Cevşen–ül Kebir ve Allah’ın Bir Lütfu
Hicri 11. yılda Hz. Resulullah(sav)’ın vefatından sonra irtidat olayları çoğaldı. Bunlardan biri de Bahreynlilerin irtidat etme hadisesidir.
Hicri 11. yılda Hz. Resulullah(sav)’ın vefatından sonra irtidat olayları çoğaldı. Bunlardan biri de Bahreynlilerin irtidat etme hadisesidir. Bu kabilenin reisi olan Münzir b. Savi el Abdi vefat edince bu kabile irtidat etmeye başladı. Onlarla birlikte Bekr kabilesi de irtidat etti. Bu kabilenin reislerinden Carud b. Mualla el Abdi, irtidat olayları üzerine herkesi toplayıp onlara Hz. Ebu Bekir’in Resulullah (sav)’ın vefatı üzerine yaptığı konuşma gibi bir konuşma yapınca birçok kişi tekrar İslam’a geri döndü.
Rabia ve Bahreynlilerden irtidat edenler birleşip bazı müşriklerle beraberlik oluşturarak işi Müslümanları kuşatmaya kadar vardırdılar. Bu olaylar üzerine Hz. Ebu Bekir (ra), Ala b. El Hadrami’yi Bahreynlilerle savaşmak üzere gönderdi. Yolda Müslüman olanlar da bu orduya katılmış ve ordunun gücü iki katını aşmıştı. Ala b. El Hadrami orduyla Dehna’yı aşarak geniş bir düzlüğü vardığı zaman geceleyin konaklamalarını emretmişti. Bu esnada ordunun develeri ürküp kaçar. Azık yükleri de develerin sırtlarında idi. Böylece yanlarında ne bir azık, ne de bir su kalmıştı. Onların üzüntü ve tasalarının büyüklüğünü ancak Allah bilebilirdi. Birbirlerine vasiyette bulunmaya başladılar. Ala b. El Hadrami onları çağırdı. Hepsi onun etrafında toplanınca ‘neden bu kadar üzüntüye gark olup gittiniz’ diye sordu. Ona ‘Bizler öyle bir durumdayız ki yarın güneş etrafı ısıtmadan ölmüş olacağız. Bizi nasıl kınayabilirsiniz?’ diye cevap vermeleri üzerine Ala b. El Hadrami onlara: ‘Hiç bir şeyden korkmayınız. Sizler Müslümansınız. Allah yolundasınız. Allah dininin yardımcılarısınız. O bakımdan size müjdeler olsun. Allah’a yemin ederim sizler kesinlikle bu halde terk edilmeyeceksiniz,’ diyerek müjde verdi.
Sabah namazını kıldıktan sonra El Ala ve ordu beraber dua etmeye başladılar. İleride bir su parıltısı görüldü. Ona doğru yürüdüler ondan içtiler ve yıkandılar. Güneş yükselmeye başladığında kaçmış olan tüm develer geri gelmeye başladı. Develere de su içtirdiler.
Ebu Hureyre (ra) de onlar arasında idi. Oradan ayrıldıktan sonra Mincab b. Raşid’e suyun yerini bilip bilmediğini sorar. Evet, cevabını alınca onunla birlikte geri döner. Ebu Hureyre (ra) bu olayı şöyle anlatır. “Mincab ile birlikte aynı yere vardık; fakat küçük bir su birikintisinden başka bir şey bulamadık. Ancak ben bu yerde bu günden önce su görmüş değildim. Aniden orada su dolu bir kab göründü. Bunun üzerine Mincab’a ‘Allah’a yemin ederim asıl yerimiz burasıdır. İşte bunun için seni alıp geri döndüm. Ben daha önce kabımı doldurduktan sonra suyun kenarına bırakmış ve kendi kendime “şayet bu Allah’ın bir lutfü ise, bunu öğrenmiş olacağım” diye düşünmüştüm. Buna göre bu Allah’ın bir lutfüdür diyerek hamd ettim”
Ala b. El Hadrami çevredeki Müslümanlara haber yollar ve düşmanın arka tarafından kendilerine doğru gelmelerini ister. Kendileri de Hecer tarafından Hutam’a yaklaşınca konaklayıp etraflarına hendek kazarlar. Müşrikler ile birleşmiş olan düşman, Müslümanları kuşatır. Gündüzleri çarpışma olur gece ise her iki taraf da kendi hendeklerine çekilirlerdi. Bu durum bir ay devam etti. Ala b. El Hadrami, gönüllü olarak, Abdullah b. Hazep’i düşmanın durumunu öğrenmesi için düşman içine gönderir. Abdullah b. Hazep düşmanın tamamının sarhoş olduğunun görür. Bunun üzerine Müslümanlar saldırıya geçer ve düşmanı hezimete uğratırlar. Kaçanlar da gemilerle Darin’e çekilirler. Ertesi sabah Ala b. El Hadrami, kalan ganimetleri dağıtır. Etraftaki komutanlara tüm yolları kesmelerini ve arkadan kendisini takip etmelerini emreder. Her taraftan olumlu cevap alır. Bu kez El Ala ordusunu Darin üzerine sürmek için orduyu teşvik ederek onlara; “Yüce Allah sizlere karada öyle bir takım mucizeler göstermişse, denizde de ibret almanız içindir. O bakımdan kalkın ve düşmanınızın peşinden gidin. Ve bu amaçla denizi yarıp geçin” dedi. Daha sonra kendisi de beraberinde bulunanlar da atlar, develer, eşekler ve benzeri hayvanların sırtlarında oldukları halde denize daldılar. Onlar arasında tamamıyla bineksiz olan kimseler de vardı. O ve beraberindekiler hep dua ediyorlardı. Şu sözler onların yaptıkları dualar arasındadır. “Ey Rabbimiz! Ya Erhamürrahimin, Ya Kerim, Ya Halim, Ya Ehad, Ya Samed, Ya Hayy, Ey ölüleri dirilten, Ya Kayyum olan, senden başka hiçbir ilah yoktur.”
Bu dualar Cevşen ül Kebir’in bir cüzünden ibarettir.
Bu şekilde onlar develerin topuklarına kadar varan ve altında kum bulunan bir sudan geçiyormuşçasına Allah’ın izniyle körfezi geçtiler. Sahil ile Darin arasında gemi ile bir günlük yol mesafesi vardır. Müslümanlar ile düşman arasında şiddetli çatışmalar başladı. Müslümanlar ellerine geçirdiklerini öldürdüler. Pek çok ganimet ve esir aldılar. Böylece Darin ve çevresinde İslam’ı yaymış oldular.
Ala b. Hadrami mürtetlerin uğradığı hezimeti Hz. Ebu Bekir’e yazıp rapor etti.
Orduda bir rahip vardı. O da Müslüman oldu.
Müslüman oluşunun sebebinin üç şey olduğunu söylüyordu.
Kumlardan suyun kaynaması ve ordunun susuzluğunu gidermesi.
Denizin dalgalarının dinmesi, ordunun kum üzerindeymiş gibi onu geçmesi
Müslümanların denizi geçinceye kadar söyledikleri sözler.
Rivayetlere göre Rahip ölünceye kadar bu sözleri dilinden düşürmemiş.[1]
Tarihteki bu vak’a şüphesiz ki Cevşenül Kebir’in bir çok kerametinden sadece bir tanesidir. Tarih boyunca Allah’a tevekkül etmiş, O’na ihlasla bağlanmış Müslümanlar bu hadiselerle karşılaşmış Allah’ın lütuflarına şahit olmuşlardır. Akıl ölçülerine sığmayan bu hadiselerin varlığı gün gibi aşikârdır. Lakin olaya binlerce kişi şahit olmuş ve mütevatir olarak günümüze ulaşmıştır.
Allah’tan dileğimiz odur ki, bizlere de Onun lütuflarını aşikâr olarak görebilecek kadar samimiyet, ihlas ve fedakarlıklar nasib eylesin (amin)
İnzar Dergisi
[1] İbn-i Esir, İslam Tarihi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.