Mehmet Güven ÖZER
Dava adamı veya dallama olmak
Dava adamı olmak herkesin başaracağı bir iş değildir. Kendisini zaman ve mekândan sorumlu tutmak, topluma müdahale etmeye çalışmak, avam üstü bir kabiliyete sahip olmayı gerektirir. Bir dava adamının yetişmesi ve meyve vermeye başlaması için senelere ihtiyaç olabilir. Bu süre bazen 30-40 yıl olabiliyor.
Davanın öncüleri konumunda olanlar, toplumu gözden geçirip, kabiliyetli olanları tespit ederek, bunları ince ince eğitmeye çalışırlar.
Bu gibiler kılı kırk yaran türden bir eğitimden geçirilir. Topluma faydalı olmaları için, kabiliyetlerine göre vazife yüklenirler. Artık toplumda yeni fertler arama ve yetiştirme işi onlarındır. Kimisi ses sanatçısı, kimisi yazar-çizer, kimisi de söz sanatında mahir olurlar. İçlerinden âlimler de çıkar. Herkes kendi imkân ve kabiliyetlerine göre iş görür.
Ama bazen yan çizenler oluyor. Bir ferdin yetişmesi için geçirilen süre ve süreç göz önüne alındığında, verilen emeklere hayıflanmamak elde değil.
Şimdi bir düşünelim. Siz bir davetçisiniz ve toplumda İslâm'a hadim olacak insanları sınıflandırıyorsunuz. Herhangi bir konuda cevheri olan birini tespit ediyorsunuz. Onu karşınıza alıp, iplik iplik dokuyorsunuz. Gün geliyor halkın yoğun olduğu yerlerde bu sanatı ile kabiliyetini icra etmeye başlıyor. Yavaş yavaş toplumun içinde yer ediniyor ve hatta bu kulvarda söz sahibi oluyor.
Ama gün gelir, tanınmış olmanın veya maddi menfaatlerinin baskısı veya bunlara benzeyen tırışka nedenler sonucu, kendi başına işler yapmaya veya bazı şartlar ileri sürmeye başlar. Hâlbuki kendisinden beklenen, yılların birikimi olan eğitiminin İslâm hizmetine konulmasıdır.
Ya da bu şekilde yetişen bir söz ustası olabilir. Örneğin dilini muhteşem kullanabilir. Bu durum da kendisinin hizmet için bazı şartlar ileri sürmesini gerektirmez. Beklenen, aldığı dil eğitimini, hizmete sunmasıdır. Ama gel gör ki, “Bence”lerle kurulmaya çalışılan cümleler, zaaf dolu paragraflar oluşturmaya başlar. Oysa beklenen bu değildi. Gerçekten böylesi kişilikler, kendilerine yazık ediyorlar ve iyi etmiyorlar.
Bir hususun yanlış anlaşılmasını istemem. Davaya bu şekilde hizmet vermesi gerekenlerin kendilerine has düşünceleri olmasın demek istemiyorum. Elbette ki herkesin kendisine ait fikirleri olacaktır. Ancak bu fikirler ana gövdeden kopmayı gerektirmeyecek şekilde ifade edilmelidir. Herkesin kendisince bir şeyler söylemeye çalıştığı ortamlarda, hizmet değil kargaşa hâkim olur. Ortalığın toz duman olduğu bir camia, hangi alanda İslâmi hizmet verebilir ki?
Yıllarca verilen emekler bir yana, şahsi zaaflar ve bazı hırslar nedeniyle İslâm'ın beklediği faydanın verilmemesi ayrı bir dert. Düşünün, İslâmi medyada tanınıp, nam yapan bir programcı, İslâm'a düşmanlık hisleri ile program yapan kanallardan birinin sunduğu cazip teklifleri kabul edip, bu televizyonlara geçerse, oluşturacağı hayal kırıklığı nedeniyle gençlerin geçireceği şoktan da sorumlu olacaktır. Bu durumu açıklamak için kullanılacak bir tek kelime vardır: Nankörlük.
Oysa hayat bu şekilde kulvar değiştirmeye değmez. Bir hata veya kusur mu tespit ettiniz, bunu camianın içinde kalacak şekilde düzeltme imkânı vardır. Bu şekilde davranmak daha ahlâkidir.
Çeşitli vitaminlerin, bulundukları ortamdan alınarak insan vücuduna enjekte edilmesi, tek başına bir yarar sağlamamaktadır. O vitaminin faydalı olması için, bulunduğu ortamdan ayrılmadan insana verilmesi gerekmektedir. Örneğin C vitamini elmanın içinde faydalı olur. Vitaminin elmadan ayrılarak verilmesi, pek sağlıklı olmamaktadır.
Argoda “Dallama” diye bir tabir kullanılır. Kendi topraklarında verim vermeyen ve büyümeyen bazı bitkilerin, başka bir toprakta dallandırmaya çalışılmasından dolayı bu tabir bazı yörelerde kullanılır. Kendi akranlarına göre verim vermeyen bu bitkilere dallama deniliyor.
Her kim ve hangi kabiliyete sahip olursanız olun, kendi toprağınız dışında meyve vermeye kalkışmayın.
Yoksa adınız dallama olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.