Clinton Ulusal Konsey’in ölümünü ilan etti
Suriye muhalefetine yönelik saldırıların rejimden ya da Konsey'in üst konumlarında kendisine yer bulamayanlardan gelmesine alışmıştık, ancak bu saldırının çok daha sert bir şekilde ABD Dışişleri Bakanı Clinton'dan gelmesi, kimsenin aklına gelmezdi, en azı
Suriye muhalefetine yönelik saldırıların rejimden ya da Konsey'in üst konumlarında kendisine yer bulamayanlardan gelmesine alışmıştık, ancak bu saldırının çok daha sert bir şekilde ABD Dışişleri Bakanı Clinton'dan gelmesi, kimsenin aklına gelmezdi, en azından bizim aklımıza.
Dün, Zagrep'de düzenlediği basın toplantısında Clinton, SUK'a karşı çok sivri bir dil kullandı, ona en keskin suçlamaları yöneltti, hem içerde hem dışarda meşru temsil yetkisini elinden alacağını ima eden ifadeler kullanırken Suriye halkının çeşitli kesimleriyle diyalog ve iletişim noktasındaki yetersizliğine değindi, Konsey'in liderliğinin içeride savaşanlardan birine verilmesi gerektiğini dile getirdi.
Clinton'un saldırısı bizi şok ettiği gibi elbette SUK'u da şok etmiştir. Çünkü ABD Dışişleri Bakanı, Konsey'i en çok destekleyen isimler arasındaydı. Hatta bu yakınlık o kadar ileriydi ki, yaklaşık yüz ülkenin katıldığı "Suriye Dostları Toplantısı" buluşmalarında her fırsatta Konsey'i, Suriye rejiminin meşru ve alternatif temsilcisi olarak gördüklerini söylüyordu. Peki ne değişti?
Öncelikle tarihin en büyük güçlerinden birini temsil eden Clinton'un bütün yumurtaları tek sepete koyması, ardından iki yıl boyunca Araplara ve Arap olmayanlara bu Konsey'e olan koşulsuz destek verdikten sonra çıkıp da Suriye'ye 30-40 yıldır gitmedikleri gerekçesiyle Konsey'le ilgili şüphelerini dile getirmesi basitliğin zirvesidir.
Şayet emrinde danışmanlardan, uzmanlardan ve enstitü çalışanlarından kurulu devasa bir orduya sahip Bayan Clinton, Konsey'in başkanının ve çoğu üyelerinin yıllarda dışarıda yaşamakta olduğunu bilmiyorsa öyleyse kim bilecek? Sonra Konsey üyelerinin Suriye'ye gitmediğini bilmek için uzman ya da ajan mı olmak gerekiyor?
Şayet Clinton ve yardımcıları, ülkesinin politika yapıcılarının Dr. Burhan Golyon'un, onun halefi Abdülbasit Seyda'nın ve Konsey'in üst düzey isimlerinden Besma Kadmani'nin 40 yıl ya da daha fazla Paris'te yaşamakta olduğunu bilmiyorsa bu, ne Suriye'yi ne de ülke coğrafyasını bilmediğini, ülkesinin Suriye politikasının yüzeysel olduğunu ve yanlış bilgilere dayandığını gösterir. Bu yüzden rejim giderek güçlenmekte muhalefet ise zayıflamaktadır.
Clinton'un bu kadar yüzeysel olabileceğini düşünmüyoruz. Zira ülkesinin siyasetinin bütün boyutlarıyla tıpkı Irak ve Libya'da olduğu gibi başarısız olduğu son derece açık. Ancak bu başarısızlığı itiraf etmekte ve bunun sonuçlarına katlanmakta güçlük çekiyor bu yüzden de Konsey'i günah keçisi ilan ediyor.
ABD, Suriye rejimini devirmesi için askeri müdahaleye bel bağlayan ve ABD'nin Esed'in günlerinin sayılı olduğun şeklindeki açıklamalarına Suriye halkının geniş kesimlerini aşağıladığı gibi SUK'u da aşağıladı. Halbuki şu an Esed hala iktidarda, yakında gideceğine dair bir işaret de yok hatta onlarca sene olmasa bile yıllar boyu iktidarını sürdüreceğini söyleyenler de var.
Buna karşın Konsey, Amerikan askeri müdahalesine, sahip olduğu devasa medyanın, Irak, Afganistan ve Libya'daki gibi rejimden kurtuluşun yakın olduğu yönündeki pazarlamasına bel bağlamakla büyük hata etti. Şu an Konsey, bunlara bel bağlamakla ne kadar yanlış yaptığını da fark etmiş durumda. Ama maalesef bir tuvalet kağıdı gibi kullanılıp ve kirletilip çöp tenekesine atıldıktan sonra... Ama yine de bölgede tuvalet kağıdı gibi kullanılıp daha sonra atılan tek yapı olmaması onun tek tesellisi..
Bayan Clinton'un tutumunun, Amerikan siyasetinin yeniden ama bu kez daha köklü bir şekilde gözden geçirilmesi sonucunda ortaya çıktığını söylemek gerekir. Amerika'nın önceliği şu an, el Kaide'yle, onun kollarıyla ve selefi akımla savaşmaktır. Bu yüzden Cezayir'e giderek Mali'nin Kuzeyindeki el Kaide'nin varlığına son verecek askeri bir koalisyon kurmak üzere temaslar gerçekleştirdi. Yine aynı nedenle büyükelçisinin öldürülmesinin intikamını alabilmek ve cihadi akımlarla savaşmak için Libya'ya insansız hava aracı gönderiyor.
Bayan Clinton şimdi, üçüncü tarafla yani devrimi çalmakla suçlanan Cihadi gruplarla savaşmak için Suriye ordusunda geçmişte görev yapmış generallerle rejimden kopan siyasetçileri de içine alan bir muhalefet oluşturmak istiyor. Basın toplantısında söylediği "Suriye'ye yönelen ve diktatör bir yönetime karşı meşru bir çizgide oluşan devrimi kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmek isteyen aşırılıkçıların bulunduğuna dair bilgiler bulunmaktadır" şeklinde ki sözlerinin açılımı bu.
Korktuğumuz şey Suriye'de üç farklı savaşın yaşanması. Birincisi Özgür Suriye Ordusu'yla yönetim, ikincisi cihadi gruplarla rejimi ve taraftarları, üçüncüsü de Özgür Suriye Ordusu ya da yeni kurulacak olan genişletilmiş orduyla ABD'nin Suriye'den uzaklaştırmak istediği cihadi gruplar arasında..
Bayan Clinton'un SUK'un ölümünü ilan etmesinin ardından Suriye muhalefetinin yeni liderlik yapısının nasıl olacağını bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz şey, Amerikan seçimlerinin yaklaşmasıyla bu yapının tamamen Amerikan şemsiyesi altında olacağı. Bu konuyu netleştirmek üzere düzenlenen Doha toplantısının da seçimlere yakın bir dönemde yapılıyor olması tesadüf değil.
Bayan Clinton Zagrep de çok tehlikeli başka bir bilgiyi de açıkladı. Hükümetinin ve istihbarat aygıtlarının Newyork'ta geçtiğimiz ayda düzenlenen ve muhalefetin yapısını genişletmek amacıyla yapılan gizli toplantıya katılması için Suriye içindeki bazı muhalif isimleri ülke dışına kaçmalarına yardım ettiğini söyledi.
Amerikalılar tarafından Suriye muhalefetini birleştirme çabalarının hedefini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği ya da yeni bölünmelere yol açıp açmayacağı sorusunu ise hala gündemde. Zira en büyük sorun, bu projeyi yürütenlerin önemli bir bölümünün başkanlığa kendisinin layık olduğunu düşünüyor olması. Nitekim aynı sorun, Suriye Ulusal Konseyi'nin çöküşüne yol açmıştı.
Ortadoğu'da ve özellikle de Suriye'deki Amerikan siyaseti, yönelim bozukluğu ve bocalama içinde. Bu da bölgede istikrarsızlığın bu kez yeniden ama daha derin bir şekilde hissedilmesine neden oluyor. Tabi burada Kürt ayaklanmasının artmasından ve Türk Alevilerinin (nüfusu 13 milyon) gelişen olaylardan rahatsızlık duyduğunu belirgin bir şekilde ifade etmesinden sonra Türkiye'nin rejimin devrilmesi yönündeki heyecanının gerilediğini görmek çok da garip sayılmamalı. Öte yandan Ürdün de Suriye'den mülteci akını tehlikesiyle ilgili güvenlikle ilgili bir uyanış bir sonradan fark ediş yaşanıyor. Ürdün basının önde gelen gazeteleri de, el Kaide unsurlarının Suriye sınırından ülkeye sızarak bazı elçilikleri ve ekonomik açıdan önemli bazı yerlere bombalı saldırılar düzenleyecek eylemler yapmadan yakalandıklarını açıkladı. Tabi bir de buna Suriye ordusundan ayrılarak Ürdün'e kaçmış olan üst düzey üç subayı Suriye'ye iade etmesi, 40 bin mültecinin ikamet ettiği Zateri Kampı'ndaki kaosu da eklemek gerekir. Burada en büyük bedelleri ödeyen Suriye halkı oluyor. Halk, Amerika'nın düşmandan dosta dönüşmesini sağlayan onun kendisini diktatör ve baskıcı bir rejimden kurtaracağını iddia eden büyük bir saptırma operasyonunun kurbanı. Şimdi ise bu konuda ne kadar hatalı olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. Bu direnişçi halkın demokratik değişim noktasında adil ve meşru taleplerine ulaşma konusunda, ne kadar bedeller ödenirse ödensin kendisine dayanmaktan başka bir seçeneği yok.
Dünya Bülteni için El Kudsü'l Arabi'den çeviren: Faruk İbrahimoğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.