Hüseyin KAYA
Cumhuriyeti kurtarmak
Salih Tuna (Sabah):
“Aydın Doğan'ın sakallı elemanı da son günlerde Atatürk üzerinden aklı sıra Erdoğan ve AK Parti'ye lagaluga ediyor.
Be hey ahmak!
Gazi'nin "en büyük eserim" dediği Cumhuriyet'i 15 Temmuz'da "ölümüne... ölümüne" kurtaran kimdi?
O güne değin Erdoğan ve AK Parti'ye karşı FETÖ kumpaslarını destekleyen patronun mu?”
Salih Tuna'ya göre 15 Temmuz'da “ölümüne… ölümüne” sokağa çıkanların gayesi “Gazi'nin en büyük eseri olan cumhuriyeti kurtarmakmış ve bu işi de Ak Partililer yapmış.
Fesübhanellah!
İnsanlar alanlara “Allahu ekber” nidaları ile çıkıyorlar, insanları daha da motive etmek için camilerden ezanlar okunuyor ve Salih Tuna'ya göre tankların karşısında durup hayatını kaybedenler “Atatürk cumhuriyetini kurtarmak” için kendilerini feda etmişler.
Bakın bu halk “Ülkelerini bir küresel emperyalist işgalden korumak” için değil, “Atatürk'ün cumhuriyetini kurtarmak için tankların karşısına çıktı”, diyor.
Şaşırmıyoruz artık, çünkü çok kısa bir süre önce “Dün dündür” felsefesinin çok da yanlış bir şey olmadığını öğrendik Ak Parti basınından.
Ama biz yine de düne gidelim ve bazı şeyleri hatırlayalım.
Nasıl bir cumhuriyetmiş bu?
Hilafetin kaldırıldığı, batılı kanunların ve yaşam tarzının dayatıldığı, Latin alfabesine geçişle birlikte bir gecede halkın büyük kısmının “okuma yazma bilmeyen cahil” sınıfına sokulduğu cumhuriyet…
Bir de şu çelişki var:
Bu memlekette hani o 15 Temmuzun motive edici sloganı olan “Allahu ekber” var ya, onun yasaklanıp “Tanrı uludur”a dönüşme tarihi 18 Temmuz 1933'tür.
Ta 1950'ye kadar “Allahu ekber” diyenler cezalandırılmış, akıl hastanelerine gönderilip müşahede altında tutulmuştur.
Sadece ezan değil, Kur'an-ı Kerimi de Arapçasından okumak ve eğitimini vermek suç sayılmış ve bu fiili işleyenler cezalandırılmıştır.
1930 yılında hazırlanan ve kapağında “Gazi Mustafa Kemal” yazan, bizzat Atatürk'ün yazdığı söylenen kitaptan bir bölüm alayım ve ardından da Salih Tuna'yı Allah'a havale edeyim:
“Türk'ler Arap'ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk'lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.” (Medeni Bilgiler, Mustafa Kemal Atatürk)
Ahmet Kekeç (Star):
“Kemalizm'i Marksizm'den ya da sıralamadaki “izm”lerden ayıran da (kimilerine göre ‘en üstün dünya görüşü' kılan da) bu gevşek ideolojik yapısıdır. Nitekim Mustafa Kemal, “Niçin düşüncelerinizi doktrinleştirmediniz?” sorusuna her defasında şu cevabı vermiştir: “O zaman donup kalırız...”
Zaten Kemalizm'i dondurma/dinselleştirme çabaları da (“Kadro hareketi” vb.) süreç içinde sonuçsuz kalmıştır.
Bunu “altı ok” denilen şeye bakarak da anlayabiliriz.
Mesela “devletçilik” ilkesinin Kemalizm'e yamanması ve bir muhkem-i kaziyye olarak görülmesi, hem adına Kemalizm denen öğretiye aykırıdır, hem de topluma yeni hedefler göstermiş Mustafa Kemal'e haksızlıktır.”
Kemalizmin ne olduğunu çok iyi bilen Ahmet Kekeç'ten böyle bir yorum görmek şaşırtıcı; ama biz “mesele ilkeler değil fikirlerin konjonktürde makes bulması” diyerek işi basitleştirelim.
Kendileri de sıkı eleştirel üslubunu Kemalizm özelinde gevşetmiştir zaten.
Ama ne çare ki arşivler var. Kemalizm'in ilk ideologlarından Mahmut Esat Bozkurt'tan bir alıntı yaparak ortaya çıkan tabloyu Ahmet Kekeç'in dikkatlerine sunayım.
Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk ihtilali” isimli eserinde (eser Atatürk'ün sağlığında yazılmıştır) “Devletçilik” hakkında şunları yazıyor:
“Halbuki, devlet sosyalistliği pratiktir. Uygulama kabiliyetine maliktir.
Karşımızdaki Almanya bunun en büyük bir örneğidir. İç ve dış bakımından ekonomik ve sosyal kalkınmasını eski sosyal demokrasisine, şimdiki devlet sosyalistliğine borçludur.
Bugünkü Türkiye'miz, bunun en yakın ve en güzel bir örneğidir. Türkiye'miz bugünkü ekonomik ve sosyal kalkınmasını devletçiliğe borçludur. (…)
Bu prensip, nihayet partinin esaslarından biri olarak kabul edildi.
Ve en nihayet anayasanın (teşkilâtı esasiye) ikinci maddesinde yer aldı. Ve baştan aşağı Türk milletince benimsendi.
Bu ekonomik politikayı kabul, yukarıda kaybettiğim işleri başarabilmek için mutlak bir zaruretti.
Bu politikanın diğer bir önemi de, ferdin fert tarafından sömürülmesinin önüne geçecek olan bütün tedbirlerle donatılmış olmasıydı.
Çünkü:
Devletin ekonomik hareketlerde şiddetli kontrol salâhiyeti, sömürmeyi tepeleyen en keskin bir silâhtır.”
Evet, Ahmet Kekeç! Bu cümlelerde “Devletçilik” ile ilgili “gevşek” bir taraf bulabiliyor musun?
Ama sanırım Ahmet Kekeç bu meseleleri Mahmut Esat Bozkurt'tan daha iyi biliyor.
Ardan Zentürk (Star):
“Değerli Ahmet Kekeç, o keyif veren nezaketiyle “Atatürkçülük” kavramı için “gevşek ideoloji” tanımını kullanmış, temsil ettiği kanat açısından yeni bir polemik oluşturmak istemediği belli... Ama ben son sözü baştan söyleyeyim: “Atatürkçülük” veya diğer adıyla “Kemalizm” bir ideoloji değil, milletin önüne konulmuş “yol haritasıdır...” (…)
Sağlığında izin verdiği tek ideolojik toparlanma KADRO dergisi etrafında şekillenmiş, Marksist kökenden gelen Şevket Süreyya Aydemir liderliğindeki hareketin yaptıklarını izleyip, işin ucunun“Kemalizm adı altında Marksizme yönelmesi” üzerine bizzat durdurmuştur. Bugün sol-Kemalist denilen hareket o günlerin mirasıdır, kendisiyle bağlantılı olsaydı, Atatürk yol verirdi.”
Ardan Zentürk, Atatürk'ün “Sağlığında izin verdiği tek ideolojik toparlanma” diyerek Marksist “Kadro Hareketi”nden söz ediyor ve bundan yola çıkarak solun Kemalizmle bir alakasının olmadığını iddia ediyor. Hatta “Kemalizm” bir ideoloji değil, milletin önüne konulmuş “yol haritasıdır, iddiasında bulunuyor.
Ardan Zentürk'ün sol ve Kemalizm ilişkisi ile ilgili söyledikleri büyük oranda doğru. 1930'larda Marksist fikirlere sahip olan Zekeriya ve Sabiha Sertel'lerin, Nazım Hikmet'in karşılaştığı muameleleri göz önünde bulundursanız Atatürk'ün de İnönü'nün de sola pek müsamaha ve sampati ile bakmadığını görürsünüz.
Ama Kemalizm'i “ideolojiler üstü” görme ve gösterme gayreti pek mantıklı değil.
Mahmut Esat Bozkurt'tan bir alıntı ile Kemalizm ile Faşizm arasındaki yakınlığı Arda Zentürk beyefendinin dikkatlerine sunalım:
“Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor.
Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür. Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki, kökleri halktadır. Türk milleti bir piramide benzer, tabanı halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki, bizde, buna şef denir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de, bundan başka bir şey değildir.” (Atatürk İhtilali, Mahmut Esat Bozkurt, s:87)
Ahmet Hakan (Hürriyet):
“2014 yılının 10 Kasım'ıydı.
Saat 9'u 5 geçiyordu.
Mahalle kahvesinin önünde oturmaktaydım.
Siren sesleri, saygı duruşuna geçenler, toparlanıp ayağa kalkanlar falan...
Ama ben kalkmamıştım ayağa...
Ve ayağa kalkmadığımı da “Saat 9'u 5 geçiyordu ben ayağa kalkmadım” başlıklı yazımda herkese duyurmuştum.
Neydi derdim?
Bugün saat 9'u 5 geçe aşkla kalkacağım ayağa
Bir derdim falan yoktu aslında.
Neden ayağa kalkmadığımı şöyle izah etmiştim:
“Saygının, sevginin ille de o saatte ayağa kalkılarak gösterilmesi gerektiğine inanmıyorum.”
O günden bugüne...
- Atatürk'ün gözümdeki yeri öyle büyüdü ki...
- Atatürk'ün yüzyıl sonrasını görebilen bir lider olduğuna dair inancım öyle arttı ki...
- Atatürk'ün kurduğu sistem sayesinde Ortadoğu'daki bütün ülkelerin ilerisinde olduğumuza dair kavrayışım öyle perçinlendi ki...
Bu 10 Kasım'da...
Saat 9'u 5 geçe...
Hiçbir artistliğe falan zerre gerek duymadan...
Büyük bir aşk, şevk, sevgi, saygı ve heyecanla fırlayacağım ayağa!”
Şimdi biz de kalkıp bu kadar fazla “dönen” ve bu dönüşlerinden dolayı övünen birine “sen dün böyle demiyordun; ama” demeyeceğiz.
“Aşk, şevk, sevgi, saygı ve heyecanla” ayağa fırlayıp modern dünya dinlerinin ritüeli olan “saygı duruşu”na geçecek olan sakallı gazeteciye “biraz sakin ol” diyeceğiz.
Evet, biraz sakin ol!
Bir defa topluma uyup büyük bir hata ediyorsun!
Engin Ardıç'ın dediğine göre Atatürk 9 Kasım'da ve 9'u 5 geçe değil de 07:00 gibi ölmüş. Saatin “9'u 5 geçe” şeklinde ilan edilmesi ise “mesai saatine denk getirilmesi” imiş.
“Aşk, şevk, sevgi, saygı ve heyecanla” yerine getirmeyi düşündüğünüz ritüel, “vakte riayet” etmediğiniz için bir anlam ifade etmiyor, bu bir…
İkincisi ise “Kadrolu Atatürkçülerin” sizin davranışlarınızı samimi bulduklarını söylemeleri lazım. Aksi takdirde yaptıklarınızın hepsi boşa gidecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.