Cennet Ya Da Cehennem
Allah, kimi hidayete eriştirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.
“Allah, kimi hidayete eriştirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.”
“Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.”
Karanlıkların sapkın, soğuk dehlizlerinden sıyrılıp nurlu bir iklimin sabahına gözlerini açmak demek olan hidayet; doğru yola ve hayırlı akıbete sülûk etmenin adıdır. Dünyaya göz açan her bir insan iki yoldan birinin naçar yolcusudur ve ortada üçüncü bir yol veya yolcu olma keyfiyeti bulunmamaktadır. Meğer ki çocuklar ve akli selahiyetleri olmayanlar gibi teklif ehli olunmazsa o başka... Bunların dışında kalanlar ise biri cennete, diğeri cehenneme çıkan iki yoldan birine illa ki yoldaş olmak zorundadırlar.
Cehenneme çıkan yolun genellikle ve zahiren bir rehberi ve yol göstericisi bulunmamaktadır. “Genellikle ve zahiren” diyoruz. Çünkü açıktan üstlenmeseler de bu yolun öncüleri ve yol göstericileri başta şeytan ve ona tabi olmuş nefis ile dalalette ileri gitmiş ve şeytanlaşmış ruhlardır. Karanlığın ve kötülüğün bu sefil rehberleri, insanı başı ve sonu dehşetler ve vahşetlerle dolu yoldan çeke-süründüre yürütürken; bataklıktan bataklığa, uçurumdan uçuruma yuvarlayıp dururlar ama işleri güçleri hep illüzyondur; bataklığı bir gül bahçesi, uçurumu geniş ve ferah bir yol gibi göstermek, vahşeti rahmet, kötülüğü iyilik, zilleti izzet, sefalet ve sefahati erdem boyasıyla süslemek onların ustabaşı oldukları sanat dalıdır ve bu mesleklerinde mahirleşmişlerdir. Hileci ve düzenbazdırlar ama hileleri zayıftır. Azıcık basiret, onların bütün hile ve aldatılmacalarını görmeye ve sanal cennetlerinin çirkinliğini göstermeye yeter elbette. Ama gel gör ki nefsin, heva ve hevesin tazyiki altında kalan zavallı insan sürekli gel-gitler arasında, fırtınalı imtihan deryasının dalgalarında yalpalanmakta; gecenin zifiri karanlığında oradan oraya sürüklenen rotasız, tayfasız ve hatta kaptansız gemi gibi, okyanus devliğinde dertler ve belalarla boğuşup durmaktadır.
Birçok engel ve olumsuzluklara duçar olmuş insanlık için; şeytan ve ona yaltaklanmaya pürheves olan nefsin de etkisiyle; dünya imtihanı oldukça çetin geçmektedir aslında. Hele zamanların en şerlisi sayılan bu felaket asrında, fitne ve dalalet zehirlerine bulanmış kirli sular her hanenin çeşmesinden oluk oluk akmakta; insanlığı iman ve kurtuluş bağlamında kıyımlara ve belki de soykırıma uğratmaktadır. Fikir ve ahlak fay hattında oluşan kırılmalarla insanlık okyanusunda meydana gelen dev dalgalar inanç sahillerini vurup bazen bir köyü, bazen bir şehri, bazen de neredeyse koca bir kıtayı bel' edip dalalet derinliklerinde boğuyor.
İmtihan coğrafyasında bu korkunç ve vahim durumlar yaşanırken; imtihanda insanlık, hem imtihandan habersiz hem de felaketlere karşı kör ve çaresizdir. Cehalet, katmerli perdeler halinde üzerini kaplamış, şeytan, heva ve heves onu gaflet beşiğinde derin uykularda uyutmuştur. Ne kendi haline ağlayıp sızlanma şuuruna sahiptir, ne de bir acıyanı ve ağlayanı vardır. Kimsesiz ve yalnızdır; hor ve hakir, sefil ve perişandır. Eğer Kimsesizler Kimsesi Yüce Yar'ı da kendinden küstürmüşse o zaman vay haline… Vay haline ki bir ateş çukurunun yanı başında, Hz. Azrail'in ruhunu kabzetmesiyle çukura düşmenin sadedindedir. Ve artık onun için giden gitmiş, iş olup bitmiştir.
Kimileri de Rablerinden bir rahmet ve hidayet üzeredirler. Rahmet kanatlarına tutunup aydınlık, huzurlu, emniyetli ve her bir adımı çeşitli enfes lezzetlerle dolu, akibeti ise akla hayale gelmeyen güzellikte bir yolda yürümeyi nasip etmiştir Allah-u Teala… Allah (cc), dilediğini hidayete erdirir ve murada kavuşturur, dilediğini de mahrum bırakır ve saptırır. Yani Allah, Hâdi (Hidayet edici ve doğru yola ulaştıran) ve Mudil (Saptıran ve dalalette bırakan)'dır. Onun geniş rahmeti ve lütfü olmasa varlıklar yolunu bulamazlar. O kuvvet vermez ve yardım etmezse hiç kimse yolda yürümeye ve saadete doğru ilerleyebilmeye takat getiremez.
İhtida; yani hidayet etme hem doğru yolu gösterme manasına hem de imanı kalpte yaratma ve doğru yola ulaştırma manasına gelir. Ayet ve hadislerde her iki anlam üzerine de hidayet, hüda ve ihtida kelimeleri geçer. Her iki manaya göre de Hâdi-yi Mutlak sadece ve sadece Allah-u Teala'dır. Yalnız birinci manada ihtida vazifesi bazen kullara ve diğer varlıklara (melekler gibi) yaptırılır. Peygamberler de saadet yolunu göstermek ve hidayete teşvik etmek için gönderilmişlerdir ve bu anlamda Hâdi sayılırlar. Bu babda konunun ayrıntılarını ve görüşlerindeki farklılıkları kelam âlimlerine havale ederken hidayet; “Kerim olan Allah'tan kullarına bir lütuf, bir ikram ve rahmet olup kulların da kıymetinin farkına varıp en fazla önem ve değer vermeleri gerektiği ilahi hazinenin en ala mücevheridir” deriz.
Bu lütfa eren ve bu nura mazhar olan saidler pek büyük bir makama ve şerefe yükselmişler. Ne var ki bu dünyadaki her şeyde olduğu gibi hidayete ermiş olma da ömrün son nefesine dek garanti altında değildir. Bir yandan mü'min olma ve hidayete ermiş olmanın gurur ve sevincini şükür edasıyla beraber yaşarken, beriki tarafta ebedi saadet ve zenginlik anlamına gelen bu hazineyi kaybetmeme ve dünya ve ahiret müflis'i olmamanın canhıraş gayretine girmek zorundadır mühtedî.
Evet, yol uzun, imtihan çetin, dünya fani, ömür kısadır. Nasıl ki iman ederek kalpte nur lambası yanıp ışıldıyorsa, imanın kalpten çıkmasıyla da lamba söner ve hayatın hayatı olan gönül memleketi zifiri karanlıklara bürünür yeniden. Bürünür ve artık karanlığın gayyasından kurtulmak bir önceki sefere oranla kat bekat zordur ve neredeyse imkânsızdır. Çünkü iman ve hidayet nâdide, nazlı bir 'Gül-ü Muhammedî'dir ki devamlı sulamaz, gözün gibi bakıp zararlardan muhafaza etmezsen; o da küser ve gün begün solar da kalbini onulmaz firaklara, ruhunu ve bedenini öfkeli ateşlere salar.
Şeytan, müstakim olan hidayet yolunun köşe başlarında, virajlarında, inişlerinde, yokuşlarında ve her bir kilometresinde insanlık ağacına olanca kiniyle ve türlü desiseleriyle her bir insanın karşısına dikilmektedir yol boyu. Peygamberlere bile yaklaşma pervasızlığında bulunan bu asi yaratık, her bir insanı kendi cehennemine çekme gayretinden son insanın, son nefesine kadar vazgeçmeyecektir. Bu nedenle dikkat ve teyakkuz, cephede nöbet tutan bir asker ciddiyetinde olmalıdır mühtedi kulda.
Mü'min er, Rabbini Hâdi ve Mürşid ismiyle tanımış ve iman etmiş ve O'nun irşadıyla rüşde ermiş, O'nun yol göstermesiyle doğru yolu bulup yine O'nun sevk etmesiyle doğru yola girmiştir. Rabbine inanıp güvenmekte ve O'na tevekkülle şükretmektedir. Allah'ın yardımının kendisiyle beraber olduğu noktasında kalbi bir umut çeşmesi olup hayat dolu müjdeler fışkırmaktadır ama havf ve reca terazisinde ibreler denk ve mevzundur. Her ne kadar zaman zaman reca ibresinin tavan yapmasında bir beis görülmese de denge, temkin, teyakkuz asıl kurtuluşun nişaneleridir.
Görüldüğü üzere hidayet, feleğin deveranında meydana gelen, beliren en mühim hadise ve imtihan meydanının nirengi noktasıdır. Dolayısıyla her bir kulun hidayeti, kendisi nezdinde kâinat kadar öneme haiz ve kâinat kadar, belki daha fazla değerli ve kıymettardır. Hidayete ermiş kişi kâinatı avucuna almışçasına bütün kâinata malik olmuşçasına, sevinmeli ve seviniyor. Dalalete sapmış talihsiz ise kâinat ağırlığında bir derdin, ızdırabın, devasa bir azabın bitmişlik ve tükenmişliğin ortasındaki feci durumunun farkında olmalıdır. Ama ne fayda ki dalaletin kalın perdesi gerçeği görmeye engeldir; bu yüzden de sapıklıkta olanlar şaşkın, sarhoş ve başıboşturlar daima.
Göğsünü hidayet nuruna beşik yapmış mü'min, koynunda sakladığı eşsiz hazinenin tarifsiz cezbesine kapılmıştır ve içi içine sığmamakta, bir an yerinde duramayıp sevincine tüm insanlığı ortak etmek istemektedir. Kutlu Peygamber (sav)'in “Allah-u Teala'nın seninle bir kimseyi hidayete ulaştırması, senin için bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır” hadis-i şerifi ve bu manadaki diğer sadık haberler onu daha bir ateşlemiş, meczubiyetini artırmıştır. Davetçinin zaman zaman aşırı heyecanı, zaman zaman aceleciliği bundan kaynaklanıyor olsa gerek ve bir parça da mazur sayılır. Zira öylesine büyük bir saadet pınarına varmıştır ki O'nu kelimelerle tarif etme takatine kolay kolay erişemez ve dalaletin kızıl kıyamet çöllerinde susuzluktan ciğerleri çatlamış zavallı insanları bir an önce bu pınarın başına getirmek istemektedir. Hidayet öylesi baki bir meyvedir ki anlatılmaz belki tadılır. Öylesi bal şerbettir ki damaklara ebedi lezzet bırakır. Mü'min için öylesine büyük bir muştudur ki yekpare ömrünü Rabbine secdede geçirse haktır ve değer.
Evet, dalalet cephesinde olup bitenler, ardı arkası gelmeyen dipsiz karanlıklar, tiksindirici manzaralar, inilti ve feryatlar yerini, hidayet cephesinde iman nurunun coşkusu, aşkı, vecdi ile gülistana dönmüş gönüllerin güle vurgun bülbülî nağmelerine, kamerî çehrelerine ve amberî kokularına bırakır.
Hidayeti bulmuş kişi öylesi nurani bir memlekete adım atmıştır ki toprağı nur, iklimi nur, vadisi nur, nehri nur, bulutları gümüş gümüş rahmet yağdıran nur üstüne nurdur. Ve kendisini öyle nurani bir saraya atmıştır ki kapısı nur, eşiği nur, kurulduğu tahtı zümrüt ve yakut bezeli nurdur.
Öyle ki hidayetin nurunu yudumlamış ve artık yüreği nur, ciğeri nur, bakışı nur, fikri nur, zikri nur, nefesi nur, avazı nur olmuştur.
Size bir şiirle veda ediyor, sizleri Hâdi olan Allah'a emanet ediyorum. Selâm hidayete tabi olan nur yüzlülere…
Rabbimizden bir nur geldi; gelen baksın, giden baksın
Nur yoluna bir meşale; gelen yaksın, giden yaksın
Mum etrafında pervane gece-gündüz eder raksın
Ne mum oldun, ne pervane, anlamazsın anlamazsın
Hidayet yolunda âlem senin olsa versen değer Hak yolunda binler başın olsa senin versen meğer Bâki Allah, Hâdi Allah, Mürşid Allah, Kerim Allah Hûda daim seninledir ona değer versen eğer.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.