Çoçuklar için Sevgili Peygamberimizin Hayatı 1
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, Salât ve Selam âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma, temiz Ehl-i Beytine ve Ashabına olsun!
GENÇ KARDEŞLERİME!
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, Salât ve Selam âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâma, temiz Ehl-i Beytine ve Ashabına olsun!
Sevgili Çocuklar! Her çeşit kötülüğün süratle yayıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Ahlaksızlık her tarafı kuşatmış, huzursuzluk herkesi sarmış, adeta iyilik ve iyiler mumla aranır olmuş. Yaşadığımız bu sıkıntıların kaynağı ise; son derece muhtaç olduğumuz o “Örnek İnsan”dan, onun güzel ahlâkından mahrum oluşumuzdur.
Hâlbuki bizi çok seven, dünya ve ahiretimiz için nice örnekler gösteren ve hayatı bizim için mükemmel bir örnek olan Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın o örnek hayatına, Yüce Allah şu ayetiyle dikkatleri çekmiştir: “Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için, Allah’ın Resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Sûresi:21)
Böylece bizim için en güzel “Örnek İnsan”, Yüce Allah tarafından gösterilmiştir. Madem ki Allah’ın Resulü Aleyhissalâtü Vesselâm en güzel örnektir; öyleyse:
Onun gibi yaşamak,
Onun gibi hayatı bilmek,
Onun ahlakıyla ahlaklanmak,
Onu her yönüyle örnek almak, bir Müslüman olarak bizim görevimizdir. Çünkü O’nu bize “Örnek İnsan” olarak gösteren Yüce Allah’tır. Yaşadığımız bu zamanda da biz, bu “Örnek İnsan”a çok muhtacız.
Sevgili Çocuklar! Bilelim ki;
Onu tanımak, Kur’ân’ı anlamak/ kavramaktır.
Onu tanımak, en güzel ahlâk sahibi olmaktır.
Onu tanımak; sevgiyi, şefkati ve merhameti öğrenmektir.
Kısacası onu tanımak; çevresine faydalı, her yönüyle “Örnek Bir Müslüman” olmaktır.
Demek ki onu tanımaya ve örnek almaya olan ihtiyacımız; ekmek kadar, su kadar, nefes kadar hatta daha fazla önemlidir.
Sevgili çocuklar! Sizleri eserle baş başa bırakırken; bu çalışmamızın bizi yukarıda açıkladığımız gayemize ulaştırmasına vesile olmasını dileriz. Çünkü kalplerin sahibi ve kalplere etki eden, sadece Allah’tır.
Gayret bizden, başarı Allah (Celle Celaluhu)’tandır.
SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN DEDESİ ABDULMUTTALİB ANLATIYOR
BİRİNCİ BÖLÜM
“O NUR”
Mekke’de bir ev…
Nurlu, güzel yüzlü, iri yapılı, saçları beyaz kıllarla kaplı, şirin bir ihtiyar… Uzun kirpikli, ince burunlu, yumuşak tenli ve düz yanaklı olan bu ihtiyar, hastaydı. Sırtını duvara dayamış, yorganını karnına kadar üzerine çekmişti. Gözleri sabit bir noktaya bakıyordu. Aklı, dolu dolu geçirdiği yıllarla meşguldü. Birden sırtının üşüdüğünü hissetti. Eli, yanındaki mindere uzandı. Minderi sırtı ile duvar arasına yerleştirdi. Tam yaslanmıştı ki şiddetli bir şekilde öksürmeye başladı.
-Öhö, öhö, öhö! Bu defa fena yakalandım şu hastalığa. Aa! Merhaba Sevgili Çocuklar! Beni mi izliyordunuz? Hastalık işte… İnsan benim gibi seksen yaşını[1] geçmiş bir ihtiyar olunca, bir de hastalanınca elbette yataklara düşer. Her neyse… Beni bırakalım da sizleri soralım, bakalım. Sizler nasılsınız? İyisiniz, değil mi? Aman, sağlığınıza dikkat edin! Yoksa benim gibi siz de hasta olur, öksürürsünüz. Efendim! Ne dediniz? Duymadım. Ben kim miyim? Kusura bakmayın, çocuklar! Kendimi size tanıtmayı unuttum. İhtiyarlık işte…
Benim adım Şeybe. Tanımadınız değil mi? Aslında sizler beni çok iyi tanıyorsunuz. Fakat beni birçok insan gibi Abdulmuttalib adıyla biliyorsunuz. Çünkü herkes benim gerçek adımı ‘Abdulmuttalib’ olarak biliyor.
Biliyor musunuz çocuklar? Şu anda sekiz yaşlarında olan şirin mi şirin, sizin gibi bir ‘torunum’ var. Adı Muhammed. Ömrümün bu son günlerinde benim tek tesellim, tek sevincim odur. Az önce yatağımda onu düşünüyordum. o, bana oğlum Abdullah’tan kalan tek hatıra… Sevgili Torunum Muhammed’e karşı olan sevgimi tahmin edemezsiniz. Laf aramızda torunumun şanının büyük olacağını tahmin ediyorum.
Bu sebeple size Sevgili Torunum Muhammed’in hayatını anlatmak istiyorum. Dinlemek ister misiniz? Küçük Muhammed’in çocukluğunu bilen biri olarak, size onun hayatını anlatmak, benim için mutlulukların en büyüğüdür. Madem hazırsınız, ben de anlatmaya başlayabilirim.
Sevgili çocuklar! Âdem Peygamber yaratıldığında, Yüce Allah onun alnına bir “nur” yerleştirmiş. Bu nur, Âdem Peygamber’in alnından, kendisinden sonraki peygamberlerin alnına geçerek, atam İbrahim Peygamber’e kadar gelmiş. İbrahim Peygamber benim dedelerimdendir. Ben, onun soyundanım.
Evet, çocuklar! Böylece, o Nur babamın alnına kadar gelmiş. Ben doğunca da babamın alnından benim alnıma geçmiş. İnsanlar, alınlarımızda o Nur’u gördüklerinde, bize sevgilerini gösteriyorlardı. O Nur, bizi insanlar yanında değerli kılıyordu.
Bir gün, Abdullah adında bir oğlum oldu. Benim alnımdaki o Nur, bu defa onun alnına geçmişti. O Nur’un Abdullah’tan önce doğan çocuklarıma değil de Abdullah’a geçmesi, Abdullah’ı daha çok sevmeme sebep oldu. Abdullah’ın dışında dokuz oğlum daha var. Sizler en çok Ebu Talib, Ebu Leheb, Abbas ve Hamza’yı tanıyorsunuz. Abdullah sekizinci oğlumdu.
Yıllar sonra Abdullah 25 yaşlarında, genç, yakışıklı bir delikanlı olunca onu evlendirdim. Mekke’deki tüm genç kızlar onunla evlenmeye can atıyorlardı. Fakat nasipte Âmine varmış. Gelinim Âmine, Zühreoğulları diye bilinen bir kabileden Vehb adındaki uzak bir akrabamızın kızıydı. Temiz ve iffetli biri olan Âmine Torunum Muhammed’in annesi, Abdullah da onun babası olma şerefine kavuştu. Oğlum Abdullah’ın evlenmesinden sonra bir şey dikkatimi çekti çocuklar: Babamın alnından bana, benim de alnımdan oğlum Abdullah’ın alnına geçen o Nur, şimdi de gelinim Âmine’nin alnında parlıyordu. “Acaba bu durum neye işaret ediyor?” diye merakla olacakları ben de sizin gibi beklemeye başladım.
Fakat çocuklar, aah çocuklar! Yüreğimi yakan bir olay var ki hâlâ unutamadım: Bundan sekiz yıl kadar önceydi. Oğlum Abdullah’ı henüz yeni evlendirmiştim. Evlendikten bir müddet sonra da bir ticaret kervanıyla Şam’a gitti. Meğer dönüş yolundayken hastalanmış. Yolculuk yapamayacak kadar hasta olduğu için de ticaret kervanı Medine şehrine yetiştiğinde, oğlum Abdullah Medine’deki dayıları Neccaroğulları kabilesinin yanında kalmış. Kervan, onsuz Mekke’ye doğru yola koyulmuş. Herkes gibi ben de heyecanla kervanı karşılamaya koştum. Herkesin yakını geri dönmüştü. Ama oğlum Abdullah yoktu. Yüreğim daralmış, aklıma kötü şeyler gelmişti. Daha sonra oğlum Abdullah’ın vefat haberini aldım. Yüce Allah onu genç yaşta yanına aldı. Kalbim buna nasıl dayanacaktı? Gözlerim gece-gündüz yaş döktü. Oğlumun vefatı, beni daha da ihtiyarlattı.
O sıralarda gelinim Âmine’nin hamile olması, üzüntümü daha çok artırıyordu. Çünkü gelinim kocasız, doğacak Torunum da şimdiden babasız kalmıştı. Henüz doğmadan yetimdi Sevgili Torunum.
(M.ALİ GÖNÜL)
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın dedesi Abdulmuttalib’in yaşı hakkında 80 veya 100 arası olduğuna dair değişik bazı görüşler de vardır.
İBRETLİ ÖYKÜLER
CAMİYE KOŞAN ÇOCUK
Hz. Ömer (ra) Efendimiz, camiye her zaman erken giderdi. Bir gün yine mescide (camiye) erkenden giderken bir çocuğun koşarak, acele acele camiye gittiğini gördü. Hz Ömer (ra) , çocuğa:
Yavrum, ne oldu acele acele camiye koşuyorsun?
Çocuk:
Namaza gidiyorum, namaz vakti yaklaştı; abdest alacağım, dedi.
Hz Ömer:
Yavrum, sen daha küçüksün, sana namaz farz olmamıştır, buyurdu. Çocuk:
Efendim, bu işin büyüğü, küçüğü olur mu? Dün benden küçük bir çocuk vefat etti, (öldü) dedi.
Hz Ömer (radıyallahu anh – Allah ondan razı ve hoşnut olsun) , çocuğun bu sözlerinden çok duygulandı; bu sözleri çocuktan duyunca çok ağladı; “Ya Rabbi! Bu çocuk ne iyi, ne akıllı” dedi.
ŞEYTAN KİMLERE VESVESE VERİR?
Peygamber Efendimize (sav) bir gün şöyle bir soru soruldu:
-Ya Resulullah! Şeytan kimlere vesvese verir?
Efendimiz şu cevabı verdiler:
-Hırsız, içinde bir şey olmayan eve girmez.
BİLGELİĞİ KİMDEN ÖĞRENDİN?
Lokman Hekim’e:
-Bilgeliği kimden öğrendin? Diye sorduklarında, ondan şu cevabı almışlar:
-Körlerden öğrendim. Çünkü onlar ellerindeki değnekle tam araştırmadan adım atmazlar. Basacakları yerin sağlam olduğundan emin olduktan sonra adım atarlar... Bundan dolayı ben de bir şey yapacağım zaman düşünür, faydalı ise konuşur, yararlı ise yaparım... Faydasız ise bırakmayı ve susmayı tercih ederim.
TUTUN, İŞTE HIRSIZ BUDUR!
Adamın biri Hz. Süleyman (as)’a gelerek, kazlarının çalındığını ve bunu komşularının yaptığını iddia etmiş. Hz. Süleyman (as) hemen halkı mescide toplamış ve:
-İçinizden biri hem komşusunun kazlarını çalıyor hem de çaldığı kazların tüyleri kafasında olduğu halde utanmadan mescide geliyor, demiş.
Hırsız bu sözleri duyar duymaz eliyle başını sıvazlamaya başlamış. Onun bu halini gören Hz. Süleyman (as) şöyle buyurmuş:
-Tutun, işte hırsız budur!
NASIL DUA EDERİM?
Bilindiği gibi Hz. Eyyub (as) sabır ve metaneti ile dillere destan olmuştu. Bir rivayete göre o meşhur hastalığını on sekiz sene çekmişti. Hiçbir zaman isyan etmeyen Hz. Eyyub (as)’a hanımı bir gün şöyle sordu:
-Bu hastalığın bitmesi, çektiğin dertlerin gitmesi için Cenab-ı Hakka dua etsen olmaz mı?
Hz. Eyyub (as), hanımına şu cevabı verir:
-Benim bolluk ve refah içinde yaşadığım müddet 80 yıldır. Çekmiş olduğum darlık ve sıkıntılı zaman ise daha bu süreye ulaşmamıştır. Bu durumda ben Allah’tan utanırım. Ona (cc) bu halin üzerimden gitmesi için nasıl dua ederim ki!?
AĞRIYAN GÖZÜMÜN ADINA YİYORUM
Açlık, Süheyb (ra)’ın canına tak etmişti. Bir yandan da tek gözü ağrımaya başlamıştı. Süheyb (ra) Medine’ye gelince önüne konan hurmaları hemen yemeye başlamıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) şöyle sordular:
-Hem bir gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun, Süheyb?
Süheyb, Efendimize tebessüm ettiren şu karşılığı verdi
-Ya Resulallah, ben yaş hurmayı ağrımayan gözümün adına yiyorum.
BÖYLE DENİR Mİ?
Hz. İsa (as)’nın yanından geçen bir domuza:
-Selametle geç, dediğini duyanlar:
-Domuza da böyle denir mi? derler. Hz. İsa (a.s) ise şöyle cevap verir:
-Dilimi kötü söze alıştırmak istemedim.
ONUN BOYNUZLARI VAR
İmâm-ı Âzam Hazretleri, bir gün kendisine doğru gelmekte olan bir hayvana yol verip kenara çekilmiş. Orada bulunanlar Ebu Hanife’ye niye kenara çekildiğini sorduklarında ondan şu cevabı almışlar:
-Onun boynuzları var, benim ise aklım!
MERHAMET ETMEYENE…
Allah Resûlü (sav) Hz. Hasan’ı öperken yanında bulunan Akra bin Haris bu tabloyu görünce:
-Benim on çocuğum olduğu halde şimdiye kadar hiçbirini öpmedim, der. Allah Resûlü (a.s.m) şöyle buyururlar:
-Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.
GERİSİNİ ANLAYIN ARTIK
Halid bin Velid (ra)’den Peygamber Efendimizi anlatmasını istemişler. Bu hususta o mükemmel komutan şöyle söylemiş:
-Ben bu konuda son derece acizim.
Soruyu soranlar ısrar edince de şöyle demiş:
-Gönderilen gönderenin şanına lâyık olur. Onu (sav) gönderen Allah (cc) olduğuna göre gerisini anlayın artık.
NEDEN BOŞUNA PARA ALIYORSUN?
Birisi, İmam Ebu Yusuf’a öğrenmek istediği bazı konularda sorular sormuş. Ebu Yusuf, soruların bazılarına:
-Bilmiyorum diye cevap verir. Sorularının bir kısmına cevap alamayan şahıs:
-Bilmiyorsun madem, devlet hazinesinden ne diye boşuna para alıyorsun? diye üstelemeye kalkışınca,
İmam Ebu Yusuf şöyle diyerek muhatabını susturmuş:
-Ben devlet hazinesinden bildiklerim için para alıyorum. Bilmediklerim için para almış olsaydım devlet hazinesinde para kalmazdı!
DEVELERİ KALBİME BAĞLAMAM Kİ
Biri İmam-ı Azam’a gelerek:
-Ya İmam, ben namazlarımı huşu içerisinde kılamıyorum. Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz. Peki, siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşu içerinde nasıl yapıyorsunuz?” diye sormuş.
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri şöyle cevap vermiş:
-Ben develerimi kalbime bağlamam ki, ahıra bağlarım!
DOMUZ ETİ YEMEK HARAMDIR
Şeyh Şamil esir düşmüştü. Önüne getirilen yemeği büyük bir iştahla yediğini gören Rus Generali, Şeyh Şamil için;
-Beni yemesinden korktum! Der.
Bu söz Şeyh Şamil’e iletildiğinde o da Rus Generaline iletilmek üzere şöyle der:
-Generaliniz boşuna korkuyor. Ona söyleyin, bizim dinimizde domuz eti yemek haramdır!
Sevgili Çocuklar sizler de derginiz İnzar’da yazılarınızın yayınlanıp diğer kardeşlerinize faydalı olmak istiyorsanız, sizlerin de mektup, faks ve mail’lerinizi bekliyoruz. Fotoğraflarınızı da gönderirseniz inşallah yayınlarız.
BENİ BİRAZ DİNLER MİSİNİZ?
Sevgili Anneciğim, Babacığım!
Ben Allah’ın size emanetiyim, tertemiz fıtratımla doğdum. Her şeyi sizden öğrendim. Siz iyi bir anne-baba olunca ben de öyle olurum. Sizin gibi ben de yavrularımı öylece yetiştiririm. Böylece sizler terbiyeli, iyi nesiller yetiştirir ve Allah’ın razı olduğu kullardan olursunuz. Amel defteriniz kıyamete kadar kapanmaz.
Allah beni sizlere tertemiz olarak emanet etti. Cennet’in kuşu olmaya layık iken ne olur beni cehennemin yakıtı haline getirmeyin.
Dünyanın en zor ve en güzel mesleği annelik ve babalıktır. Doktor, avukat, mühendis olmak için okullar açılmış; ama neden anne-babalar için okullar açılmıyor? Sizin gözünüzün nuru, gönlünüzün sultanı olan şu şirin yavrularınız için okul okumaya ihtiyacınız yok mu? Acaba böyle okullar yok mu? Sınıfımızın bazı öğrencileri çok ama çok terbiyeli, çalışkan, temiz, hoş ve neşelidirler. Onların evlerine gittiğimde anne-babalarını da öylece gördüm. Onlar Kur’an okuyorlar, Peygamberimiz’in hayatını okuyorlar, kitaplar okuyorlar, demek ki onlar evlerini okula çevirmişler, ne güzel! Ne mutlu onlara!
Anne-babaların huy ve davranışları çocuklarına da geçiyor.
Sevgili anneciğim, babacığım!
Sizin bana vereceğiniz en iyi şey edep ve terbiyedir. Böylece mutlu ve huzurlu olurum. Anneciğim, Cennet senin ayağının altındadır. Beni de terbiye edip yetiştir ve kendinle Cennet’e götür; beraberce orada sonsuza dek yaşayalım.
Bir annenin insanlığa faydası bir doktorun, bir bilim adamının faydasından çok fazladır. Çünkü iyi yetişen bir çocuk daha sonra yüzlerce salih doktor ve bilim adamı yetiştirir.
Her iki dünyada da üstün makam annelerin makamıdır. Allah’ım! Bana güzel bir terbiye veren anne ve babamdan razı ol.
Biz çocuklar anne-babamızın sözlerinden çok yaptıklarına bakarız, onları taklit eder, onlara benzemeye çalışırız. Anne-babalarımız bizi güzel terbiye etmekle meşgul olunca kendilerine de çeki düzen verirler, hatalarını en aza indirirler, programlı hareket etmeye çalışırlar. Demek biz, anne-babalarımız için güzel birer fırsatız. Onlar bizi eğitirken aslında kendilerini de eğitmiş olurlar. Biz onların hem öğrencisi hem de öğretmeni oluyoruz. Bizimle onlar kendilerini keşfediyorlar. Yani kendilerini anlıyorlar. Biz onların, onlar da bizim aynamızdır.
Sevgili anneciğim, babacığım!
Ne olur beni sürekli eleştirmeyin, yaptığım her yanlışlık ve olumsuzluğa hemen tepki gösterip azarlamayın, dövmeyin, tehdit etmeyin. Devamlı nasihat edip beni sıkmayın… Bunları sıkça yaptığınızda kendime güvenim kalmıyor, ürkek ve korkak oluyorum, acı çekiyorum, kendimi çok kötü, beceriksiz biri olarak görüyorum. Günden güne temiz şahsiyetim kirleniyor.
Ben takdir edilmekten hoşlanıyorum. Sevginizi bizzat bana söyleyerek gösteriniz elimden tuttunuz, yapamadığım işlerde yardım edin de beraber yapalım.
Her şeye hep olumsuz bakmayın. Biraz da güzel bir şekilde bakın; sevgi ile uyarıp bana doğruyu gösterin. Yaptığım her kötü işte sizin de payınız vardır. Çünkü ben her şeyi sizlerden öğrenip sizi takip ediyorum.
Sizinle konuşup soru sorduğum zaman beni dinleyin; ama bizzat bana dönün, bana ve sözüme değer verin ki kendimi rahatça ifade edebileyim; içimdeki düşünce ve duygularımı temiz ve berrak bir şekilde önünüze sereyim. Böylece ben kendimi huzurlu ve güvende hissederim. Güzel konuşmayı ve dinlemeyi sizden öğreneyim. Böylece benimle konuştuğunuzda sizi dinlemeyi, asi olmamayı öğrenip evimize şenlendiren bülbül olayım.
Merak ettiğim şeyleri benimle paylaşın; sorularıma kısa kısa; “evet” “hayır” diye cevap vermeyin. Anlayacağım bir şekilde hikâye ve öykülerle süsleyerek anlatın. Bana sorular sorun ve cevaplayabilmem için birazcık mühlet verip sabredin. Bazı ipuçları verip önümü açın; birlikte cevapları bulalım. Ve hep beraber bunu bir zevk ve eğlenceye çevirelim.
Beni televizyon ve okul mahkûmu yapmayın; bizzat göstererek öğretin. Allah’ın arzı geniştir, onun sanatları sonsuzdur. Onları bana öğretin.
İlgimi çeken şeylerle arama kapı koyup kapatmayın. O şeyleri bana izah edin, anlayayım. Bana yemekler verip doyurduğunuz gibi içimdeki ruhumu da doyurun.
Bizimle beraber oynayın, bazen de yalnız bırakın; oyuncaklarla oynarken zorluklarla karşılaştığımızda hemen yardımımıza koşmayın. Bırakın, biraz çabalayalım. Başarma fırsatını ve sevincini elimizden almayın. Biz çocuklar için en iyi baba bizimle oynayan babamızdır, dünyanın en harika annesi de bizim annemizdir.
Yanlışlarımızı değil, doğrularımızı görün. Bizimle övünün, her güzel söz güzel bir davranış doğurur. Güzel düşünen güzel görür, hayattan lezzet alır. Hem bu lezzeti çevresi ile de paylaştırır, güzel bir bitki gibi, etrafına güzel koku yayıp şenlendirir.
Siz bizi nasıl adlandırırsanız biz öyle oluruz. Güzellik ve doğruluklarımızdan ne kadar bahsetseniz biz o kadar güzel ve doğru oluruz.
Bizler nazenin çiçekleriz; anne-babamızın övgüleri ab-ı hayat gibi bize canlılık verir. Sizlere ev işlerinde yardımcı olmak çok zevkli. Bizlere, size yardımcı olma fırsatını sağlayın, azıcık bile olsa sizlere yardım edelim. Bu azıcık yardımımız ile sanki dünya kadar iş yapmışız, gibi bir güven hissi duyarız.
“Şımarır” diye bize iyi şeyler söylemekten ve bizi övmekten kaçınmayın. Yoksa size ve kendimize olan güvenimizi kaybederiz Allah korusun, bedbaht kişiler oluruz.
Siz bizi takdir edince biz de arkadaşlarımızı ve sizi takdir etmeyi öğreniriz. Devamlı, bize olumlu sıfatlarla yaklaşın; olumlu birer çocuk oluruz. Bize ne derseniz, öyle olma ihtimalimiz artar. Mesela bize; tembel, asi, sorumsuz, kıskanç, vs… gibi kötü vasıfları yakıştırırsanız bu huylar bizde gelişir. Bizden nasıl bir insan olmamızı istiyorsanız o vasıflarla bizi çağırın ve öyle insanların hikâyelerinden bizi mahrum etmeyin.
Hatalarımızı başkalarının yanında asla söylemeyiniz. Onların yanında bizi eleştirmeyiniz. Başkaları ile bizi kıyaslamayınız. Önemli olan; bizim arkadaşlara kıyasla ne kadar başarılı olduğumuz değil, kendi yapabileceklerimize kıyasla ne kadar başarılı olduğumuzdur.
Sık sık eleştirirseniz içimize kapanır, solarız. Hem biz, hem de siz huzursuz ve mutsuz olursunuz.
Devamı var…
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.