Çözüm Kuran'ı hakem kılmakla olur

Çözüm Kuran'ı hakem kılmakla olur

Önümüzdeki günlerde İslami STK’ların katılımıyla yapılması planlanan çalıştayla ilgili konuşan hukukçu Emin Güneş, Kürt meselesinin çözümünün ancak tüm toplumun ortak değeri olan Kur’an-ı Kerim’i hakem kabul etmekle olacağını söyledi.

Diyarbakır’da 7-8 Mart'ta yüzlerce İslami STK’nın katılımıyla yapılması planlanan ‘Kürdistan ve Kürt Meselesine İslami Çözüm’ çalıştayına destek gelmeye devam ediyor. Konuyla ilgili konuşan hukukçu yazar Emin Güneş, Kürt meselesinin çözümünün ancak tüm toplumun ortak değeri olan Kur’an-ı Kerim’i hakem kabul etmekle olacağını söyledi.

Türkiye'deki tüm halkların mutabık kalacağı metnin Kur'an-ı Kerim olduğunu belirten Güneş, üzerine mutabık kalınan Kur'an-ı Kerim'in mutabakat metni kabul edilerek hareket edilmesi durumunda yaşanan sorunların rahatlıkla çözülebileceğini ifade etti.

PKK'den ‘Kürt Siyasal Hareketi’ olarak bahsedildiğini dile getiren Güneş, bunun doğru olmadığını belirterek PKK'nin Kürt meselesini kendine payanda olarak kullanan bir örgüt olduğuna dikkat çekti.

Emin Güneş'le yapılan röportajın tamamı

Kürt meselesinin tarihinden bahseder misiniz? Size göre Kürt meselesinin özü nedir?

Batı, 1789 Fransız İhtilalinden sonra İslam ümmetini milliyetçilik duygularıyla parçaladı. Haçlı ittifakları kurmalarına rağmen, ümmet vahdet içinde olduğu zaman bütün cephelerde kaybediyorlardı. Mesela Yemen’de cephede bakıyor ki, Türk var, Arap var, Kürt var. Kürt’ün burada ne işi var. Çanakkale’ye geliyor aynı Çanakkale’de mesela normalde Türk olması lazımken bakıyor ki efendim Kürt de var Arap da var. Bunun gibi Kafkaslara gidiyor orada da öyle. Bunların önüne geçmek için ayrıştırılması gerekiyordu. Bunun için de Osmanlı Devletinin zayıfladığı dönemlerde onlar bilimde ve teknolojide ilerleyince, Osmanlı’dan birileri Avrupa’dan bilimini alalım diye oraya öğrenci gönderdi. Giden öğrenciler milliyetçi, ırkçı, faşizan duygularla eğitildi. İşte, bugün Türkiye’de karşımıza Kürt sorunu olarak çıkan bu sorun o dönemde atılan tohumların bir sonucudur. İttihat Terakki zihniyeti ve Cumhuriyet ile beraber Kürtleri yok sayma daha doğrusu herkesi Türkleştirme politikası sonucu maalesef bugüne gelindi.

İngilizler, Osmanlı’yı zayıflatıp Birinci Dünya Harbinde yendikten sonra Osmanlı topraklarını cetvellerle çizip paylaştıkları dönemde Kürtlere dediler ki, gelin size de bir devlet verelim. Yani ne kadar çok küçük parçalara ayrılırsa, sömürülmesi daha kolay olacaktı. O dönemdeki Kürtlerin liderleri aynı zamanda tarikat liderleriydi. Yani hem şeyhti, hem alleme idi, hem molla idi, hem beydi. Her şeyi üzerinde toplamıştı. Bunların dindar olması, dinine samimiyetle bağlı olması, İngilizlerin bu taleplerini, olumsuz karşılamalarına sebep oldu. ‘Biz Ümmete ihanet edemeyiz, bunu kabul etmiyoruz' dediler. Bunun üzerine Kürtler adeta cezalandırılarak toprakları 4 ülke arasında paylaştırıldı.

Sorunun siyasi, sosyolojik, ekonomik gibi birçok boyutu olmasına rağmen sadece PKK’nin silah bırakması şartına indirgenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim kişisel yaklaşımım ve tespitim şu, PKK, şimdi diyorlar ya ‘Kürt Siyasal Hareketi’ ben onu Kürt Siyasal Hareketi olarak görmüyorum. Şimdi birileri süreç içerisinde onun evveliyatını hatırlamadığı için öyle zannedebilir. Biz biliyoruz ki, Kürdistan coğrafyasında İslamcı hareketler vardı, bir dönem ise siyasal olarak Erbakancılık vardı, medreseler vardı, Nurcular vardı, tarikatlar vardı, böyle bir İslami taban vardı. Bir Ateizmi bu bölgede yaymaya Batı destekli işte Marksist, Leninist, Sosyalist, Maocu, örgütler vardı. Bunlar arasında da bir rekabet vardı,  bir mücadele vardı.

Aynı zamanda burada şöyle bir dram vardı; devlet gerek Diyarbakır cezaevi ve gerek bütün sahayı, Kürtler için açık bir cezaevine dönüştürecek şekilde ciddi mağduriyetler yaşattı. Ve burada çıkış arayışına girdi bölge insanı, burada Marksist ideolojideki PKK’nın önü açıldı, diğer örgütleri ortadan kaldırdı. Onlar ortadan kaldırmak için kullandığı silah ile silahlı örgüt haline geldi ve tabanın bu ezilmişliğini kendine dayanak yaptı. Diyelim ki, bir yerde bir hareket gerçekleştireceksiniz, orada taban bulmanız lazım, burada ciddi şekilde bir yoksulluk varsa siz yoksulluğu kullanıyorsunuz, tüm yoksulları arkanıza alıyorsunuz. Ya da bir bölgede diyelim ki, işçi hakları ihmal ediliyor, işsizlik var, işsizliği çözmek için ortaya çıkıyorsunuz, onun müsebbibi olan sanayicilere veya patronlara isyan ediyorsunuz ve taban oluşturuyorsunuz. Kürt meselesi burada PKK’nın kendine payanda olarak kullandığı bir şeydir.

Aslen yani bir Kürt Siyaseti veya Kürtleri özgürleştirme mücadelesi olduğunu belki şimdiki gençlere çocuklara inandırabilir, ama bize inandıramazlar çünkü biz birbirimizin evveliyatını biliyoruz. O yüzden bunu ben Kürt Siyasi Hareketi olarak görmüyorum, Marksist bir örgüttür, Kürtlerin mağduriyetlerinden istifade ederek kendine yer açmaya çalışmıştır. İlk çıkışları bağımsız Kürdistan idi, süreç onları parlamentoda daha çok temsil edilmek, belediyelerde daha çok yer edinmek, daha çok kamu kaynaklarına ulaşmak, daha çok ihale almak durumuna getirdi. Bağımsızlık özerkliğe, özerklik bilmem bölgesel bilmem nelere, falan filan evirildi, netice artık nereye varır bilmiyoruz.

Hükümetin çözüm sürecinde sadece PKK’yi muhatap alarak bölgedeki İslami kesimleri gözardı etmesini neye bağlıyorsunuz? Neden İslami camialar muhatap alınmadı?

Şimdi biz bir defa şunu kabul etmek zorundayız, Türkiye’deki hükümet en az PKK kadar Batıya bağımlıdır. Baştaki kişilerin, yöneticilerin dindar olması, Müslüman olması, hükümetin veya rejimin İslamileştiği anlamına gelmez. Bunlar da o hesapları gözetiyorlar yani salt İslami yaklaşımla yaklaşamıyorlar mı veya yaklaşmıyorlar mı? Ben yaklaşamadıklarını yani kasıtlı olarak öyle davrandıklarını söylersem, ağır bir itham olur. Diyorum ki, belki mazeretleri vardır, işte biz NATO üyesiyiz, bizim bağlı olduğumuz uluslararası sözleşmeler var, hala Lozan antlaşmasının baskısı altındayız, yürürlükte olan bir antlaşama var, gibi.

Mesela şu anda hükümetin meseleyi bilmesi noktasında, sorunu tespiti noktasında ben bir eksiklik olduğu kanaatinde değilim. Müslümanların ve Kürtlerin mağduriyetlerini çok iyi bildiklerini de biliyoruz. Peki, bu mağduriyetleri ortadan kaldırmak için gerekli adımları neden atmazlar. Onun da şöyle gerekçeleri var, bir dış baskılar, bir de iç baskılar. İçerden maalesef bu 70-80 yıllık eğitimle zehirlenmiş, hala Türk'ün Türk’ten başka dostu yoktur, Kürtleri aşağılayan, küçük gören, ülkenin Türklere ait olduğunu, kendini Türk hissetmeyenin bu topraklardan gitmesi gerektiğini söyleyen birileri var.

Mesela bu gün AK Partinin adalet kısmı arızalı, ama kalkınma kısmında önemli atılımlar oldu. Halk bu manada beğeniyor icraatlarını, geçmişe kıyasla rahatladığını düşünüyor. Bunun arkasından şu ırkçılık mikrobunu öldürmeye yönelik bir mücadele görmüyorum, sırf gözünü Güneydoğu’ya Doğu Kürdistan’daki Kürtlere dikmiş. Halbuki Orta Anadolu’da hala Kürt kelimesi deyince böyle ürperen, ürken, irkilen, aha bölüyorlar ülkemi diyen insanlar var. Hatta daha uç söylemleriyle Karadeniz bölgesinde Kürdü Ermeni olarak gören, Ermeni’yi de daha önce Müslümanlara katliam uygulayan, dolayısıyla Kürtlerle atadan deden kalan bir düşmanlığı olduğunu düşünenler var.

Şimdi aslında bu muhataplık meselesinin fazla abartıldığı kanaatindeyim. Yani hükümetler kimi muhatap alırlar, belirli bir etkinliğe sahip, belirli bir güce sahip olan yapıları muhatap alırlar. Müslümanlar ister istemez kendi onurları, izzetleri için duruşlarını ortaya koydukları zaman, birileri onu muhatap almak zorundadır. Bu gün bölgede Müslümanlar PKK’ya teslim olsa, PKK hiç onlara saldırmaz yani. Sen kimliğini muhafazaya kalktığın zaman o kimlik tanınana kadar seni tanımak istemeyenler kuzu kuzu seni tanımak zorunda kalacaktır.

7-8 Mart'ta yapılması planlanan Kürdistan ve Kürdistan Meselesine İslami Çözüm çalıştayını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında bizim sorunumuz şu. Ümmet bazında baştan anlattığım birbirine düşürülme olayı, Anadolu coğrafyamızda Müslümanlar arasında da oluşturuldu. Yani Müslümanlar arasına farklı şekillerde suni duvarlar örüldü. Mesela bunun belirgini Doğu-Batı Müslümanlığı olarak karşımıza çıkıyor. Batı'da yaşayan birçok Müslüman, hala doğudaki birçok güzel gelişmeye imza atanlara ‘ama bunlar Kürt’ diyecek kadar sıkıntılı. Ama bu insanlar yıllarca MSP’ye oy verirken ‘bunlar Türk’tür’ demediler. Onlar bu yanlışlığı görecekler nasıl görecekler. Onlar görmezse bir şekilde afetler, belalar bunu bize gösteriyor. İslam düşmanları bize saldırırken bizi ayırt etmiyor. ‘Kardeşim, mademki bu düşmanımız bizim aramızda bir ayrım gözetmiyorsa biz neden gözetelim’ deme noktasına bu gün gelmek üzereler. Ama bugün gelmezlerse sonunda gelecekler. 28 Şubat'ta nasıl birbirimize Tarikatçı, Nurcu, Süleymancı demeden el ele tutuştuk ise bugün de zulümler bizi bir araya getirecek.

Peki, hocam gerçekten bir çözüm için neler yapılmalıdır?

İslami camiaların talep etmesi gereken temel nokta şudur, toplumsal hayatta birlikte yaşamak için insanların üzerinde mutabık olacağı, bir ortak metne ihtiyaç var. Bunu Efendimiz (sav) Medine’ye geldiğinde, Medine Vesikasıyla ortaya koydu. Şimdi Müslümanların ve Türkiye’deki birçok insanın mutabık kalacağı metin bize göre Kuran-ı Kerim’dir. Yani bu gün PKK açıkça ben Kur'an-ı Kerim'i reddediyorum diyebilir mi?  Görüştüğümüz insanlar biz de Müslümanız diyorlarsa, Müslümanlığın olmazsa olmaz kitabı Kuran’dır. Kuran’sız Müslümanlık olur mu? Üzerine mutabık kaldığımız Kur'an-ı Kerim'i mutabakat metni kabul edersek ve orada da anayasayı ona dayandırırsak, mesela desek ki anayasanın hiçbir hükmü Kuran’a aykırı olamaz dedikten sonra anayasanın maddeleri çoğaltılabilir, azaltılabilir veya bir kısmı kanuni düzenlemeler şeklinde yapılabilir, sorun kalmaz.

Bize göre hakların menşei Hak Teladır. Kim ne hak istiyorsa Allah’tan istemesi lazım, hakların sahibi Hak Teala’dır, Allah’tır. O da herkesin hakkını belirlemiştir. Kadının, erkeğin, Türk’ün Arap’ın, herkesin hakları Kuran’da vardır. Mesela şimdi çok gündemde olan ana dilde eğitim, farklı dillerin resmi dil olarak kullanılması. Bunlar Kur’an tarafından kavimlere verilmiş Allah’ın birer ayetidir. Şimdi burada bu hak bize Allah tarafından verilmişse ve bize kullandırılmıyorsa, birileri tarafından gasp edildiği anlamına gelir. O yüzden bir hak verme söz konusu değil, bir lütuf değil bu. Ortada bir hak gaspı varsa beraber bütün Müslümanlar o gaspı ortadan kaldıracak çalışmalar yapmalıyız.  (İLKHA) 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.