik mi bütün sorumluluk omuzlarımızdan gitmiş oldu.
Kim bilir siyonist çetenin ve vahşetin hadsizliği ve kudurganlığında bizim bu konumlanmışlığımız var. Belki de siyonist terör, hasım olarak onun zaafını, eksiğini ve açığını kollamayan bizlere hayret ediyordur.
Mescid-i Aksa’yı işgale kadar varan, hadsiz kuduzlarını Kudüs sokaklarına salmaya kadar varan son saldırılar bunu doğrulamıyor mu?
Onların güdümüne gir, topraklarında onlara üs aç, onların ürünlerine hayran kal, tohumunu bahçene getir ek! Sonra kalk, ‘Kahrolsun Siyonist!’ de, ‘Vahşetini ve terörünü kınıyoruz.’ de, beyanlarının satır aralarına ustalıkla ‘Doğu Kudüs ve Batı Kudüs diye iki başkent sıkıştır ve israil devleti’ de! Sonra kalk, meydan oku!
Maalesef adamlar hiç korkmadı bile, hiç tınlamıyorlar bile. Müslümanların ve yöneticilerinin bu gafletinden istifade eden şeytan ve aveneleri bize ait olan değer, kavram ne varsa alt üst ettiler. Bizim olmayan renklerin boyalarını gönül ve zihin duvarımıza sürdüler. Artık onlara ait kavramlarla düşünmek, yaşamak; onların beğendiği renklerle hayatımızı süslemek olmazsa olmazlar arasına girdi. Bunu görmek çok zor olmasa gerek...
İsterseniz herhangi birkaç kişiye 'ümmet mi, kavim mi?' 'şeriat mı, demokrasi mi?' 'medrese mi, mektep mi?' ‘cihad mı kınamak mı?’ sorularını yöneltelim. Emin olun ki ilk tercihi seçenler %10'u geçmeyecektir.
Yılan gibi zehirli bir hayvanın başı dururken kuyruğunu koparmak, ahtapot gibi çok kollu bir hayvanın başını bırakıp tek tek kollarıyla uğraşmak ancak boşa kürek sallamaktır.
Gelinen noktada siyonist ve emperyalistin anladığı tek dil şudur:
Yılanın başını ezeceksin, ahtapotun kafasını koparacaksın ki kuyruklar ve kollar zaten işlevsiz kalır; ama aksi durumda o baş kısa sürede yeni kuyruklar ve kollar oluşturacaktır.
Bugün ümmetin kalbine saplanmış paslı bir hançer, ciğerlerine işlemiş bir kanser hücresi, gönüllere sürekli fitne eken bir dessas olduğundan şüphe edilmeyen israil gibi asıl bir düşman dururken tali, aletsel ve yönetilen bir konumda olan lokal hasımlarla uğraşmak güç kırılması, safların ayrıştırılması değil de nedir?
Kudüs, ‘etrafı mübarek kılınan bir belde, ilk kıble, Ortadoğu'nun kalbi bir mekân ve üç büyük dinin kutsalı bir şehir'dir. Kudüs ve Mescid-i Aksa işgal edilmiş, fitne ekicilerin potinleri altında inliyor. Irak, Suriye, Mısır ve Kürdistan'daki işgal ve kıyımların arkasında israil'in kibirli gölgesi duruyor.
Hal böyle iken TEK ÇARE KUDÜS VE AKSA’NIN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR
Bu böyle biline, ilan edile ve uygulana… Yoksa gerisi laf u güzaftır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.